Uluslararası toplum nezdinde İhvan örgütü

  • 2/8/2019
  • 00:00
  • 8
  • 0
  • 0
news-picture

21. yy’ın ikinci on yılının başlarında Arap Baharı denen bir dönemde siyasal İslam’ın yükselişi, birçok Arap ülkesini sarstı ve siyasi rejimlerini düşürdü: Bir yandan iç karışıklık veya darbe girişimleri ile müdahale edilen Tunus, Mısır, Libya ve Yemen öte yandan BAE, Bahreyn ve Suudi Arabistan. Dinci siyasi partiler ve hareketlerin faaliyetleri ile yerle bir olan Irak ve Suriye’den bahsetmiyorum bile. İhvan-ı Müslimin grubu, iktidara gelemedikleri on yılların ardından bu kasvetli devirde bariz bir rol oynadı. İhvan’ın Arap bölgesindeki bu hızlı ve geniş hareketliliği, kendiliğinden değil de planlama yapıp harekete geçen ve görünmez uzun bir ele sahip olan büyük bir dış güç üzerinden gerçekleşti. Beyaz Saray ile Ulusal Güvenlik Konseyi ve Dışişleri Bakanlığı’nın Eylül 2010 ile Şubat 2011 arasında yaşananlara dair ortaklaşa yaptığı gizli bir anlaşma ortaya çıkarıldı. Bu anlaşmada ABD Başkanı Barack Obama’nın (2009-2017) Arap dünyasındaki (Kuzey Afrika ve Ortadoğu) rejimleri değiştirmek amacıyla İhvan-ı Müslimin’e verdiği destek açığa çıkıyor. Amerika’nın ‘bilgi edinme özgürlüğüne’ ilişkin yasası gereğince Washington’da yer alan Doğu Danışma Grubu; Obama Yönetimi, Ulusal Güvenlik Konseyi ve İç ve Dışişleri Bakanlıkları arasındaki seksen dokuz e-postayı ortaya çıkaran bir belge demetine ulaştı. Bu e-postalar, İhvan-ı Müslimin’in iktidarı ele geçirmesinin hazırlık çalışmalarına dair. Danışma Grubu’nun raporunun işaret ettiği üzere Beyaz Saray, altı ay boyunca İhvan-ı Müslimin’in Arap ülkelerindeki iktidarının sınırlarını gözlemledi. Bu gözlemleme sürecine Ulusal Güvenlik Konseyi Yayın Kurulu başkanlık etti. Bu kurulda Dennis Ross, Samantha Power, Gayle Smith, Ben Rhodes ve Michael McFaul yer aldı. Süreç, Başkan Barack Obama’nın Ağustos 2010 yılında B, S, D 11 olarak kodlanan bir çalışmayı yürütmek için başkanlık emrini imzalaması ile başladı. Bu çalışmada siyasi reform sınırları ve İhvan’ın tüm Arap dünyasındaki muhtemel rolünü kapsayan bir hükümet değerlendirmesi yürütülüyordu. Bu gözlem sürecine Obama yönetimi, Ulusal Güvenlik Konseyi, Dışişleri Bakanlığı Yakın Doğu İlişkileri Birimi, Ortadoğu’daki Dönüşümler Ofisi, Sivil Toplum ve Gelişen Demokrasiler Kıdemli Danışman Ofisi, Bakanlık Politikalarını Belirleme Heyeti ve Demokrasi ve İnsan Hakları Bürosu’na bağlı onlarca yetkili katılım gösterdi. Bu rapor aynı zamanda İhvan-ı Müslimin’e dair ayrıntılı ve dikkatli bir şekilde yapılan gözlemin şu sonuca vardığını ortaya koyuyor: İhvan-ı Müslimin, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’nun tüm bölgelerinde ABD’nin desteğine aday bir harekettir. Bunun sonucunda ve Başkan Barack Obama’nın yönlendirmesi ile Amerikalı diplomatlar, İhvan hareketi liderleri ile olan irtibatlarını yoğunlaştırarak Hareketin ‘Arap Baharı’nın başladığı 2011 yılından itibaren Mısır, Libya, Tunus ve Suriye gibi önemli ülkelerde iktidara gelme çabalarını etkin bir şekilde desteklediler. