Savaş çıkacak... çıkmayacak... çıkacak

  • 5/18/2019
  • 00:00
  • 1
  • 0
  • 0
news-picture

Bölgemizde silah gürültüsü duyulur duyulmaz gündemi takip edenler, olayı analiz edip sorgulamaya başladılar: Yakın bir gelecekte İran ve ABD arasında bir savaş mı başlayacak yoksa bu gürültü; kimin daha çok acıya dayanacağını ve kimin önce teslim olacağını belirleyecek karşılıklı manevralar mıdır? Bazıları doğru bazıları da hayal ürünü olan bir dizi varsayımın yanında ABD ve İran tarafları arasında da karşılıklı varsayımlar vardır. İran’ın çeşitli varsayımları: ABD’nin kapsamlı bir savaşa girişmeyeceği ve elindeki mevcut seçeneğin; “boykot” adımlarının kademeli olarak yükseltilmesi ile baskıyı yoğunlaştırmak olduğudur. Bir de buna aralarında B-52 bombardıman uçakları ve dev savaş gemileri diplomasisinin de olduğu orta menzilli bir askeri mekanizmanın eşlik ettiğidir. İran’ın bakış açısı ile bu boykotu aşmak için “karşı taktikler” kullanılabilir. Bu taktiklerin en alt sınırı; kaçakçılık ve İran ürünlerini açıktan ya da gizlice takas etmeye açık ülkeler ile takas yapmak veya petrol ürünleri fiyatlarında büyük bir indirime gitmektir. Yüksek sınırı ise AB’ye baskı yapmak, kendisini ABD ambargosunu kıracak pratik adımlar atmaya zorlamak için yeniden uranyum zenginleştirme faaliyetlerine dönmekle tehdit etmektir. Ayrıca orta menzilli bir karşı saldırı için Gazze’de ve hatta gerekirse Lübnan’daki kollarını harekete geçirerek İsrail’e baskı yapmak, Irak ve Yemen’deki diğer kolları ve farklı yerlerde kendi emri altında olan uyuyan hücreler aracılığıyla ABD menfaatlerini tehdit etmektir. Bunun İran’a birazcık Filistinli ve Iraklı kanı dökülmesi ve Yemen halkının daha çok aç kalmasından başka bir maliyeti yoktur. Bunların hepsi bedava olan çeşitli sloganlara batırılmış birkaç dolar destesine eşittir. Çizdiğimiz bu portre; ABD’nin Ortadoğu’da yeni bir savaşı kaldıramayacağından yola çıkan İran’ın, tehditlerin sıcak bir çatışmaya dönüşmeyeceği düşüncesine dayanan okumasıdır. Bu okuma aynı zamanda ABD gücünün azaldığından bahseden çalışmalarda yer alan Batılı analizlerle de desteklenmektedir. Aynı şekilde Başkan Trump’ın yürürlükte olan yasaları ihlal etmesi, ekonomik müttefikleri ya da ortakları ile kavga etmesi nedeniyle içeride oluşan sert kutuplaşma da ABD’nin uluslararası arenadan çekildiğini haber veren bir işaret olabilir. İran’ın bakış açısında zaman da çok önemlidir. Zira İran, mevcut idarenin bir sonraki seçimlerde kazanma şansı olmayacağı olasılığına göre hareket etmektedir. Dolayısıyla İran’a göre yaklaşık 1 yıl sonra düşme olasılığı bulunan mevcut idarenin “gıcıklıklarına” sabretmek en iyisidir. İran ile çatışma belki de mevcut idarenin yaklaşmakta olan seçimlerde oy oranının düşmesine ve Jimmy Carter senaryosunun bir kez daha ama aksi yönde tekrarlanmasına yol açabilir. 1979 yılında İran’ın, ABD’nin Tahran Büyükelçiliği’ndeki rehinleri serbest bırakmamakta inat etmesi Demokrat Jimmy Carter’in seçimleri kaybedip Cumhuriyetçi Ronald Reagan’ın Beyaz Saray’a yerleşmesine yardımcı olmuştu. İran’ın analizlere ve elbette umutlara dayalı varsayımları bu şekildedir. Bu varsayımlar ya da en azından bazıları ABD’nin de gözünden kaçmış değildir. ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun birkaç hafta önce Irak’a düzenlediği hızlı ve kısa süreli ziyaret, ABD menfaatlerini hedef alabilecek tehlikeleri azaltmak hatta Irak tarafını ekonomik ve siyasi olarak İran rejimi ile derinlere yelken açmama konusunda uyarmak için gerçekleştirilmiştir. Ancak bu varsayımların bazıları temenniler ibrettir. Çünkü ABD Başkanı’nın popüleritesi hala güçlü ve başkanlık koltuğunda 4 yıl daha kalma olasılığı yüksektir. Aynı şekilde Avrupalıların Washington’un politikalarını değiştirmeye güçlerinin yetebileceği varsayımı da uygulanamaz bir