“İran ile diyalog kurun!”… Bu, bazı Batılı siyasetçilerin 1979 yılından bu yana yani Mollalar, İran’daki iktidarı ele geçirdiğinden beri dillendirdiği bir tavsiye. Humeyni rejiminin 40. yıldönümü de AB ve ABD’de bu sloganın yeniden ortaya sürülmesi için yeni bir fırsat sağladı. Yaygın fikir, İran ile diyaloğun alternatifinin savaş olabileceği yönünde ki bu, çoğunluğun kesinlikle arzulamadığı bir şey. Bu sloganın destekçileri İran ile diyaloğun "İslam Cumhuriyeti" içinde ilk anlardan itibaren alevlenen iktidar çatışması çerçevesinde ‘radikallere’ karşı ‘ılımlı reformcu kanadın’ (gerçi şu ana kadar kimse bu kanadın net bir tarifini yapmadı) elini güçlendireceğini de iddia ediyor. Daha önce bu türden iddiaların ne kadar yanıltıcı olduğunu ele almıştım; burada öne sürdüğüm gerekçeleri tekrar etmenin lüzumu yok. Bu meseleye yeni Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas’ın Amerika’yı yeniden keşfedermiş gibi bu ‘sloganı’ tekrar dillendirmesinden ötürü dönme ihtiyacı hissettim. Münih’te geçtiğimiz hafta düzenlenen yıllık güvenlik konferansında İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, acemi Maas’ı peşine takmak için yine ‘hayati diyalog’dan bahsetti. Hatırlayacak olursak 80’li yılların yarı döneminde Genscher’ın ortaya attığı ‘hayati diyalog’, ABD’ye eleştiri oklarını yöneltmek için Avrupalılar ile Mollaları çatısı altında bir araya getiren bir sürece dönüşmüştü. Genscher’in diyalogu çerçevesinde Mollalar, Avrupa içlerinde terörist faaliyetlerde bulunmama sözü vermişlerdi ancak sözlerinde durmayarak Avusturya, Fransa, İngiltere, Almanya, İtalya ve İsviçre’de bir dizi cinayet işlediler. Aynı şekilde daha fazla Avrupalı rehin almama taahhüdünde de bulunmuşlardı ama aldılar. O zamandan beri Mollaların Avrupalı rehin almadığı neredeyse bir gün geçmedi. Öte yandan 1980 yılında Jimmy Carter yönetiminden itibaren peş peşe gelen Amerikan yönetimleri, ‘İran ile konuş’ politikasını zaten denediler. Mollalar, Carter ile bir anlaşma imzalayarak daha fazla Amerikalı rehin tutmayacaklarının sözünü verdiler. Buna karşılık Washington da 1979 yılında Amerika’nın Tahran Büyükelçiliği’nin basılmasının ardından uyguladığı İran mal varlıklarını dondurma kararını yürürlükten kaldıracaktı. Bununla beraber görüyoruz ki İslam Cumhuriyeti, bugün bile Amerikalı rehinler alıkoyuyor ve bu rehinlerin sayısı bugün 14’e ulaştı. Herhangi bir taraf ile barış gerçekleştiremeyen zira halkı ile bile bir barış halinde olmayan bir rejimle başa çıkacak bir yöntem bulma umuduyla ‘İran ile diyalog’ politikasını denemeye çalışan yalnızca Batılı güçler olmadı. Aynı zamanda Suudi Arabistan’ın da Humeyni rejimi ile ilişkileri gözden geçirmeye dönük bir tasarısı vardı; Mollaları doğal dünyanın bir parçası olmaya ikna etmek amacıyla Tahran’da bir İslam zirvesi düzenlenmesine bile yardımcı oldu. Suudi Arabistan, bu uğurda İran ile petrol politikalarını da düzenledi ve başka bir iyi niyet göstergesi olarak İranlı hacılara görülmemiş bir pay ayırdı. Ama bunun karşılığı ne oldu? Bu girişime karşı önce Humeyni tarafından bir saldırı tasarlandı ve daha sonra İran’daki Suudi elçilik ve konsolosluk binaları yağmalandı. Türkiye de benzer bir tecrübe yaşadı. İran ile bir güvenlik komisyonu oluşturdu ve İranlı rejim muhaliflerine karşı sınırlarını kapattı. Türkiye’deki muhalif İranlılar ise ya kovuldu ya da Tahran rejimine bağlı ekipler tarafından kaçırılma teşebbüsleri karşısında yalnız bırakıldı. Ayrıca Türkiye, İran’ın ülkeye uygulanan yaptırımları delme çabalarında da önemli bir unsur halini aldı. Buna karşılık Mollalar, PKK’nın doğrudan İran sınırlarında bulunan Kandil Dağı bölgesinde üs kurmasına izin vererek Türkiye’yi ödüllendirdi! Aynı şekilde İran, Türkiye’de Hizbullah’a ait bir şube kurdu ki