Elazığ’da meydana gelen 6.8 büyüklüğündeki deprem, kırk civarında insanın hayatını kaybetmesine ve bin beş yüzün üstünde kişinin yaralamasına yol açtı. Elazığ, Malatya ve Diyarbakır’da binaların yıkılması, birçok insanı evsiz bıraktı. Deprem olgusu hakkında jeolojik açıklamalar yapılmaktadır. Ancak deprem olgusu, bilimsel olarak ele alınmaktan ziyade deprem etrafında dini açıklamalar yapılmaktadır. Deprem jeolojisinden ziyade deprem teolojisinin ön plana çıkartılması, deprem olgusunu daha sağlıklı bir şekilde nasıl ele alacağımız sorununu gündeme getirmektedir. Deprem, yeryüzünün jeolojik yapısının kendi içindeki doğal hareketidir. Deprem, doğal afet değildir. İnsan, depreme dayanıklı yaşam alanları inşa etmediği sürece, depreme uygun bir yaşam tarzı yaşamadığı sürece, depremin afet olarak niteleyebileceğimiz sonuçlara neden olması kaçınılmazdır. Depremin kendisi doğal afet değildir. Depreme hazırlanmamak ve depremden gafil olmak, insani afet olarak niteleyebileceğimiz bir tablo ortaya çıkarmaktadır. Depremi afet haline getiren, insanın kendisidir. Deprem sonucunda ortaya çıkan tabloda Allah’ın, dinin ve teolojinin sorumluluğu yoktur. Deprem konusunda insan, sorumluluğu üstüne almalı ve sorumluluk bilinciyle depreme hazırlık yapılmalıdır. Din, her konuya dahil edilecek veya bulaştırılacak bir tecrübe değildir. Dinin gelişigüzel, kasıtlı ve sistematik bir şekilde deprem konusuna dahil edilmesi ve üstüne çıkarılması, deprem konusunda makul, duyarlı ve düşünceli bir tavır ve pratik geliştirmemize engel olmaktadır. Deprem kuşağında yer alan bir ülke olmamıza rağmen deprem konusunda duyarlı bir toplum olmadığımızı söyleyebiliriz. Deprem gerçeğinin yapay bir teolojiyle maskelenmesi, önemsizleştirilmesi ve ihmal ettirilmesi, deprem gerçeğiyle yüzleşmemizin, akla, adalete ve ahlaka uygun bir şekilde her düzeyde uygulamalar ve davranışlar göstermemize neden olmaktadır. Deprem bize bir şey yapmaz sorumsuzluğuyla günübirlik yaşamayı marifet saymanın faturası, deprem gerçeğiyle karşılaştığımızda şok edici düzeyde ağır ve acı olmaktadır. Deprem gerçeği, toplumumuzda her düzeyde yaşadığımız ahlaki çürümeyi ve çöküşü göstermektedir. Deprem sonrası ortaya çıkan ağır tablo karşısında, çimento ve demirden çalmayı, çürük binalar yapmayı, kaynakları israf etmeyi konuşuyoruz. Hırsızlık, yolsuzluk ve suiistimal, bütün ilişkilerimizi yozlaştırmış durumdadır. Rahmet Peygamberinin, “hile yapan ve aldatan kişilerin ve güçlerin, bizden olmayacağı” şeklindeki uyarısını hatırlamalı ve idrak etmeliyiz. Ahlaklı, akıllı ve adaletli olmadığımız sürece depreme sahici anlamda hazırlanmamız mümkün değildir. Ahlaki kriz ve çöküşle yüzleşmediğimiz ve arınmadığımız sürece deprem sonrası yaşanılan insani ve sosyal faciayı engellemekte ve minimuma indirgemekte başarılı olamayacağız. Deprem gibi zor durumlarla karşılaşıldığında “Coğrafya kaderdir” şeklindeki eski bir klişe tekrar edilmektedir. Coğrafya, kader değildir. Coğrafya, nimettir. Sahip olduğumuz bir nimet olarak coğrafyamızı yaşayabileceğimiz yerler haline getirme