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un 30 Haziran 2011 tarihinde Macaristan’ın başkenti Budapeşte’ye gerçekleştirdiği ziyaretinde özellikle Mısır İhvanı ile diyalogu hoş karşıladığını görürsünüz. ‘İhvan-ı Müslimin: Sorular ve Cevaplar’ adlı tartışma konusu, ABD’nin ‘şiddete başvurmayan tüm taraflar’ ile diyaloga hazır olduğuna işaret eden birkaç nokta içeriyor. Hillary, siyasi sürece ‘kadını dahil etmelerinden’ ötürü Mısır İhvanı’na özel bir övgü yöneltmişti. Hillary’nin sorulara yönelik cevapları arasında şu da yer alıyordu: “İhvan-ı Müslimin ile işbirliği gerçekleştirmeye karşı çıkan herhangi bir Amerikan yasası bulunmuyor. Bu hareket, Mısır’da siyasi değişim gerçekleştirmenin bir aracı olarak şiddetten vazgeçeli uzun zaman oldu. Washington bu hareketi, yabancı bir terörist örgüt olarak görmüyor”. Halbuki İhvan-ı Müslimin Cemaati, 3 Haziran 2013’te iktidardan indirildikten sonra şiddete başvurdu. Siyasi rotayı düzeltmek ve iktidarda başarısızlığa yol açan durumları masaya yatırmak amacıyla görevden alınmalarının gerçek sebeplerini incelemek yerine mevcut iktidara karşı silahlı şiddete yöneldi; sivilleri öldürmek suretiyle terör suçları işledi, destekçilerini çarpışmalara yol açan gösterilerde bir araya getirdi, üniversiteleri işlemez hale getiren tutumlar sergiledi, iktidardaki rejime muhalif olan Uluslararası İhvan-ı Müslimin örgütünü devreye sokarak krizler ve muhalif hareketler yarattı, kendilerinin meşru olduğu iddiasıyla 3 Haziran 2014 seçimlerinin sonuçlarını tanımadı.    Bilindiği üzere dünya üzerinde herhangi bir devletin meşruiyeti, demokratik bir yaklaşım benimser. Meşruluğu da elde edilen sonuçlarla ilişkilidir; yalnızca yasal olarak belirlenen süreyi tamamlama konusundaki teorik yükümlülükle değil. Sonra meşruiyetin asıl kaynağı halktır. Halkın geneli, devleti ve devrimi gasp eden İhvan yönetimine karşı yapılan gösterilere katılarak ulusal kimliği değiştirmeye çabaladı. Hatırlayalım, görevden alınan Başkan Muhammed Mursi (2012-13) iktidara geldiğinin ilk yüz gününde trafik, güvenlik, yakıt, temizlik, ekmek vb. birçok sorunu çözme sözü vermişti. Sözünü tam anlamıyla yerine getirmedi. Nitekim çok azını uygulayıp çoğunu bıraktı. İçeride İhvan’ın etkinliğini pekiştirme ve dışarıda uluslararası İhvancılık ile bağları güçlendirmeye gösterilen özen, halka ve devrime hizmet etme önceliğini arkaya itti. İhvan’ın gerek Mısır ve gerekse başka bir Arap ülkesindeki siyasi tarihi, hiçbir şekilde İhvancı bir yönetime tanık olmamış; ya iktidar tarafından çizilen sınırlara göre iç muhalefet saflarında kalmışlar ya da doğrudan devlet ve halkla bağlantılı olmayan bir hayata yol açan sürgünde varlık göstermişlerdir. İhvan, yıllarının çoğunu dış muhalefetle geçirdi. Bundan