Türkler, bunu ancak on yıl geçtikten sonra ortadan kaldırabildi. ‘İran ile diyalog’ sloganı en yüksek sesine nükleer anlaşma ile birlikte ulaştı. Bu uğurda Başkan Barack Obama, BM Güvenlik Konseyi’ne destek oldu, Nükleer Silahsızlanma Anlaşması’nı görmezden geldi ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nu saf dışı bıraktı. Tüm bunlar Mollaların gönlünü kazanmak için özel tasarlanmış bir şey üretmek içindi. Obama, muhabbet bağı kurmak için başka bir girişimde daha bulunarak Tahran’a para kaçırılmasına da yardımcı oldu. Bununla beraber Obama Beyaz Saray’dan ayrılınca Mollalar, bu sözde tarihî anlaşma çerçevesindeki sözlerini yerine getirmez oldular. Bazı analistlere göre Mollalar, Rusya’ya karşı böyle bir muamelede bulunmaya cesaret edemezler. Zira Rusya, onların hilesine öyle kolay aldanmaz. Bu bakış açısını desteklemek için de 1984 yılında Beyrut’ta yaşanan bir hadiseyi anımsatıyorlar. Hatırlayalım Tahran, Saddam Hüseyin’e destek veren Moskova’yı cezalandırmak için Hizbullah ajanlarına dört Rus rehine yakalama emri vermişti. Anlatılanlara göre Ruslar, Humeyni’nin aynı zamanda Lübnan Hizbullahı’nın kurucusu olan Şam Büyükelçisi Ali Ekber Muhteşemi ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirerek ona reddedemeyeceği şu teklifi sundu: Rus rehineleri serbest bırakın yoksa Ruslar, yardımcı ekibinden dört kişiyi rehin alacak! Başkalarına karşı izledikleri politikaların acısını duymak istemedikleri için Mollalar ‘anlayış’ gösterdi ve Rus rehinleri serbest bıraktı. Şimdi ise görünen tablo şu şekilde: Rusya, 40 yıllık süre içerisinde uzun bir süre Mollaların diplomasisinin özünü oluşturan hileyi keşfetmenin eşiğinde. Geçtiğimiz Ağustos ayında Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Kazvin (Hazar) Denizi’nin yasal durumuna ilişkin bir sözleşme imzaladı. Anlaşma metnini kaleme alan Moskova, Rusya’nın bu denizdeki askerî varlığına tekel izni verdi. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, anlaşmayı övgüyle karşıladı zira Rus diplomasisi için büyük bir zaferdi. Bununla birlikte şimdi açıkça görülüyor ki Mollalar, Amerikalı, Avrupalı, Türk ve Arap liderlere yaptıklarının daha fazlasını Putin’e yapmak için kendilerine özgü hile mekanizmasını olabildiğince hızlı bir şekilde işletmeye başladılar. Evvelemirde Mollalar, yasal durumunu güvence altına almak için ‘anlaşma’yı yasa tasarısı olarak İslam Konseyi’ne sunmayı reddetti. Halbuki Hazar Denizi’ne kıyısı olan diğer tüm ülkeler yani Rusya, Kazakistan, Türkmenistan ve Azerbaycan bunu yaptı. Aynı şekilde Dışişleri Bakanlığı, daha özenli bir tercüme sunma vaadinde bulunarak anlaşmanın Farsça tercümesini de geri çekti. Bu hafta İran Dışişleri Bakanlığı Yasal İşler Dairesi, Ruhani’nin imzaladığı anlaşmanın ‘ancak Kazvin Denizi’ne kıyısı olan tüm ülkelerin su sınırlarını çizmesinden sonra etkin olacağını’ duyurdu ki bu süreç, seneler sürebilir. İran’da Kazvin Denizi’ne ilişkin meselelerin ilk yetkilisi Rıza Nizar Ehari’nin belirttiğine göre bir anlaşmaya varılıncaya kadar Kazvin Denizi’ne kıyısı olan ülkelerde senelik iki veya üç kez müzakereler yürütülecek. Azerbaycan’a yönelik ziyareti esnasında yaptığı açıklamada Ehari, Kazvin Denizi’nde karasuların ardında ortak bir alan belirlenmesinin gerekli olduğunu, böylece herhangi bir faaliyete ancak Hazar Denizi’ni çevreleyen ülkelerin oy birliği ile izin verilebilmesinin sağlanacağını ifade etti. İran bu şekilde Rusya’nın Kazvin Denizi’ndeki askerî tekelini belki sonsuza kadar gerçekleşemeyecek anlaşmalara bağlı kılmış oluyor. Bir diğer deyişle bu anlaşma, bugün Mollaların hile kulübüne katılma ihtimali bulunan Putin’i memnun etmek için imzalanan yalnızca kâğıt üzerinde bir anlaşmaydı. Kulüpte hevesli acemi Heiko Maas ile buluşur artık!
مشاركة :