İranlı sinemacılar rejimin otoritesini kırdı

  • 11/20/2019
  • 00:00
  • 1
  • 0
  • 0
news-picture

Ali Ata* İranlı film eleştirmeni Hamid Reza Sadr’ın kaleme aldığı ‘İran Sineması: Siyasi Bir Tarih’ (Iranian Cinema: A Political History) adlı kitap tam da İran’ın dört bir yanında protesto gösterilerinin düzenlendiği bir zamanda elime geçti. Kitap okura, Yeni İran Sineması’nın İran toplumundaki bazı gizli öğeleri tasvir etmeleri ve rejimin baskısı altında halkın özellikle de kadınların çektiği sıkıntıları anlayabilmeleri konusunda üstlendiği rolü görme fırsatı sunuyor. İranlı yetkililerin bazı filmleri yasakladıkları ve bazı yönetmenleri de hapse attığı biliniyor. Ancak tüm bunlar Yeni İran Sineması’nın rejimin ideolojik duvarlarının ötesine geçmesini engelleyemedi. İran sineması ilk ortaya çıktığında ülke henüz Muzaffereddin Şah’ın başında olduğu, feodalizmden kurtulamamış otokrat bir monarşiyle yönetiliyordu. Muzaffereddin Şah’ın yurt dışı gezileri ‘sihirli fener’ olarak tanımlanan sinemanın İran’a gelmesinde önemli rol oynadı. 1900 yazında Şah, Mirza İbrahim Han Akkasbaşi (fotoğrafçı) ile yaptığı Avrupa gezilerinden birinde gördüğü ekranda dans eden hareketli görüntülerden etkilenmişti. Akkasbaşi’nin babası, Şah’a 10 yıl boyunca Avrupa seyahatlerinde eşlik eden çini fotoğrafçısı Mirza Ahmed Ziya es-Sultane idi. Muzaffereddin Şah, Avrupa turu sırasında yaptığı Belçika ziyaretinin kayda alınması için bir kamera satın aldı. Böylece Muzaffereddin Şah’ın Belçika ziyaretinin amatör çekiminin İran sinemasının ilk filmi, Akkasbaşi’nin de ilk İranlı sinematograf olduğu söylenebilir. Akkasbaşi elbette sanatını insanların hikayesini anlatmak için kullanmadı. Fakat geriye kraliyet saraylarının ve seçkin elitlerin evlerinden kesitler bıraktı. İngilizce olarak Londra merkezli Tauris Yayın Evi tarafından basılan Hamid Reza Sadr’ın kitabı Arapçaya da geçtiğimiz yıl vefat eden Ahmed Yusuf’un çevirisiyle Kahire’deki Ulusal Çeviri Merkezi tarafından kazandırıldı. Kitabın yazarı olan İranlı film eleştirmeni Hamid Reza Sadr, 1956 yılında doğdu. Avrupa’nın çeşitli yerlerinde üniversitelerde İran sinemasıyla ilgili konferanslar veren Sadr, kendisini düzenli bir sinema izleyicisi yerine koyan eleştirileriyle ve izleyiciye hitap eden değerlendirmeleriyle biliniyor. Sadr ayrıca ‘Komedi Sineması’ ve ‘Rüzgara Karşı: İran Sinemasında Siyaset’ adlı kitaplar kaleme aldı. Bazı kitapları Farsçadan İngilizceye çevrilen Sadr ayrıca Anthony Hopkins, Peter OToole, Mike Leigh ve Carlos Saura gibi sinemanın tanınmış birçok uluslararası simasıyla da röportajlar yaptı.Film sansürü Sadr’ın 383 sayfalık kitabına göre İrandaki ilk sinema filmi, Mirza İbrahim Han Sahafbaşi tarafından çekildi. İlk filmler kraliyet sarayındaki karma salonda perdeye yansıdı. Ardından kadınlar ve erkekler filmleri ayrı salonlarda izlemeye başladılar. İranda ilk halka açık sinema salonu 1904te hizmete girdi. Ancak bazı din adamları, sinemayı ‘şeytan işi’ diyerek kınadı. Daha sonra Şah sinemaları kapatma kararı aldı. Sahafbaşi’nin mallarına el konuldu ve ailesiyle birlikte yurt dışına sürüldü. Ardından Ermeni asıllı İranlılar, İran sinemasının gelişiminde hayati rol oynadılar. 