Tarık eş-Şami* ABD yönetiminin, İsrail’in Batı Şeria’daki yerleşim birimi faaliyetlerini yasadışı olarak görmediğini açıklaması, yalnızca Washington’ın 50 yıldır sürdürdüğü dış politika ilkelerini çiğnemekle kalmadı, aynı zamanda ABD’deki bazı uzmanlar ve araştırmacılar açısından Pax Americana’nın (Amerikan Barışı) sonun geldiğini de gösterdi. Pax Americana terimi, İkinci Dünya Savaşının sona ermesinden bu yana göreceli olarak dünya barışını sağlayan Amerikan hegemonyasını ifade ediyor. ABD’nin askeri, ekonomik ve diplomatik gücüne dayanarak, ülkelerin bir birilerinden intikam alma ya da misillemede bulunma girişimleriyle üçüncü dünya savaşının patlak vermesini engellemenin yanı sıra uluslararası ekonomik ve diplomatik kurumlar kurmaya büyük katkılar sunması sonucu Pax Americana terimi ortaya çıktı.Geleceğe yönelik zararları ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo tarafından yapılan ve ABDnin işgal altındaki Batı Şeriada bir çeşit İsrail hegemonyasını tanınması olarak kabul edilen açıklama, yalnızca buna karşı çıkan Birleşmiş Milletler (BM), Avrupa Birliği (AB) ve Arap ülkeleri için değil aynı zamanda ABD Kongresi’nin birçok üyesi ve düşünce kuruluşları için de sürpriz oldu. Söz konusu düşünce kuruluşlarından bazıları, Pompeo’nun açıklamasının yalnızca Filistinlilere ve duran barış sürecine zarar vermeyeceği, aynı zamanda ABD’nin Rusyanın Kırım’ı ilhak etmesine karşı çıkmasına, Çinin Tibeti yutmasına itiraz etmesine ve Pekinin gelecekte Güney Çin Denizini kontrol etme girişimlerini engellemesine de engel olacağı konusunda uyardılar. Ayrıca bu durumun ABDnin gelecekte sınırlarını tarihi, etnik veya ideolojik gerekçelerle genişleten uluslararası güçlerin iddialarını çürütme çabalarına da zarar vereceğinin altını çizdiler. Strateji uzmanı Michael Moran, Foreign Policy dergisinde kaleme aldığı makalede şu ifadelere yer verdi; “ABD, 21. yüzyılın başından bu yana uluslararası politikadaki gücünü ve dengeleyici etkisini ortaya koymak için çok az şey yaptı. 2003 yılında tam bir hata olan Irak işgaliyle günümüze kadar süren bir yangının fitilini ateşledi. Küresel mali piyasalara körü körüne duyduğu yanlış inanç, dünyanın farklı bölgelerinde popülizmin dönüşünde etken olan 2009 yılındaki küresel ekonomik durgunluğun başlamasına yol açtı. ‘Önce Amerika’ diyen Donald Trump, Irak savaşı ve küresel ekonomik durgunluğun bir sonucu olarak iktidara geldi.”ABD uluslararası nüfuzunu yavaş yavaş kaybediyor Trump yönetiminin Batı Şeriadaki İsrail yerleşim birimlerini tanıma kararı, dünyanın en önemli ve etkili ülkesinin düşüşünün başlangıcı olarak görüldü. Bu karar, Washington’ın İsrail’in lehine adil bir çözümden kaçındığını gösterirken, İkinci Dünya Savaşı sonrası üstlendiği yükümlülüklerinden kurtulacağı bir zemin hazırlıyor. Tıpkı Britanya İmparatorluğu’nun sonlarında olduğu gibi. Trump belki de daha sonra, karmaşık uluslararası çatışmalardaki dengeleyici rolünü terk ettiğinin ve bir daha asla geri dönmeyecek uluslararası nüfuzunu ve hegemonyasını yavaş yavaş kaybettiğinin farkına varacaktır. ABD’nin bu çatışmalar arasındaki dengeleyici rolünü sona erdirecek tutumları, tıpkı Suriye örneğindeki Rusya ve Türkiye gibi özel ilgi alanları olan diğer uluslararası aktörlere açık kapı bırakacaktır. Her ne kadar 1960’larda Vietnam savaşı ve 2003’te Irak işgali gibi hatalar yapsa da tarih, küresel istikrarın gelişmeye devam etmesi için ABD ekonomisinin hayati önem taşıdığını söylüyor. Öte yandan tıpkı İngilterenin 1921de İrlanda, 1931de Güney Afrika, 1947de Hindistan ve 1949da Filistin örneklerinde aldığı derslerdeki gibi bu tür adımlar bir tehdide dönüşecektir. Zira o dönemlerde İngilizlerin bu yerlerden çekilmesi kısa vadede akıllıca bir hareket gibi görünse de aslında tüm tarafların intikam için girdikleri ve onlarca yıl süren çatışmaların önümü açmıştı.