sorumluluğumuz vardır. Japonya’da her gün depremler olmasına rağmen, Japonlar coğrafyalarını yaşanabilir yerler haline getirmişlerdir. Depremler karşısında Japonlar, “Coğrafya kaderdir” klişesini tekrar ederek çaresizliklerini ve acizliklerini ilan etmemektedirler. Deprem kuşağında yer alan coğrafyada yaşayanlar olarak güven içinde yaşayabileceğimiz şartları ve mekanları çalışarak ve üreterek oluşturmamız gerekmektedir. Coğrafya, bizi çalışmaya ve üretmeye yöneltmelidir. Tembelliğimizi, ataletimizi, yozlaşmışlığımızı ve cehaletimizi, coğrafyayı günah keçisi ilan ederek örtme acizliğinden vazgeçmeliyiz. Coğrafyadan ziyade insana odaklaşmamız lazımdır. Her türlü olumsuzluğu ve sorunu kadere yüklemek suretiyle sorumluluktan kaçtıklarını düşünen insanlarla kuşatılmış olmak kaderimiz değildir. Kendimizi değiştirmeliyiz. Coğrafyayı değiştiremeyebiliriz, ancak insanların kendilerini değiştirmeleri mümkündür. Coğrafyadan ziyade insanların kendilerini değiştirmeleri, öğrenmeleri, çalışmaları ve üzerinde odaklaşmaları gerektiği şeklinde yeni bir anlayış değişikliğine gitmeliyiz. Depremin, ‘ilahi ikaz olduğu’ bir başka ifade edilen sahte bir klişedir. Deprem, tabiatın normal bir faaliyetidir. Allah’ın yaratılış faaliyeti hakkında sürekli olarak düşünmeli, dersler çıkarmalı ve kendimizi geliştirmeliyiz. ‘Depremin ilahi ikaz olduğu’ klişesiyle, her şeye müstahak olduğumuzu ifade ederek yapmamız gerekenleri yapmamayı meşrulaştırıyoruz. Depremi ‘ilahi ikaz’ olarak okumak yerine deprem sonrası ortaya çıkan tablonun oluşumunda ‘insani ihmalin’ olup olmadığı gündeme getirilmelidir. ‘İlahi ikaz’ kavramı üzerinden deprem okuması yapmaya ihtiyaç olmadığı gibi, böyle bir okumanın hiçbir verimli tarafı da yoktur. Önümüzde duran temel soru, deprem karşısında insani ihmalin olup olmadığını sorgulamaktır. Depremle ilgili ileri sürülen sahte bir teolojik söylem de ‘depremin günahlarımızdan dolayı maruz kaldığımız ilahi bir ceza olduğu’ şeklindedir. Deprem, ilahi bir ceza değildir. Japonlar, çok günah işlediklerinden dolayı her gün ülkelerinde deprem olmamaktadır. Japonya’nın jeolojik yapısından dolayı orada depremler olmaktadır. Deprem olgusu karşısında gerekli tedbirleri almayan insanlar yüzünden diğer insanların canları ve malları zarar görmektedir. Başka bir ifade ile deprem olgusu, insanın insanı cezalandırmasını ortaya çıkarmaktadır. Görevli insanlar hırsızlık, yolsuzluk ve suiistimal yapmak suretiyle toplumun büyük bölümünü depremle cezalandırmaktadırlar. Deprem ve coğrafya kader değildir. Deprem sonrası ortaya çıkan ağır facia tablosu karşısında ‘Yapacak bir şey yok!’ anlayışıyla kendimizi pasifize etmek çözüm değildir. Deprem gerçeği, bir algı ve PR egzersizi değildir. Akılla ve çalışma ile depreme hazırlanmayı öğrenmeliyiz. Depreme hazırlanmak, sabır gerektiren bir iştir. Bilgiyle, öğrenmeyle ve çalışmayla depreme karşı, depremden önce sabırla hazırlanmalıyız. Deprem konusunda sahte teolojiler üretmek yerine, kendi insani durumumuzu sağlıklı bir şekilde değerlendirmeli, sorgulamalı ve değiştirmeliyiz.
مشاركة :