ABD’nin tek başına dünya düzenini yönettiği bir ortamda Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından 1990’ların başından beri meydana gelen uluslararası gelişmeler, bu çağın güçlülerin çağı olacağını, Arap ve Müslüman halkların yanı sıra ikinci dünya ülkelerinden diğer halkların hukukunun önemsiz olmaya devam edeceğini teyit ediyor. Çünkü gücün himayesinde olan hak, kaybolma tehdidiyle karşı karşıya. ABD Başkanı Donald Trump, Güvenlik Konseyi’nin ve Birleşmiş Milletlerin(BM) yayınladığı uluslararası tüm kararları mutlak bir şekilde görmezden gelerek, İsrail’in Golan Tepeleri’ni ilhak etme kararını onaylamasıyla ilgili 25 Mart’ta bir tweet paylaştı ve ABD Dışişleri Bakanı da bunu hızlı bir şekilde destekledi. Çünkü Suriye rejimi ya da Arap Birliği, Trump’ın Balfour Deklarasyonu’nun 101’inci yıldönümünde Twitter üzerinden yaptığı açıklamayı kınamakla yetindi. Suriye rejimi, 9 Haziran 1967 tarihinde Golan Tepeleri’nin işgal edilmesinin ardından ulusal ordu kurma noktasındaki görev ve sorumluluğunu ihmal ederek, Golan Tepeleri’ni kurtarmak için silah ve lojistik bakımdan bir hazırlık yapmadı. Aksine rejim, ‘reform hareketi’ adı altında 13 Kasım 1970 tarihinde Baas Partisi’nden milliyetçi sol kanadını tasfiye etmek için iktidar çatışmasıyla meşgul oldu. Rejim, ulusalcılardan, milliyetçilerden ve solculardan müttefik kazanmak için özgürlük, demokrasi, siyasi çoğulculuk, ulusal birlik, tek bir Arap hareketi inşa etme ve insan haklarına saygı gösterme konusunda 16 Kasım bildirisinde dile getirdiği vaatleri unuttu ve çok geçmeden müttefiklerini zor duruma soktu. Devlet ve toplum yönetimini tek bir parti ve tek bir başkanla sınırlayan 1973 anayasasının 8’inci maddesi konusunda ısrar etmesinin ardından rejim, müttefiklerini Ulusal İlerici Cephe’den diskalifiye etti. Suriye rejimi, Ulusal İlerici Cephe’yi geriye iterek, formalite ve önemsiz bir cepheye dönüştürdü. Rejim, parçalanmış bir cepheyle Ekim 1973 savaşına girdi ve 1974 yılında İsrail’le çatışmasızlık anlaşması imzaladı. Rejim, Suriye ya da Golan halkının işgal güçlerine karşı herhangi bir direniş girişimini yasakladı ve bu girişimi suç saydı. Geçen yıl Rusya ve Türkiye arasında imzalanan, bölgesel ve uluslararası anlamda destek gören Soçi Anlaşması’na rağmen rejim, bugüne kadar iç çatışmayla ve askeri çözümle uğraşmaya devam ediyor. Rejim, İdlib’i kontrol etmek için İdlib’teki çatışmasızlık anlaşmasını hala ihlal ediyor. Rejim, askerlik ya da yedek için çağırdığı Suriyeli gençlerin yurt dışına ve Avrupa’ya kaçtıklarının farkında değil. Gençler, Suriyeliler arasındaki beyhude savaşın kurbanı olmak istemiyor. Bu savaşta herkes kaybetti. Amaç, Golan Tepeleri’ni kurtarmak olsaydı; on binlerce gönüllü genç, doğrudan savaşa katılırdı. Cenevre bildirisine ve 2254 sayılı uluslararası karara göre siyasi süreç için koşullar hazır. Siyasi süreç konusunda uluslararası fikir birliği mevcut. BM Özel Temsilcisi Pedersen’in açıkladığı üzere muhalefeti, rejimi ve sivil toplumu temsil eden anayasa komitesi tamamlandı. Ancak Tahran yolculuğu ile İran, Irak ve Suriye genelkurmay başkanları arasındaki toplantı, Rusya’nın onayıyla Cenevre’deki siyasi müzakere sürecini baltalamaya yönelik bir girişimdir. Bu durum, Suriye krizinin nihai çözümü, ülkenin ve halkın terör tehlikesinden kurtarılması, terörün yok edecek şartların sağlanması, diktatörlüğe son verilmesi, bölgesel ve yabancı askeri güçlerin ve silahlı militanların çıkartılması karşısında yeni bir engel teşkil etmektedir. Aynı zamanda bu durum, Libya, Yemen ve Irak gibi bölgesel krizlerin çözümüne giriş mahiyetinde geçici yönetim kurulu kurmak, geçici anayasa oluşturup referandum yapmak, kanunları değiştirmek, parlamento ve başkanlık seçimleri yapmak ve siyasi çözümü gerçekleştirmek için Suriye’de güvenli ortamın sağlanmasını engellemektedir. Zayıflık, bölünmüşlük ve parçalanmışlık nedeniyle Arapların mevcut durumu, Kudüs, Batı Şeria ve Golan konusunda çatışmaya uygun değildir. Arap Birliği, Bakanlar Konseyi ile zirve toplantılarında Başkan Trump’ın meydan okumaları karşısında karar ve uygulama bakımından anlaşmaya varamadı ve normalleşmeyi durdurma kararı alamadı. Yine Arap Birliği, İsrail’in 1967 sınırlarına çekilmesi esasına göre Arap barış girişimini geri çekme kararı alamadı. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, iki devletli çözümü tamamen görmezden gelerek, Batı Şeria’ya egemen olmaya ve Gazze Şeridi’ne saldırmaya devam etti. Netanyahu, Doğu Kudüs’teki evleri yıkmaya, halkı çıkartmaya, yerleşim birimlerini genişletmeye, Mescid-i Aksa’ya ve Gazze’ye saldırmaya devam etti. Netanyahu, Yahudi devletine dönüşme yasası çıkardı ve iki devletli çözümü bitirmek için Batı Şeria’yı ilhak etmek istiyor. Başkan Trump ise ABD Büyükelçiliği’ni Kudüs’e taşıma ve Kudüs’ü Yahudi devletinin başkenti olarak tanıma kararı aldı. Buradan, cumhuriyetçi yönetimi Kudüs ya da Golan kararından vazgeçirme konusunda Arapların mevcut durumuna ve Arap Birliği’ne güvenilmemesi sonucuna ulaşıyoruz. Umut, Filistin halkının direnişine ve 1948 yılında işgal edilen topraklar da dâhil olmak üzere Filistin’de devam eden mücadelesine bağlı. Umut, geri dönüş hakkına, Filistin’in kurtuluşuna ve geri dönüş yürüyüşlerine devam edilmesine bağlı. Suriye halkının umudu ise siyasi çözümün ardından işgale direnmek de dâhil olmak üzere Golan’dan vazgeçmeyip tüm meşru araçlarla Golan’ı kurtarmasına bağlıdır. Umut, Sudan, Cezayir ve Libya’da yeniden başlayan Arap Baharı devrimlerindedir. Ulusal, milliyetçi, solcu ve liberal devrimci güçler, Sykes-Picot Anlaşması’nın sınırlarının ötesinde çağa ayak uydurmak ve güçlülerin yarışına dâhil olmak için parçalanmışlığa son veren ortak bir Arap hareketi kurmaya çalışmalı ve bunun için koordine olmalıdır.
مشاركة :