Suudi Arabistan Arap Dünyasında liderliğe oynuyor

  • 12/13/2019
  • 00:00
  • 3
  • 0
  • 0
news-picture

Suudi Arabistan Krallığı, Körfez Zirvesini tüm üyelerinin katılımıyla toplamak için büyük çaba sarf etti. Bu çabanın, Arap çıkarlarının gerektirdiği üzere Körfez ülkelerinin kendi aralarında uzlaşması için önemli bir adım olduğunu ifade etmeliyiz. Umut edilenlerin hepsi gerçekleşmese de doğru yol belirlendi ve muhtemel tüm sorunlara çözüm imkânı oluşturuldu. Arap ülkeleri toplumlarında uzun yıllardır süregelen kutuplaşma son yıllarda artmış durumda, son olarak Irak ve Lübnan’da halk ayaklanmaları gerçekleşti. Arap Birliği Sudan’daki değişim taleplerini gözlemleyerek, bu büyük ülkedeki değişimi iyi okumayı becerdi. Aynı şekilde Birleşik Arap Emirlikleri Sudan’ın komşuları Afrika Boynuzu ülkeleri Eritre ve Etiyopya’ya da destek sağlama yoluna gitti. Nahda barajından kaynaklanan sorunlarından ötürü dolaylı olarak Mısır’ı da ilgilendiren bu destek son derece kritik bir anlama sahipti. Irak, Suriye, Lübnan, Yemen ve Libyada devam etmekte olan trajediler, diğer Arap Birliği ülkelerinin de ulusal bütünlüğüne ve geleceğine etki ediyor. Bu ülkelerdeki yönetim zaafları İran ve Türkiye’nin bu durumdan faydalanarak müdahale etmesine olanak veriyor, bu ülkelere bağlı milis güçlerin eylemleri de toplumsal kaosun artmasına katkı sağlıyor. İsrail’in Filistin’e yönelik Siyonist işgali dolayısıyla Arap ülkeleriyle geçmişten gelen ihtilafı zaten biliniyor. Böylelikle bu üç ülke ile husumetin doğması kaçınılmaz oluyor, ki buna sebep hastalığın ilk aşamalarında teşhisin konulmayışı ve müdahale edilmeyişidir.   1950lerde Ortadoğu’da nüfuzu paylaşan iki eksen vardı: Mısır-Suudi ekseni ve Haşimi ekseni. Her iki eksen de Araptı, ancak Haşimiler diğer eksene karşı durabilmek için Cento’dan (Bağdat Paktı) yardım istedi. Bugünlerde durum daha vahim, zira yine iki eksen var ancak ikisi de Arap değil, İran ekseni kendini ‘direniş ekseni’ olarak adlandırıyor. Türkiye ekseni de iki gerekçeyle Arap ülkelerine müdahale imkanı buluyor, siyasi İslam başlığı altında ve Suriye ile Irak’taki Kürt oluşumlarıyla mücadele etme gerekçesiyle. Türkiye’de on milyondan fazla kürdün yaşadığını da belirtmeli. Suriye meselesi ise çok karmaşık, zira Türkiye, İran’a ek olarak ABD ve Rusya’da bu ülkede bulunuyor. Lübnan ve Irak’ta İran eksenine başkaldırı anlamını taşıyan, gençlerin öncülük ettiği protesto gösterileri devam ediyor. Suudi Arabistan bu ülkelerin iç işlerine doğrudan müdahale etmese de Körfez Zirvesi’ni toplaması; İran ve Türkiye nüfuzuna karşı önlemler alma amacı da taşıyor. Körfez ülkelerinin önümüzdeki süreçte Irak, Lübnan ve Suriye’de daha aktif rol alması bekleniyor. Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı  Faysal bin Ferhan’ın bu ülkeleri fırtınada yalnız bırakmayacakları yönündeki açıklaması da bu çerçevede değerlendirilebilir. İlim insanları “MakasıdüŞeria” yani İslâm’ın getirdiği hükümlerin gayelerinin en başında, insan canının korunması geldiğini, akıl, din, nesil ve mülkiyetin korunması ise bunun peşi sıra değerlendirildiğini söyler. Bireysel dolayısıyla toplumsal hayatın değerini gösteren temel bir ilkedir bu. Suudi Arabistan yönetiminin açık stratejisi, Arap Yarımadası ve haremeynin korunması, Arap dünyasında istikrarın sağlanmasıdır. İran ve Türkiye ise bu politikalara karşı tehdit oluşturmaktadır. Suudi Arabistan’ın bölgesel istikrarı sağlamaktaki rolü 2030 Vizyonu çerçevesinde yaptığı reformlarla güçlenmiştir. Gençlerin ve kadınların güçlendirildiği, milyonlarca iş imkânının oluşturulduğu, büyük bir kentsel ve kültürel değişim görülüyor. Yapay zekaya yatırım yapan, ekonomik atılımlar gerçekleştirerek, ordusunu da güçlendiren bir Suudi Arabistan’ın Ortadoğu’da daha etkin politikalar geliştireceği açıktır. Kutsal kabul edilen ve dokunulmaz görülen ARAMCO’nun da petrole dayalı ekonomik politikaların sakıncaları dolayısıyla halka arz edilmiş olması önemlidir.  ABD’de Donanma Hava Üssü Pensacolada saldırıyı gerçekleştiren Suudi genç, radikal İslamcılar gibi sadece batıdan intikam almadı, aynı zamanda reform yanlısı Suudi Arabistan yönetiminden de intikam aldı. Ki bu reformalar Kuran-ı Kerim’deki ‘vasat ümmet’ tavsiyesi ile diyalog ve hoşgörü ilkelerine dayanıyor. Medine Vesikası da ‘dünyayı korkutmak ya da dünyadan korkmak istemediğimizi, barışın egemen olduğu bir iklimde, iyilik yaparak yaşamak istediğimizi’ gösteriyor. Bundan birkaç gün önce Dünya İslam Birliği (Rabıta) Genel Sekreteri Dr. Muhammed İsa BAE tarafından Hasan bin Ali Ödülü’ne layık görüldü. İsa bu ödülü; dinler arasındaki diyaloga katkıları ve aşırılıkla mücadeledeki etkin rolü dolayısıyla aldı. 2030 Vizyonu’ndaki dini hitabın değiştirilmesi tavsiyesi böylelikle kendine uygulama alanı bulmuş oldu. Suudi Arabistan’da eski anlayış egemen olsaydı böyle bir şey mümkün olmayabilirdi, bu imkân kapsamlı reformların ve Müslümanların özlem duyduğu ılımlı İslam anlayışının bir parçası olarak ortaya çıkabildi. Suudi yönetiminin girişimleri; Arap dünyasının, IŞİD gibi aşırılık yanlısı teröristlerin neden olduğu bölünmüşlük halinden kurtulup, güçlenmesi ve istikrara kavuşması yönündedir.

مشاركة :