Suudi Arabistan ve Çin: Parlak doğu yolu

  • 2/22/2019
  • 00:00
  • 15
  • 0
  • 0
news-picture

Araştırmacılar, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın Doğu turunun üçüncü ve son durağı Çin’e yaptığı çok önemli ziyaretle birlikte Riyad’dan Pekin’e uzanan insani dostluğun durumlarını ve sonuçlarını merak edebilir. Bu, yeni bir gelişme mi yoksa tarihte eski hikâyeler var mı? Suudi arkeolog Dr. Ali İbrahim el-Gaban, bilimsel bir araştırmasında bize İpek Yolu aracılığıyla miladi 8’inci yüzyıldan beri Arap Yarımadası’nın halkıyla Çinlileri bir araya getiren uzun tarihten bahsediyor. Eski dünyanın şahit olduğu en büyük ekonomik oluşumla Çinliler arasında ticaretin gelişmesinde Çinlilerin İslam’ın Asya’ya doğru uzanmasına yönelik barışçıl tutumunun büyük bir etkisi vardı. Çinliler, sınırlarına yaklaşan Müslümanlarla çatışmaya girmeyerek yeni uluslararası düzene uyum sağladı. Tarihteki eylemler tekrar etmiyor. Ancak tarihteki olaylar genellikle birbirine benziyor. Özellikle tarihin ana ekseni insandır. İşte biz, Kral Selman bin Abdülaziz’in 2017 yılında Pekin’e yaptığı ve ikili ilişkileri pozitif etkileşimlere ve verimli iş birliğine taşıyan tarihi ziyaretin ardından Veliaht Prens’in gerçekleştirdiği Çin ziyareti aracılığıyla Suudi Arabistan-Çin ilişkilerinin yeni bir evresine tanıklık ediyoruz.  Pakistan’dan Hindistan ve Çin’e kadar Veliaht Prens Muhammed’in uluslararası değişimleri göz önünde bulunduran Vizyon 2030’u gerçekleştirmeye yönelik net bir harita kapsamında çalıştığı apaçık görülüyor. Eski dünyayla karşılaştırıldığında Asya daha ağır basıyor. Hiç şüphesiz 21’inci yüzyılın yarış hipodromunda kazanan taraf Çin’dir. Yine Çin’le sağlam ortaklık, Suudi Arabistan’ın klasik petrol ekonomisinden Çin’in 30 yıldır izlediği yenilikçi ekonomiye dönüşüm hayallerini gerçekleştirmek için güvenilir bir yoldur. Çin yakında ABD’nin dengi haline gelecek. 21’inci yüzyıl bitmeden Çin’in ABD’yi geçmesi öngörülüyor. Enerji, iki ülke ilişkilerinde halen temel bir dayanaktır. Petrolün alternatiflerinin olduğuna dair tüm söylentilere rağmen ortada kesin bir gerçek var: Petrol, gelecek yıllarda ekonominin can damarı olarak kalmaya devam edecek. Bu, Çin’in kalkınmasına ve hem kırsal kesimindeki hem de şehirlerindeki medeniyet belirtilerinin yayılmasına eşlik eden bir durumdur. Bu da on ve yüz milyonlarca Çinlinin doğalgaza ve petrole ihtiyaç duyduğu anlamına geliyor. İşte burada Suudi Arabistan, petrolün siyasi coğrafyası değişen ve Batı’dan daha çok Doğu’ya güvenen Çin’in ana kaynağı olmaya aday bir ülkedir. Diğer yandan Suudi Arabistan’daki siyasi ve sosyal istikrar, büyük ölçüde Çinlileri dev rezervleriyle bilinen Suudi enerjisine itimat etmeye sevk ediyor. Çin’le pragmatik iş birliği, Suudi Arabistan’a endüstri alanında yeni bir enerji imkanı veriyor. Çin, son 30 yılda ekonomik devrim gerçekleştirmeyi başardı. Vizyon 2030’a göre Suudi Arabistan hammaddeleri, özellikle de petrolü dünyada dayanıklı tüketim mal piyasasına giriş değerinde olan petrokimyasallara