Dünyada büyük dönüşümlerin yaşandığı 1949 yılının Kasım ayı, Libya için bir diriliş ayıydı. İkinci Dünya Savaşı sona ermiş ve dünya güç endüstrisinde yeni bir aşamaya girilmişti. Bir tarafta ABD liderliğindeki Batı Bloğu diğer tarafta ise Sovyetler Birliği liderliğindeki Doğu Bloğu. Muzaffer olan güçler Potsdam ve Yalta konferanslarında mağlup olan tarafın mirasını bölüşmek için bir harita çizdiler. Muzaffer güçlerin konumu, yeni uluslararası haritanın hatlarını belirleyecek olan ölçekti. İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden sonra Libya, güçlerini Sirenayka ve Trablus’ta konuşlandıran İngiltere ile Fizan bölgesini kontrolü altında bulunduran Fransa arasında bölünmüştü. İngiltere kendisini Libya’yı, Soğuk Savaş ve NATOnun kuruluşu ile birlikte ABD’den ve İtalyan faşizminden kurtarıcı ülkesi olarak görüyordu. Nitekim Libya toprakları Komünist blok ile olan mücadelede bir askeri ve güvenlik üssü olarak kabul edildi. Libya, Müttefikler ile Eksen arasında kanlı savaşların yaşandığı bir ülkeydi. Uluslararası politika, silahlı çatışmaların ardından Libya üzerine mücadele etmeye başladı.İkinci Dünya Savaşı’ndan galibiyetle çıkan muzaffer güçlerin masasında şu soru vardı:Libya kimin olacak? Libya, savaşta yenilen bir güce boyun eğen bölgedeki tek ülkedir. Nitekim doğusunda bulunan Mısır ve Sudan, muzaffer olan güçler arasında bulunan İngiltere’nin boyunduruğu altına girdi. Yine batısında yer alan Tunus, Cezayir, Fas ve Moritanya ise muzaffer güçler arasında bulunan Fransa’nın kontrolüne girdi. Siyasi bir savaş başladı ve sonrasında bir kez daha askeri savaş depremi Libya topraklarını sarstı. Bunu takiben muzaffer olan Sovyetler Birliği, mağlup İtalya’nın mirasından pay almak hususunda ısrar etti. Güçlerini Sirenayka ve Trablus’ta konuşlandıran İngiltere ve Fizan bölgesini kontrol eden Fransa ne pahasına olursa olsun taviz vermeyi reddettiler. Fransa’nın kendisinin bir parçası olarak kabul ettiği Cezayir’deki varlığı ve Fizan’a sınırı olan Çad ve Nijer’i sömürgeleştirmesi, onun bölgedeki varlığını müzakere edilemez kılıyordu. İngilizler dikkatlerini Mısırın bitişiğinde bulunan Sirenayka’ya verdiler. Hindistanın bağımsızlığından sonra Birleşik Krallık dışındaki en önemli siyasi varlıkları burada bulunuyor ve buradaki Süveyş Kanalı batı ile doğu arasındaki temas noktasını oluşturuyordu. İngiltere burada politik, güvenlik, ekonomik ve askeri açıdan kendisine bağlı olan bir emirlik kurmak istiyordu. Sovyetlerin İtalyan mirasından pay alma konusundaki ısrarı nedeniyle İngilizler, Trablus üzerindeki vesayetin paylaşımına ilişkin Bevin-Sforza Planı’nı sundular. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından karar mercii olan büyük devletlerin masalarında ‘Libya devleti fikri’ yer almadı. En az on yıl boyunca ülkenin üç bölge halinde büyük devletlerin vesayeti altında olması ise gözde olan seçenekti. Burada kendini bölgesel ve uluslararası siyasi sürece dayatan hâkim gerçekler vardı. Bu gerçekler, Libya ulusal güçlerinin bağımsızlık ve üç bölgeyi de içeren bir Libya devletinin kurulması konusundaki ısrarı, Bevin-Sforza Planı’nın halk tarafından reddedilmesi ve Batı Bloğu’nun Kuzey Afrikadaki herhangi bir Sovyet varlığına karşı olmasıydı. İngilizler siyasi ve stratejik bir zihniyetle Libya dosyasını ellerinde tuttular. Nitekim Libya siyasetinin ulusal güçleri ve savaş güçleriyle bir araya geldiler. İdris es-Senusi ile her kesimden Libya elitleriyle doğrudan temaslarda bulundular. İngilizler, Libyalı siyasal figürlerinin, bağımsızlık ve Libya devletinin kurulmasını talep etmek üzere Birleşmiş Milletler’e (BM) yönelik hareketliliklerini desteklediler. Ancak Libya’nın bu ulusal talebine uluslararası alanda geniş bir muhalefet vardı. Çünkü Libya, bağımsızlık konusunda Tunus, Senegal, Cezayir, Gana ve diğer ülkeler gibi Afrikadaki bir dizi sömürgeden daha nitelikli değildi. Öte yandan Afrika’daki sömürgecilik karşıtı dalga henüz patlak vermemişti. Fransa ve İngiltere savaşta muzaffer olan ülkelerdi ve doğrudan ya da dolayı olarak sömürgelerini kontrol altında tutuyorlardı. Dolayısıyla Libyanın bağımsızlığı bu aşamada neredeyse istisnai bir projeydi. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu 21 Kasım 1949da Libya’nın bağımsızlığına dair kararı çıkardı. Kararda şu maddeler yer alıyordu: - Sirenayka, Trablus ve Fizan’ı kapsayan Libya, egemenlik sahibi bağımsız bir devlet olacak. - Bu bağımsızlık, en geç 1 Ocak 1952ye kadar, mümkün olan en kısa sürede etkinleştirilecek. - İçinde hükümet şeklinin de yer alacağı Libya anayasasına, Sirenayka, Trablus ve Fizan’dan temsilciler karar verecek. Kararda yer alan geri kalan maddelerde ise bağımsız bir Libya devletinin kurulmasına yönelik adımların somutlaştırılması bağlamında yapılacak pratik çalışmaların usulüne ilişkin ayrıntılar bulunuyordu. BM Genel Kurulu tarafından devletin kurulması için belirlenen süre oldukça kısaydı. Nitekim birtakım siyasetçiler Libyalıların bu kadar kısa sürede bu kararı uygulayabileceklerinden emin değillerdi. Zaman kemendine galebe çalabilecek asıl etken Libyalıların iradesiydi. Devlet olma sürecine ulusal düzeyde öncülük eden taraflar arasındaki uzlaşılar, çözümler ve tavizler yeni bir çağın kapısını araladı. Bu rüya için onlarca yıl İtalyan sömürgeciliğine karşı mücadele edildi ve hayatlar feda edildi. Anayasa hususunda rekor sürede başarı elde edildi ve 24 Aralık 1951de siyasi ve idari düzenlemeler yapıldı. Birleşik Libya Krallığı, BM Genel Kurulu tarafından belirlenen tarihten birkaç gün önce kuruldu. Libya devleti, uzun yıllar süren bir cihadın, ulusal iradenin, dengelerin ve Soğuk Savaş dönemine hâkim olan uluslararası çatışmaların rahminden doğdu. Geçen perşembe günü bu tarihi olayın 70’inci yılıydı. Ben, BM Genel Kurulu tarafından alınan kararın ikinci gününde dünyaya geldim. O günden bu yana bu tarihi, varlığımda ve ömür seyrimde beraberimde taşıyorum.
مشاركة :