İdeoloji ve siyaset

  • 2/15/2020
  • 00:00
  • 1
  • 0
  • 0
news-picture

İdeoloji hakkında bir soru aslında sorulardan oluşan büyük bir kütledir. O, insanları sıkı hatta kimi zaman -özellikle siyasi alanda- fikirlerle kilitlenmiş bir sisteme inanmaya iten, zihinlerde saklı bir güçtür. Libya’daki Trablus Üniversitesi’nden Dr. Malik Ubeyd Ebu Şuheyva, Mahmud Muhammed Halef, Mustafa Abdullah Huşeym eşsiz bir çaba göstererek “İdeoloji ve politika: Modern siyasi ideolojilere dair bir çalışma” başlığı altında hazırladıkları iki ciltlik dev ve derin bir çalışma ile işte bu soruyu yanıtlamaya çalışmış. Araştırmacılar ilk olarak ideolojinin bir dizi akademik ve entelektüel tanımını incelemiş. Bu üç akademisyenin hem bilimsel hem de siyasi bir maceraya girişmiş oldukları kesin çünkü söz konusu çalışmalarını geçen yüzyılın doksanlı yıllarından başlatarak günümüze gelmişler. Bu dönemde siyaset, ekonomi, düşünce ve düşünce alanında en azından teorik olarak Libya’daki her şey ideolojinin bir parçasıydı.Kaddafi’nin Yeşil Kitabı, kapsamlı bir ideolojk çalışmaydı. Dolayısıyla bu konuyu ele almak, düşünsel olduğu kadar siyasi bir maceraydı. Fakat üç akademisyen, siyasi baskının erişemediği nesnel bir bilimsel yetenek ile bu maceranın altından kalkmayı başarmış. Akademisyenler bu çalışmada, tarih boyunca siyasal ve sosyal bilimciler hatta psikologlar tarafından sunulan ideoloji tanımlarına yer vermişler. Örneğin birinci ciltte, Dr. Abdullah el-Aravi’nin ‘İdeoloji Kavramı’ kitabında yer verdiği ideoloji tanım naklediliyor. Bu tanıma göre ideoloji, görece yeni, 1789 Fransız Devrimi’nden sonra bize ulaşan bir kavramdır. Anlamı düşünceler bilimidir. Bu yeni kavram, eski rejim ile bağlarını kopardığını vurgulamak için her şeyi değiştirmeye çalışan Fransız Devrimi’nden sonra değersiz hale gelen ‘metafizik’in yerini alması amacıyla ortaya atılmıştı. O dönemde düşünceler arasındaki çatışma silahlı çatışmalardan daha şiddetliydi. Napalyon, otoriter eğilimlerine karşı çıkan düşünür ve aydınlara saldırmış ve yeni bir kavram olan ideofobi yani ‘düşünceden korkmayı’ sunmuştu. Burjuvazinin ortaya çıkışı ile en önemlilerinin teoloji ve rasyonalizm olduğu çeşitli düşünce akımları görülmeye başladı. 20’inci yüzyılda ideolojik bir politik güç üreten Marksist düşünce, Sanayi Devrimi’nden sonra dünyanın tanık olduğu büyük dönüşümler zamanında ekonomik temeller üzerinde yükseldi. Marx ve Engels’in inşa ettikleri düşüncenin ekseninde, üreten ve ürettiklerinden gerçek payını alamayan işçi sınıfına adaleti sağlama motivasyonu yer alıyordu. İlk komünist siyasi rejim olarak Sovyetler Birliği’nin kurulmasından sonra söz konusu düşüncenin kapsamı teorik ve siyasi olarak genişledi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise Stalin kendisini siyasi bir rejim olarak bir dizi Doğu Avrupa ülkesine dayattı. Vladimir İlyiç Lenin, Marx’ın düşüncelerini Rus gerçeğine uyarladı. Düşünsel ve siyasi yazıları ile Marx’ın birçok düşüncesini geliştirdi.Lenin, komünizmin liderlik ve organizasyona ihtiyacı olduğunu açıkladı. Kitleleri eğitme, devrim ruhuyla mobilize etme ve harekete geçirme misyonunu partinin yerine getirmesi gerektiğini belirtti. Sovyetler Birliği kuruldu, güçlü bir askeri ve siyasi güç oldu. Ancak dalgaların vurduğu bir kumsaldaki kumdan bir kale gibi yıkıldı. Başlangıçta kitleleri harekete geçiren bir araç ama daha sonra durgunluk ve çöküşün etkeni olan ideoloji onu içten içe kemirerek dağılmasına neden oldu. Libyalı akademisyenler, Çin (Mao) komünizmini teorik bir çerçeve ve onun siyasi, ekonomik uygulamaları biçiminde sunmuşlar. Mao, Çin Devriminin liderliğinin işçi ve köylü sınıfına ait olması gerektiğini düşünüyordu. Bu bağlamda Mao Zedong’un temel düşüncesinin dayanağı, işçi ve köylülerin Çin