1910 yılında henüz 12 yaşında olan Ahmed Şah tahta geçti. Aynı yıl Ermeni asıllı Artashes Patmgrian yeni bir sinema salonu açtı. Ertesi yıl George Ismailov da bir sinema salonu açtı ve Lumière kardeşler, Gomon ve Paté gibi isimlerin filmlerini gösterdi. Sinema ve eski bir halk sanatı olan ‘taziye’ (Kerbela’da yaşananları canlandıran temsiller) gösterileri arasındaki çatışma bu dönemde doruğa ulaştı. Sinemayı baltalamak amacıyla taziye gösterileri daha fazla yapılmaya başladı. 1911 yılına gelindiğinde vaktinin büyük bir bölümünü Avrupa’da geçiren çocuk yaştaki Şah’ın ülkesinde kaos yaşanmaya başladı. Hükümetten yardım görmeyen halk kitlelerinin muhalefetiyle Kaçar Hanedanlığı sona gelmişti. 1924 yılında Felix adlı bir tüccar başkent Tahran’da ‘Grand Cinemas’ın açılışını yaptı. Bu sinemaların en belirgin özelliği kadınlar için ayrı salonlarının olmasıydı. Ekim 1925’te Ahmed Şah saltanatı Pehlevi Hanedanlığı’nın kurucusu Rıza Şah’a resmen devretti. 6 yıl sonra hükümet ülkenin bir tarım toplumu olması nedeniyle bundan böyle sinemaların akşam seanslarında en son çıkan tarım yöntemlerinin gösterilmesi için bir kararname çıkardı. Rıza Şah’ın hükümranlığı boyunca sinemalarda sıradan insanların gerçekçi tasvirleri yer almadı. İran sineması onlarca yıl paternalist bir yol izledi. Söz konusu dönemde toplumun sadece yüzde 20’si okur-yazardı ve okuma-yazma bilmeyenler için tek kitap sinemaydı. Bu nedenle sinema Şah’a bağlı yeni bir İran devleti oluşturmak için güçlü bir araç haline geldi. 1930 yılında ilk uzun metrajlı film, Ovanes Ohanian yapımı ‘Abi ve Rabi gösterildi. Altmış dakikalık sessiz filmin başrolünde İranlı oyuncular Mohammad Khan Zarrabi ve Gholam Ali Sohrabi yer aldı. Komedi filmi olan Abi ve Rabi’de iki Batılı kafadarın öyküsü anlatılıyordu. 1930-1937 yılları arasında çoğu komedi dalında olan ancak sıradan insanları izleme özlemiyle çekilen 9 uzun metrajlı film yapıldı. Sadr kitabında İran sinemasını 1900’lerden 1920’lere kadar olan serüvenini birinci bölümde, 1920lerden 1940lara kadar olan serüvenini ikinci bölümde ardından 1960’lar, 1970’ler, 1980’ler ve 1990’ları ayrı bölümlerde ele alıyor. Son olarak dokuzuncu bölümde İran sinemasının 2000 - 2005 yılları arasındaki serüvenine değinen yazar iyi veya kötü tarih boyunca İran sinemasının halkın dilinden konuştuğunu ve halkında kendi dilini sinemadan öğrendiğini söylüyor. Sadr, İran filmlerinin ‘siyaset, ideoloji, mezhep’ veya en azından ‘inanç’ üzerine kurulu olduğunu da açıkça belirtiyor. Yazara göre İran sinemasında zayıf senaryolar, tekrar eden mesajlar, birbirinin kopyası olan hikayeler ve ezik karakterler bile her zaman siyasi olmakla suçlandı. Mutlu sonlar karakterlerin intikamını alamadı ama yaşanabilecek daha iyi bir toplum hayaliyle büyüdü.Sinema heyecanı İran sineması, az sayıdaki istisnalar dışında yaratıcılık arayanların genel olarak ilgisini çekmeyi başaramadı. Ancak filmlerde İran kültürünün yansıtılıp yansıtılmadığını merak edenler, İran sinemasını ilgi çekici ve bazen de ürkütücü bulmaya devam ediyor. İran siyaseti ve sineması üzerine bir kitap yazmaya, İran’ın dünya çapında ses getiren iddialı yapımlara imza attığı ve uluslararası film festivallerinde gösterildiği 1993 yılında karar verdiği belirten Sadr, söz konusu dönem İran’ın film endüstrisi sayesinde kültürel olarak yeniden doğduğunu söylüyor. 