dolayı içeride başarı yakalayamadı ve bu başarısızlık, eylem ve söylemleri arasında seyreden ve nihayetinde iktidardan düşürülmelerini sonuç veren çelişkilerinin ardından daha da arttı. ABDnin İhvan-ı Müslimin ortaklığında yürütülen ve Arap dünyasında siyasal İslam’ın başarısızlığı ile sonuçlanan Obamacı planı ve şiddet, terör ve darbe uygulamalarından ötürü Suudi Arabistan Krallığı, Mısır Arap Cumhuriyeti, BAE ve Bahreyn Krallığı gibi Arap ülkeleri, İhvan’ı ‘terörist bir hareket’ olarak kabul eden resmi kararın altına imza attılar. Suriye de 1982 yılında İhvan-ı Müslimin’e karşı böyle bir karar almıştı. Aynı tutumu benimseyen Meşru Yemen Hükümeti, Filistin Yönetimi; Irak, Libya, Cezayir ve daha başka ülkelerdeki yönetimler de cabası. İhvan-ı Müslimin’in Arap dünyasındaki genel durumu, bir gerileyiş ve yıkılış çizgisinde ilerliyor. Bununla birlikte Batı dünyasındaki durumları genel olarak iyi ve istikrarlı. Uluslararası İhvan-ı Müslimin örgütü, bir küçülme veya daralmaya uğramadı. Hem de Batı’da ama özellikle 11 Eylül 2011 olaylarından sonra ABD’de başta milyarder Yusuf Neda olmak üzere uluslararası İhvan liderlerine yönelik yürütülen ve İhvan’a bağlı yatırım, emlak ve sigorta şirketleriyle para transferine dair gizli ve kapsamlı ilişkileri ve bu kuruluşların uluslararası örgüte verdikleri desteği ortaya çıkaran soruşturmalara rağmen. Batı dünyasının İhvan-ı Müslimin’e kol kanat germesini sağlayan ve hem doğrudan hem de onun bünyesinden çıkan aşırılık yanlısı gruplar üzerinden gerçekleştirdiği şiddet eylemlerine rağmen bu harekete karşı bir tavır almamasını sağlayan birkaç sebep var. Bu sebepleri aşağıdaki birkaç maddede özetlemek mümkün: Birincisi: İhvan ile özellikle İngiltere ve ABD gibi bazı Batı devletlerini birbirine bağlayan kadim ilişki, iki tarafı da bu köklü ilişkiyi sürdürme heveslisi kılıyor. Hele de Batı politikaları ile uygun düşmeyen milli eğilimler ve ulusal sistemlerin karşısında bu ilişkinin sebepleri halen mevcutken. İkincisi: Hem İhvan hem de Batı tarafı için sürekli kabul edilen yararlanma ve kullanma eğilimi. Özellikle de İhvan’ın Batı’daki varlığı 50’li ve 60’lı yıllarda geçici iken 70’li yılların başından itibaren kalıcı bir duruma dönüşmüş ve buna İhvan’ın iç yapısında ve edebiyatında bir değişim eşlik etmiştir. Mesela Daru’l-İslam (İslam Merkezi), Daru’d-Davet’e (Davet Merkezi) dönüştü ve Batı, davetin başlangıç noktası kabul edildi. Öyle ya Batı dünyası, bir ahlak problemi ile boğuşuyordu ve bu durum, kullanıma müsaitti. Daha sonra kendilerini orta yolu tutan ılımlı bir cemaat olarak tanıtmaya başladılar. Aynı şekilde Batı da bilinen bir sistemde İhvan’dan olabildiğince faydalanmak istiyor; ister bizzat Batı ülkelerinde ister Arap ve İslam dünyasında. Üçüncüsü: Uluslararası İhvan-ı Müslimin örgütünün mali durumu oldukça iyi. Tabi bu, medya düzleminde halen gizleniyor ancak görünür