halkının çoğunluğunu oluşturmalarıydı. Çin’in özel siyasi ve sosyal durumu, ideolojik içerik ve onun yansıması üzerinde büyük bir etkiye sahipti. Çin milliyetçliği, Çin Devriminin önemli bir faktörüydü. , Çin Devrimi, diğer devrimlere özellikle de 1917’deki Rus Devrimine göre daha uzun zaman almış ve iki cephede savaşmıştı: İç cephede, Çan Kay-Şek’in liderliğindeki Milliyetçi Parti (Kuomintang) ile İngiliz ve ABD’li destekçilerine karşı savaşırken, dış cephede Çin’in doğusunu işgal eden Japonya’ya karşı savaşmıştı. Böylece milliyetçilik, Komünist Parti ve Çin Halk Kurtuluş Ordusu ile iç içe geçti. Partinin fikirleri ve politikalarıyla ilişkilendirildi. Mao tüm siyasi, ekonomik ve kültürel alanlarda sürekli iç savaşlara girişti. Şiddet içeren devrimler gerçekleştirdi. Bunlar aracılığıyla birçok lideri partiden uzaklaştırdı. Milyonların ölümüne neden olan ekonomik politikalar dayattı. Kültür Devrimi yoluyla Küçük Kırmızı Kitabı adeta Çin halkının yeni kutsal kitabı yaptı. Bütün dönüşümleri ile Çin deneyimi, çeşitli tezahürleriyle ideolojiye yeni bir model sundu. Mao, silahı ve düşünceleri ile Çin’i kurtarmak ve birleştirmek için savaştı. Ancak aynı zamanda, ne parti içinde ne de dışında tartışılmasına tahammüllü olmadığı düşüncelerinin kırbacı altında zorla çalıştırılan ve açlıktan ölen milyonlarca insanı feda etti. Çin Komünist Partisi’nin 1987 yılında düzenlenen 13’üncü Kongresinde, Çin büyük ve keskin bir dönüşüme tanıklık etti. Kutsal ideoloji aşaması sona erdi, inşa ve modernleşme aşaması başladı. Komünist Parti’den geriye ekonomik kalkınmaya adanmış güvenlik ve idari gücünden başka bir şey kalmadı. Peki, liberalizm bir ideoloji ve Marksist düşüncenin karşıtı mıdır? Liberalizm “Pazar insanı yapar” söyleminden yola çıkar. Mac Pherson; liberalizmin sınıf bölünmesi gerçeğini kabul ettiğini düşünür. Liberalizmin formüle edilmesine ilk katkıda bulunanlar rasyonel yorumlar dizisi sunmuşlardı. Bu yorumlar, kapitalist pazarın ve geleneksel politik, ekonomik yasaların üzerine inşa edildiği varsayımlarla başlamıştı. Hükümete ve seçilmesine olanak tanıyan sisteme duyulan ihtiyacı gerekçelendirmek için dayanak olarak kullanılmıştı. Liberalizmin bileşenlerine dalan düşünürler çoktur. Bu düşünürler bazı analizlerdeki farklılıklara karşın liberalizmin unsurlarını birbirine bağlayan bağları örmüşlerdi. Temel dayanak ise, ekonomik bir yönelim olarak liberalizm ile siyasi bir yönelim olarak demokrasi arasındaki tamamlayıcılıktı. Milliyetçilik, devletlerin kuruluşuna katkıda bulunan ideolojiyi teşkil eder. Grupları kaynaşmaya, tek bir siyasi grup içinde birleşmeye iter. Biz ve onlar sözcüklerini her duyduğumuzda milliyetçi bir esinti hissedilir. Milliyetçilik diğer siyasi ideolojiler gibi belirli siyasi grupların iktidara ulaşmak ve iktidara sarılmak için kullandıkları bir araç ve yöntem sayılır. İnsanlık, düşüncelerin akın ettiği, felsefe ve dinlerin etkileşime girdiği, insanların silahlı çatışmalara giriştiği, ülkelerin haritalarının ve devrimlerin yollarının çizildiği dönemlerden geçti. İdeoloji, insanlığın düşünsel ve bilimsel hareketlerinin ürünüydü. Bugün, insanlara ideoloji adı altında hazır bir ilaç gibi sunulan düşüncelerin kutsal sayıldığı dönemleri aşan bir dünyada yaşıyoruz. Düşüncelerin, ötekini sınıflandıran söylemler ve sloganlar ile insanların sorunlarını çözen hayaller ve umutlar hapı gibi sunulduğu aşamanın ötesine geçen bir dünyada yaşıyoruz. Ancak buna rağmen, radikal düşünceler dünyanın dört bir yanında yapacağını yapıyor. Şiddet bazı akılları ele geçiriyor, uyuşturuyor ve başkalarını öldürmeye itiyor. İktidara ulaştıran bir merdiven olarak siyasi, örgütsel rolü gerilese de ideoloji, bazı akıllarda sönmüş ya da patlamaya hazır bir yanardağ gibi kalmayı sürdürecek.

مشاركة :