1970lerin başlarında bir dizi başarılı filme imza atan İran sineması, 1980’lerde neredeyse yok olmanın eşiğine geldi. 1979’daki devrim günlerinde adeta dibe vuran İran sineması son yıllarda çok sayıda sinemaseverin ilgisini çekmeyi başardı. 1990’lı yıllarda uluslararası başarı yakalamış Abbas Kiyarüstemi, Muhsin Mahmelbaf, Mecid Mecidi ve Rahşan Beni İtimad gibi isimlerin tekrar ortaya çıkmasıyla birlikte İran sineması 10 yıllık gerilemenin ardından yeniden doğdu. İran’ın önde gelen yönetmenleri dünya sinemasının profesyonelleri için tanınır isimler haline gelirken filmleri dünyanın dört bir yanından övgüler aldı. Sadr’a göre bu dönüşümün arkasında bazen sinemaya yabancı izleyicilerin gözünde hükmetmek isteyen bir siyasi arka plan yatıyor. Uluslararası film festivallerine katılan Hamid Reza Sadr sürekli olarak “İran filmlerinde toplum neden beklentilerimizden bu kadar farklı bir şekilde betimleniyor?” ve “İran filmleri, ülkenizin Batıdaki olumsuz imajının aksine bu hümanist kavramları nasıl içerebiliyor?” gibi zor sorularla karşılaşıyor.  Kitabında İran filmlerini, temalarını ve karakterlerini zamanlarının sosyal ve politik bağlamında incelemeye başlayan Sadr, 1990ların sonlarında yurt dışında yayınlanan İran filmlerinin çoğunun azap içindeki masum çocukluğun duygusal ve vicdani çerçevesine dayandığının cevaplarını aradı. Sadr’a göre görünüşte apolitik olan bu filmler, çağdaş İrandaki siyasi durumun bir yansımasıydı. Çocuklar İran halkının bir resmini sunuyorlardı. İnsan, İran sinemasını inceledikçe seyirciler üzerinde nasıl etki yarattığıyla ve halk üzerinde nasıl etkili olduğuyla ilgili daha çok şey öğreniyor. Her halükarda bu analiz, İranlı film yapımcılarının, özellikle kadınları ötekileştirme konusunda ısrarcı olan ideolojik ve köktenci bir rejimden ayrılma arzusunun doğması kaçınılmaz olan karakterlerin canlandırılmadığı filmler aracılığıyla dünyaya görüşlerini ifade etmek için son derece zor koşullarda çalışmaktan yıldırmamalı. Özellikle kitabın, İran sinemasının 2000-2005 yıllarını anlatan son bölümünde Babak Payaminin yönetmenliğini üstlendiği ve Afganistanda çok genç yaştaki bir kadının idamını anlatan ‘İki Düşünce Arasındaki Sessizlik’ filmine ve İranlı kadın yönetmen ve senarist Samira Mahmelbaf’ın dünyanın dört bir yanından 10 yönetmen ile birlikte üstlendiği 11 dakika 9 saniye ve bir kareden oluşan "11’09’’01" adlı filmde yer aldığına dikkat çekiliyor. Kitapta ayrıca Sadık Barmak’ın Taliban yönetimi altındaki Afganistan’ı anlatan ‘Usame’ filmi de yer alıyor.*Independent Arabia’da yayınlanan bu analiz Şarku’l Avsat tarafından çevrilmiştir

مشاركة :