varsayımdır. Zira Avrupalıların Trump’ın politikalarını etkileme gücü yoktur. Ayrıca Tahran’ı destekleyerek gereğinden fazla ekonomik bedel ödemek de istememektedirler. İran’ın Avrupa’ya yönelttiği ve 1 ay içerisinde bir şeyler yapmaları yönündeki son tehdidi, karanlıkta yürümeye çalışmaya benzemektedir. Ancak diğer yandan; İran’ın özellikle Çin ve Rusya’nın Güvenlik Konseyi’nde kendisine verdikleri diplomatik desteğin ışığında ABD ile arasında yakın bir zamanda savaş olmayacağı gibi bazı varsayımları gerçeğe yakındır. İran’ın bakış açısıyla senaryo; çatışmayı yönetmek, zaman ve ihlallere oynamaktan ibarettir. Diğer yandan ABD yönetimi de savaş çıkarmaya değil krizi idare etmeye çalışmaktadır. ABD’nin varsayımları ise çoğunlukla; baskı ve ambargonun son tahlilde iki olasılığa yol açacağına dayalıdır. Birincisi; İran içerisinde rejimin varlığını sürdürme gücünü azaltacak ve daha geniş bir toplumsal hareketlenmenin çekirdeğini oluşturacak kritik bir kütlenin oluşmasıdır. Bu varsayımın gerçekleşme olasığılı da büyük ölçüde imkansızdır. Çünkü yoksul halklar ayaklanmazlar. Toplumda orta sınıf ve özgürlükler yoksa bu tür bir kritik kütlenin oluşumu yakın vadede mümkün değildir. İkincisi; İran rejiminin belki de Avrupa’nın yardımı ile müzakere masasına yönelip Dışişleri Bakanı Zarif’i müzakereleri yürütmesi için bu masaya göndererek az da olsa onurunu ve şerefini koruyacak şekilde boyun eğmesidir. Barack Obama yönetimi de İran içerisinde gerçekleşebilecek değişime bahis oynamıştı. Bu bahis; 2015’te imzalanan ve rejimi olduğu gibi tanıyan anlaşma aracılğıyla ılımlı kanadı desteklemeye ve kışkırtmaya dayanıyordu. Bunun, İran’ın devrime dayalı politik davranışlarının devlet davranışlarına dönüşmesine ve ılımlaşmasına neden olacağını umuyordu. Ancak bu bahis; İran rejiminin Nazizim’e benzeyen ve Obama idaresinin tam olarak anlamadığı ideolojik yapısı nedeniyle başarısız oldu. Obama idaresinin uzlaştırıcı politikası yanlış mesajlar gönderdi. Çünkü Tahran bu anlaşmayı sadece kendi rejiminin tanınması olarak değil, bölgede rahatça hareket etmesine izin veren bir belge olarak okudu. Hem İran hem de ABD tarafı pozisyonlarını, yukarıda da belirttiğimiz gibi bazıları hayal ürünü ve çok azı doğru olan varsayımlar üzerine kurmaktadır. İki taraf için de önümüzde duran çatışmayı yönetmenin en yakın yolu, kendisini başka sahalara ve bilhassa Arap sahasına yöneltmektir. Akan kan ne İranlı ne de ABD’li olmayıp Arap kanı olduğu sürece Filistin, Irak, Yemen ve diğer Arap bölgelerinde Arap kanının feda edilmesi iki taraf için de sorun değildir. Her iki tarafta, birbirleri ile doğrudan çatışmak yerine bu kanı, çatışmanın yakıtı olarak kullanmaya hazırdırlar. İç savaşların yaşandığı ve siyasi bahislerin değiştiği bir Arap sahnesinde İran-ABD çatışması, büyük olasılıkla bir Arap toprağında gerçekleşecek ve bedeli de Arap kanı olacaktır. Kapsamlı bir İran-ABD savaşına yönelik korkutmalar medyanın ümitlerinden ibarettir. Çünkü Tahran ve Washington’da herkes bu savaşın maliyetinin ağır olacağını iyi bilmektedir. Tanık olduğumuz şey; ABD’li işadamının araçlarının “uzlaşma” amacı taşıyan pazarın araçları ile çatışmasından ibarettir. Araplar bu senaryo ile bekleyerek, izleyerek ve felaketi karşılayarak değil, kolaydan zora kademeli olarak çözüme kavuşturulmasının iyi olacağı bazı Arap anlaşmazlıklarını hemen ve ciddi bir şekilde çözüme kavuşturarak yüzleşmelidirler. Arapların çıkarlarını ve kanlarını koruyacak kritik Arap kütlesini oluşturmalıdırlar. Bu kütlenin;dikkatli ve çatışmaya dair bir düşüncesi olması ve İran’ın önerdiği siyasi projeye alternatif ikna edici bir proje yaratması gerekmektedir. Son olarak; İran’ın yıkım gücü çok büyük, kapsamlı bir çatışma gücü ise düşüktür. Bu nedenle o, birincisini seçip ikincisinden kaçınmaktadır.

مشاركة :