İdeoloji korkusu ABD’nin gücü ile Britanya İmparatorluğunun durumu karşılaştırıldığında, ABD daha güçlü görünüyor. İkinci Dünya Savaşı sona erdiğinde, İngiltere yarım milyon vatandaşını kaybetmişti. Şehirleri ve fabrikaları bombalanmış, ekonomik olarak tarumar olmuştu. 1950lerin ortasına kadar kotalı gıda dağıtımı politikaları devam etti. Ancak ABD, şu anki problemi servet yaratma değil, servetin nasıl dağıtıldığı olan zengin ve gelişmiş bir ülkedir. ABD’nin en uzun süreli ekonomik büyümesini sürdürdüğü ve Amerikan teknoloji şirketlerinin küresel emsallerinden üstünlüğünü koruduğu bir dönemde dünyadan ve çatışmalarından elini eteğini çekmek için acele etmesi ideolojik korkudan başka bir şey değildir. 1000 yıllık geçmişleri olan diğer ulusları geride bırakarak, dünyada baskın bir konuma yükselen ABD’nin eline Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra orta çıkan geçici tek kutuplu dönemden karşıt taraflar arasında dengenin kurulduğu ve karşılıklı ortak çıkarların korunduğu bir döneme geçişi yönetmesini sağlayacak fırsatlar geçti.Obama ve Trump Dünyanın ekonomik durgunluğa girdiği 2009 yılında göreve gelen eski ABD Başkanı Barack Obama, ABD dış politikasının sonuçlarıyla ilgilenirken oldukça dikkatli davrandı. Libya’ya müdahalede Fransa’ya, Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline karşın Almanya’ya öncü rol vermiştir. Japonya, Çin, Hindistan ve diğerlerini ABD’nin tarihi olarak üstlendiği askeri ve mali yükü paylaşmaya zorlamak gibi sorunları görmezden gelirken, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankasında herhangi bir reform yapma konusunda başarısız olmuştur. Ancak Donald Trump göreve gelmesinden bu yana NATO ülkelerine Japonya’ya ve Güney Koreye savunma harcamalarındaki paylarını omuzlama çağırısı yapıyor. Yeni ABD yönetimi bu çağrılarının oluşturduğu baskının yanı sıra Başkan Trump’ın taleplerini yerine getirmedikleri sürece Avrupa, Japonya ve Güney Kore ile yaptığı anlaşmalardan tek taraflı olarak çekilme tehdidinde de bulundu. Fakat bu politika henüz işe yaramadı.Şaşırtıcı değil Washington’daki birçok gözlemciye göre Trumpın İsrail yerleşim birimleriyle ilgili kararı kimse için şaşırtıcı olmamalı. Çünkü bu karar Washington’ın kuruluşunu dikkate almayan bir başkan tarafından alındı. Ayrıca gözlemciler, bu kararın, dini kehanetleri sebebiyle İsraili destekleyen muhafazakâr Evanjelik seçmenlere verilmiş bir hediye olduğunu düşünüyorlar. Bu da ABD’nin yönetim politikasındaki üçüncü değişiklik anlamına geliyor. Washington merkezli Brookings Enstitüsünde araştırmacı olan Scott Anderson’a göre ilk değişiklik; ABD Büyükelçiliği’nin Kudüse taşınması, ikinci değişiklik ise; İsrailin Golan Tepeleri üzerindeki egemenliğinin tanınmasıydı. Kararı, ‘Binyamin Netanyahunun siyasi geleceğini tehdit eden şiddetli bir tartışmanın ortasında gelen destekleme girişimi’ olarak niteleyen Anderson, ancak Filistinliler ile İsrailliler arasındaki durumun istikrarsız olduğunu belirtti. Bu karar, tıpkı Michael Moranın dediği gibi sonraki başkanların bölge siyasetine katılmak veya bölgeden çekilmek gibi zor bir seçim yapmalarını gerektiren can sıkıcı bir karardır. ABDnin çekilmeyi tercih ettiği bir dünyada, saldırgan güçler karar vericiler olacaktır. 18. yüzyılın sonunda Rus İmparatoriçesi II. Katerina döneminde Rusya, Kırımı işgal etmişti. Şimdi ise Çin, Güney Çin Denizinin sularında hakkı olduğunu iddia ederek, ‘dokuz çizgili hat’ haritası çizerken, ABD, bu zorluklar karşısında nasıl bir tutum sergileyecek?*Independent Arabiada yayınlanan bu analiz Şarkul Avsat tarafından çevrilmiştir
مشاركة :