olanları da var. Örneğin 1988 yılında Yusuf Neda ve Ali Galib Himmet tarafından kurulan Takva Bankası. Merkezi, güvenli bir vergi sığınağı olan Bahama Adaları’nda bulunuyor. Bir de 1994 yılında kurulan Avrupa Yatırım şirketi var. Bu şirket, 1996 yılında İngiltere kayıtlarına ‘kâr ve siyaset amacı gütmeyen bağımsız bir kuruluş’ olarak geçti. Bu şirketin amacı, Avrupa’da yürütülen çeşitli projeler üzerinden ‘Avrupa’daki İslamcı Kuruluşlar Birliği’ için mal ve yatırım hizmetleri sağlamak. Bu Birlik, 28 Avrupa ülkesinde bini aşkın çeşitli İhvan kuruluşlarını barındırıyor. Avrupa Yatırım şirketi, İngiltere, Almanya, Fransa, Yunanistan, Romanya vb. birçok ülkede çok sayıda mülk sahibi. Ve hiç şüphe yok ki bu devasa İhvan paraları, pratikte ve hayati anlamda Batı düzleminde kalıyor. Dördüncüsü: ABD’nin tasarladığı ve Batı’nın Arap Baharı olarak adlandırdığı süreçte siyasal İslam’ın İhvan liderleri eliyle uğradığı başarısızlık ve İhvan-ı Müslimin’in Batı dünyasındaki varlığını sürdürme özgürlüğü, Batı ile İhvan arasındaki planlama ve yürütme ilişkisinin kesilmeyeceği anlamına geliyor. Bu bağ, İhvan Cemaati ile Batı arasında Cemaatin kurulduğu 1928 yılından bu yana süregelen tarihi ilişkinin oluşumundaki en önemli parçadır. Yukarıda zikredilen ve zikredilmeyen sebeplerin ışığında, Batı, İhvan’ı tutsa da tutmasa da İhvan-ı Müslimin Batı dünyasındaki varlığını sürdürse de sürdürmese de siyasi anlamda on yıllardır birbirlerinden faydalanmış olsalar da İhvan’ın, bizzat onu resmi olarak terör hareketi diye tarif eden ülkeler başta olmak üzere Arap dünyasındaki durumu ortada: Siyasi tarihlerinde hiç olmadığı kadar güçlü ve şiddetli bir şekilde yıkıma maruz kaldı. Bu yüzden şu an Katar ve Mısırlı İhvan liderleri eşliğinde Türkiye’nin yönettiği Uluslararası İhvan-ı Müslimin örgütü, Arap dünyasında İhvan lehine bir kamuoyu desteği göremeyecek. Bunun birkaç sebebi var ama en önemlisi şu: Arap ülkelerindeki siyasal İslam tecrübesi ya köklü başarısızlığa ya geri dönüşü olmayan bir çekilmeye yol açtı. İhvan-ı Müslimin ve Irak’taki dini siyasi diğer partiler de bu duruma örneklik teşkil ediyor. Nitekim işgalci Amerikan güçlerinin arkasından nefes nefese kalmış ve Safevi-İran kılığına bürünmüş bir şekilde geldiklerinden bu yana siyasal İslam’ın en karanlık ve kötü imajını Irak’ta çizdiler. O kadar ki mali ve idari yolsuzluk, güvenlik kaybı, toplumsal dokuyu nefretçi mezhep temelleri ile parçalamaya dönük girişimlerin ardından Irak dibe vurdu. Bu, sebeplerden biri. Diğer bir sebep ise Arap devletleri ama özellikle Suudi Arabistan ve Mısır gibi büyük bölgesel güçlerle alakalı. İhvan-ı Müslimin terör listesine dahil edildi ve İhvan-ı Müslimin’in bölgedeki geleceğine baktığımızda Arapların tutumu Batı gibi olmayacaktır.   Zira kökler, Arap gerçekliği ile ilintilidir, Batı kucağı ile değil ve ikisi arasındaki fark, geleceğe bakışta gizlidir.

مشاركة :