dönüştürmek amacıyla kraliyeti yeni bir konuma getirmek için daha da farklı düşünmeye çalışıyor. Durum, Çinlileri kraliyete ve Suudi yönetimine saygı ve takdirle bakmaya hatta İpek Yolu’nu geliştirmek ve iki ülke arasındaki iş birliğini derinleştirmek üzere ikili ilişkileri artırmaya çağırıyor. Çinliler, Çin’in Vençuan bölgesinde meydana gelen trajik depremin ardından Suudi Arabistan’ın ve yöneticilerinin insani duygularını fark etti. Kraliyet, yaralıları ve felaketzedeleri kurtarmak için en büyük maddi ve mali yardımda bulundu. Bu, yabancı bir devletin Çin’e yaptığı en büyük bağıştı. Dahası Pekin’deki Suudi Arabistan Büyükelçiliği’nde çalışanlar, Çinli hastalara kan bağışında bulundu. Bu da yüce insani ruha işaret eden etkili bir sahneyi temsil ediyor. Bunlar, Çinlilerin unutamayacağı gerçeklerdir. Genelde Araplar, özelde ise Suudi Arabistan halkı Çinlilerle Batı’nın merkantilist anlayışına egemen olan ölümcül materyalizmin ötesinde pek çok ahlaki değerleri ve ilkeleri paylaşmaktadır. Zira merkantilizm, her şeyi materyalleştirerek maneviyatı değersizleştirdi. Belki de bu ortak paydalar, aynı zamanda Amerikalı büyük siyaset bilimci Samuel Huntington’ı dünyanın İslam-Konfüçyanizm, yani Arap-Çin ittifakı ile Hıristiyan-Yahudi bloğu arasında ikiye ayrıldığı düşüncesine sevk eden faktörlerdir. Bu, 1960’larda ünlü Kanadalı yazar Marshall McLuhan’ın bahsettiği küresel köy zamanında sadece Huntington’ın zihninde var olabilecek bir haritadır. Son olarak 2030 gibi etkili vizyon sahiplerinin tekerine çomak sokan bölgedeki komplocuların ortaya attığı şu soru üzerinde duralım: Suudi Arabistan müttefiklerini değiştirebilir mi? Bu soru kendi içerisinde apaçık kin ve kıskançlık unsurları barındırıyor. Bu soruları zehirli medyaları tarafından sorulan devletler, şimdi ya da gelecekte bağımsız bir karara sahip olmayan, hatta neredeyse topraklarını, hava ve deniz sahalarını işgal eden, ötekine bağlı kenara itilmiş adaların aksine Suudi Arabistan’ın –ki kraliyet, uluslararası alanda ve Körfez bölgesinde büyük bir dayanaktır- kendisine stratejik varlığını ve ağırlığını veren tarih ve coğrafya faktörlerine dayanarak siyasi dengelerini iyi çizdiğini görmezden geliyor. Suudi Arabistan, yeni bir küresel düzen ortaya çıkana kadar çalkantılı ve endişe verici dünyanın ihtiyaçlarına göre diplomatik biçim ve görüşleri netleştirmeye çalışıyor. Bu çerçevede uzak yakın herkesle komşuluk ederek müzakere yapan güç ve denge, açık ve net olmaya devam edecek. Bu, milletlerin ve halkların kurtuluşu ve iyiliği için büyük liderlerin ve sorumluların yaptığı bir çalışmadır. Bunlar, küçüklerin aklına gelmeyecek büyük düşüncelerdir. Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın Çin ziyareti, iki ülkenin medeni ve insani kaynaklarını gün yüzüne çıkartıyor. Yine bu ziyaret, istikrarlı ve sürdürülebilir kalkınmanın yarının liderlerinin gerçekleştireceği bir hedef haline geldiği bir zamanda ideolojik düşüncelerin önüne geçen iki ülke arasındaki verimli iş birliği için geniş ufuklar açıyor.

مشاركة :