Körfez yuvasına iade-i ziyaret

  • 12/8/2018
  • 00:00
  • 2
  • 0
  • 0
news-picture

Tüm Arapların GSYİH’sinin yüzde 55’i Körfez İşbirliği Konseyi’ne bağlı ülkelerden geliyor. Arapların yüzde 14’ü de bu bölgede yaşamakta. Bu ekonomik hasılanın bir kısmı, Arap ülkelerinde hayati öneme sahip kalkınma projelerini finanse etmek için harcanıyor. Velhasıl Körfez İşbirliği Konseyi bölgesinin istikrarı, tüm bölgenin istikrarı için köşe taşıdır. Orada meydana gelecek herhangi bir arızanın bölgedeki güvenlik ve barışı etkilemesi kaçınılmazdır. Bu girizgâh, küresel ekonominin etkili parçalarından biri olan bu bölgenin temsil ettiği ağırlığın hızlı bir özetidir. Bununla birlikte bu bölgenin selameti ve istikrarına yönelik kaygılar artış gösteriyor. Tehlikeler şu iki yönden gelmekte: Birincisi ve belki de en tehlikelisi, tehlikeleri belirlemek, öncelikleri tespit ederek başa çıkma biçimleri geliştirmek üzerindeki ‘kardeşlik kavgası’dır. Kimilerinin haklı düşüncesine göre darbe unsurlarını desteklemeye devam etmek, ulusal ve bölgesel güvenlik için gerçek bir tehdittir. Başkalarına uzanmasına izin verilirse kayıplar sınırlı olmayacaktır. Hatta siyasi, mali ve enformasyonel destek sağlayanlar da orta vadede etkilenecektir. Çünkü etkilememesi o projenin doğasına aykırıdır. Tüm meşru ve ulusal önderlere karşı darbenin kötülüğü herkesi etkileyecektir. Zayıf düşüren ‘kardeşlik kavgası’nın yanı sıra sınırları aşan başka tehditler de söz konusu. Bunlar da ya stratejik ve mali ya da askeri tehditler. Mali ve ekonomik olanlar, petrole alternatifler bulmaya çalışan sanayi ülkeleri arasındaki yarışta belirgin bir şekilde görünmektedir. Petrol ürünlerinin yüzde 70’inin ulaşım sektörüne gittiğini bilirsek, teknolojisi hızlı bir şekilde gelişen elektrikli araba kullanımındaki hızlı ilerleme dikkat çekici bir şey olur.  Dünya üzerinde çok sayıda şehrin önümüzdeki 10 ila 20 yıl içerisinde sokaklarında içten yanmalı motorlu araçların hareketliliğini ‘önlemesini’ gerektirecek yasa çalışmaları var. Öte yandan küresel istatistiklere göre petrolden elektrik üretimi de geriliyor. Tüm bunların yanında yakıtlar, geleneksel olmayan malzeme ve alanlardan çıkarılmaya başladı. Bugün bazı uçaklar, petrol dışı kaynaklara sahip yakıtlarla çalışıyor. Aynı şekilde petrol fiyatları, piyasadan ziyade siyaset meydanına göre değişir oldu. Bu da demek oluyor ki Arap dünyasının GSYİH’sinin petrol çıkarma süreçlerinden kaynaklanan yüzde 55’i, önümüzdeki birkaç on yıl içerisinde bugünkü durumunu sürdüremeyecek. Will Durant, Medeniyetin Hikâyesi adlı ansiklopedik çalışmasında şunu söylüyor: “İnsan yarını hakkında düşündüğünde Adn cennetinden kovularak endişe vadisine gönderildi.” Körfez’deki endişe vadisi bir soruya odaklanmış durumda: Petrol nesli, petrolün tükenmiş olacağı çağa ne bırakacak? Petrolün olası tükenişine en esaslı alternatif, bugünün hayratlarından olabildiğince hızlı bir şekilde yararlanarak geleceğin hayratlarına köprü kurmak, bir diğer deyişle insan sermayesi ve bölgesel uzlaşmaya dayanarak bölgedeki gelir kaynaklarını çeşitlendirmektir. İşaret etmek gerekir ki bazı bölge ülkeleri, ciddi bir şekilde bu yolda ilerlemeye başladı. Suudi Arabistan Krallığı da bu noktada öncü konumunda ancak yalnız değil. Bu yolun döşenmesi için zamana ve ufku genişletmeye ihtiyaç var. Bazı Körfez ülkelerinin hala bu bölmede yer değiştirdiğini hatırlatmak gerekir! Uzmanlar, gelecekte bu bölgedeki geliri çeşitlendirmek için daha kapsamlı ve olanaklı fırsatların, ancak tehlikeleri azaltıp kitlesel fırsatları güçlendirmek adına ‘birleşme’ ile mümkün olduğu konusunda hemfikir. ‘Kardeşlik kavgası’ durumunda fırsatların azalacağı ortada. Şahit olduğumuz üzere ayrılık, toplumsal bir acıya ve kan kaybına sebep olmakla kalmıyor; arkamızdan gelen nesillerin gelecek fırsatlarını da yok ediyor. Nitekim ‘birleşme’ söz konusu olursa müzakere gücü daha da pekişir. Aynı şekilde; büyük Pazar, yerli ve yabancı yatırımlar konusunda daha da kutuplaşacak ve huzursuzluğa giden yolu hazırlayarak dış müdahalelere kapı aralayacak! Öyleyse insanların halkları ve gelecek nesillerin çıkarı ile sistemlerin istikrarı, tek bir devletin kısa vadeli çıkarlarının üstündedir. Bir vatanın yüzölçümü ne kadar büyük ve nüfusu küçükse ‘birleşme’ye olan ihtiyacı da o kadar büyüktür!  Suudi Arabistan Krallığı’nın Körfez kıyılarında yer alan Dammam şehrinde yarın yani 9 Aralık’ta 39. zirvesi gerçekleşecek olan Körfez İşbirliği Konseyi’ne yeniden canlılık kazandırmak ve Körfez ailesini birleştirmek, ortak çıkardır. Bu konsey, İran-Irak arasında patlak veren savaş sırasında top mermilerinin gürültüleri arasında kuruldu. Kuruluşu, 25 Mayıs 1981’de BAE’nin başkenti Abu Dabi’de ilan edildi. Hedeflerinden biri bölgeyi bu savaşın kıvılcımlarından uzak tutmaktı. Nitekim kimse bu savaşın ne zaman ve ne şekilde biteceğini, biterken neleri götüreceğini bilmiyordu. Daha sonra bu kuruluşun köprüsü altından çok sular aktı ve özellikle krizlerde çeşitli başarılara imza attı. Bu krizlerin başında da o büyük mesele geliyor: Kuveyt’i 1990 yılındaki Irak işgalinden kurtarmak ve özgürleştirmek. İlk duyuru, büyük bir halk coşkusuyla karşılandı ve daha iyi ve istikrarlı bir gelecek adına büyük umutlar yeşertti. Öyle ya bu, ekonomik ve sosyal yapılarda bir benzerliğe sahip bir konseydi. Konsey, ortaklarının çoğunu dikkate değer bir başarıya eriştirdi. Ancak tüm arzularına ulaşamadı. En azından popülerlik konusunda. Bugün Körfez’in güvenliğine yönelik tehditler, 1981 yılında olduğundan daha fazla ve esaslı. Bu tehditlerin en önemlisi de adanın güneyinde yani Yemen’deki savaştır. Bu savaş, sınırsız bir varoluş mücadelesidir. Dün BM’den kiralanan uçaklar, yaralı pek çok Husi’yi tedavi için Maskat’a taşıdı. Sevk edilen yaralılar arasında Tahran’dan aldığı emirlerle hareket eden Hizbullah’a bağlı 4 Lübnanlı ve iki Devrim Muhafızı bulunuyor. Bu durum, İran’ın alenen ve ulu orta müdahale ettiğinin kanıtıdır. Eğittiği, maddi olarak desteklediği ve silah yardımı yaptığı yönündeki gerçekler zaten biliniyor ve bu, İran’ın bölgenin tamamında huzursuzluğa neden olacak bir hançer kullanarak Arap adasının güneyine yaptığı müdahalesinin boyutunu uluslararası planda bilinir ve kanıtlanır kılıyor. Yakın zamanda yapılmış halka açık bir forumda bir tanesi, Suriye, Irak, Lübnan, Libya ve diğerlerinde felâkete uğrayan Arapların acısını geride bıraktıktan sonra Yemen’deki kurbanlardan bahsetti (Bu, tartışmasız bir şekilde sempati beslenen ve gerçek suçlunun yani meşru hükümete yapılan Husi darbesinin kınandığı bir konu)… Ona tartışmak için varsayıma dayalı şu soruyu sordum: Diyelim ki meşru hükümeti destekleyen Arap Koalisyonu, Yemen’den çekildi, tüm Yemen Husilerin eline düşerek İran’ın koruması altına girdi; sizce muhtemel senaryo ne şekilde olur? Ne yazık ki bu soruya doğrudan cevap veremedi! Uzmanlardan oluşan bir kalabalığın önündeydi! Benim cevabım şu: Husiler, üzerinde çalıştığı projede yelken açacak. Zaten Veliyy-i Fakih tarafından bunun için kiralandı. Ne mi olacak? Tüm Körfez için yıkıcı ve muazzam bir huzursuzluk yaratacak ve kimse bundan muaf tutulmayacak. Basit ve objektif bir şekilde bu projenin genişlemesi önünde duran ‘kaya’, Veliyy-i Fakih’in alenen ilan ettiği hedef yani Suudi Arabistan Krallığı’dır. Bölge için en büyük tehditlerden biri budur ki hiç de basit değildir ve benzerleri mevcuttur! Bu hızlı değişim çağında, sıcak siyaset rüzgârlarında ve uluslararası yasama kurumlarındaki sert ve yumuşak ‘yasal’ tehditler karşısında bölgedeki bizlere düşen, uzun vadeli çıkarları nahoş böbürlenmeye üstün kılmak, merkezi meselelerin üstesinden gelmek için birleşme yönünde adımlar atmak ve devletlerin özel çıkarlarını ilgilendiren tali konuları kendilerine bırakmak için çabalamaktır. Biz ve diğerleri için altın kural şudur: Birlikteysek tutunuruz, koparsak saçılırız! Bu hikmet, bugün üzerinde düşünmeye değer. Bizim sorunlarımızı bizden başkası çözemez; dikenlerimizi kendi elimizle çıkarmak zorundayız. Sözün özü; siyaset kişisel duygulara göre yapılmaz. Eğer bunu yaparsan, kamusal hedefleri yıkıma uğratır ve vatanı tehlikelere açık hale getirirsin!

مشاركة :