İnci Mecdi 2020’nin Ramazan ayı boyunca MBC Grubu, bölgede türünün ilki olan ve bir Arap ülkesinde Ummu Harun adlı bir Yahudi ebenin karşılaştığı zorlukları ele alan yeni bir dizi yayınlamıştı. O dönemde, Arap dünyasındaki izleyiciler ve eleştirmenler, senaryosu iki Bahreynli tarafından yazılan, BAE-Kuveyt ortak yapımı olan ve saygın Kuveytli kadın aktris Hayat el-Fahd’in başrolde olduğu dizi konusunda ikiye bölünmüşlerdi. Bir grup, dizi yapımcılarını İsrail- Arap normalleşmesinin propagandasını yapmakla suçlarken, diğer bir grup, dizinin bölgede farklı dinlere mensup vatandaşların barış içinde yaşamlarına dair önemli bir mesaj sunduğunu ifade ederek övmüştü. İsviçre’nin Basel şehrindeki Dijital Yayıncılık Enstitüsü’nün dergisinde yayınlanan "Arapçılık? Ortadoğuda Yeni Bir Model Mücadelesi" başlıklı bir araştırma makalesine göre, Ummu Harun dizisi, Körfezde ortaya çıkan ve son yıllarda bölgeye hakim olan bazı eski doktrinlere meydan okumaya çalışan yeni bir söylemin parçasıydı. Makale, bölgede modernleşmeyi benimseyen, etnikçi ve mezhepçi siyaseti varoluşsal bir tehdit olarak gören ve kalkınma ekseni olarak adlandırılan yeni, yükselen bir eksene işaret etti. Hem Şii hem de Sünni aşırılıkçı unsurların başını çektiği direniş ekseni karşısında, yeni "değişim/kalkınma ekseni" Ortadoğunun çehresini değiştirmeye çalışan alternatif bir vizyon sunuyor. Bu vizyon ise radikalliği varoluşsal bir tehdit olarak gören, Ortadoğunun çehresini değiştirmeye çalışan alternatif bir vizyon sunan bir dizi Körfez ülkesinin öncülük ettiği bir grup aktör tarafından temsil ediliyor. Değişim ekseni Makale, geleneksel Arap başkentlerinin hızlı gerileyişine paralel olarak, ekonomik, siyasi ve medyatik etkisi nedeniyle Körfez bölgesinin daha önemli bir ses olarak öne çıktığını söylüyor. Makalenin yazarları Hüseyin Ebu Bekir ve Nir Poms, Körfez önderliğindeki bu yeni eksenin nasıl yükseldiğini ve bölgedeki önceliklerin radikal bir şekilde yeniden ayarlanması yoluyla daha hoşgörülü bir Ortadoğu için yeni bir gündemin nasıl formüle edildiğini açıklıyorlar. Makalenin yazarları, Eylül 2020de imzalanan İbrahim anlaşmalarının, Ortadoğuda büyüyen değişim kampı tarafından desteklenen daha olgun bir modelden yola çıkan bu yeni söyleme ışık tutulmasına yardımcı olduğunu söylüyorlar. Bahsi geçen kamp, bölgeyi yeniden tanımlamaya çalışan ve bölgenin yalnızca etnik, dini ve kabilesel ayrımlara göre değil, aksine aynı zamanda geçmişi restore etmenin ve yeni bir gelecek yaratmanın acil bir ihtiyaç olduğuna inananlara göre de kategorize edilebileceğini vurgulayanlardan oluşuyor. Yazarlar, Körfez devletlerinin yanı sıra birkaç başka ülkenin, bu yeni modelin ana savunucuları olduğuna, çatışma ve savaşın sardığı bir bölge için yeni bir vizyon yaratmaya çalıştıklarına dikkat çekiyorlar. Bu idealizm, kabile siyasetinin ve vekalet savaşlarının sürdüğü Yemen, Libya, Lübnan veya Suriye gibi yerlerden çok uzak gibi görünse de, makaleye göre, gençlerin yanı sıra bölgede tehlikeli olarak gördükleri eğilimi sürekli olarak yeniden yönlendirmeye çalışan bazı seçkinler arasında yankı buldu. 21. yüzyılın Ortadoğusu eskisinden daha genç ve eğitimli. Bölge nüfusunun yüzde 65inden fazlası 30 yaşın altında ve değişime hazır. Bazı Arap ülkelerindeki sokak protestolarıyla başlayan ve bazı Arap ülkelerinin çöküşüyle sona eren son kaotik 10 yıl, Hizbullah ve İranın vekilleri gibi direniş politikalarının ve silahlı mücadelenin destekçilerinin zayıflama sebebiydi. Ne var ki direniş artık içe döndü. Makale, direniş gruplarının ve onları bastırmaya yönelik karşı mücadelenin Suriyede - Suriye İnsan Hakları Gözlemevine göre - yarım milyondan fazla insanın, Libya, Irak, Lübnan ve Yemende ise yüz binlerce insanın ölümüne neden olduğunu söylüyor. Yeni model ise direnişi artık siyasi kurtuluşun bir anahtarı olarak değil, daha iyi bir geleceğe ulaşmanın önündeki bir engel olarak görüyor. Bu gelişmeler, bölgedeki birçok kişinin düşüncesinde bir değişime yol açtı. Yarım yüzyıldan bu yana ilk kez, Arap dünyasındaki yöneticiler, yönetilenler ve liderlerden oluşan yeni bir ittifak, kökleri 20. yüzyılın ortalarına uzanan Arap siyasi düzeninin durgunluğuna meydan okuyor. Bu yeni fikirlerin direniş ekseninin tamamını alt etmesi pek olası olmasa da, meydan okuyan, Arap ve Ortadoğu siyasetini değiştiren yeni bir kamp oluşturdukları açıkça ortada. Gençlerin yeni öncelikleri Makale, eğitimli gençlerden oluşan yeni Arap neslinin yeni öncelikleri olduğuna işaret ediyor. Dini aşırılık azaldı ve 2019da yapılan bir anket, Arap gençliğinin yüzde 79unun dini kurumlarda reform yapılması gerektiğine inandığını, güvenlik ile ekonominin en önemli öncelik haline geldiğini gösterdi. Gençler artık Körfeze daha olumlu bakıyor. Washington Yakın Doğu Araştırmaları Enstitüsü’nden araştırmacı David Pollock, on yıllık kamuoyu yoklamalarını analiz ettikten sonra şu sonuca varıyor: “Arap kamuoyunun mevcut gidişatı, giderek ılımlılık olarak adlandırılabilecek bir yöne, dini aşırılığın reddine, İranın hegemonik hırslarına ve vekillerine karşı çıkmaya, İsrail ile bir tür normalleşmeyi kabullenmeye, kamusal yaşamın birçok alanında ezici ideolojik hareketler yerine ilerlemek için pratik adımlar arayışında olmaya doğru ilerliyor.” Daha da önemlisi, anketler, söylemler ile politikaların pratik uygulamalarını yöneten yaşlı neslin, bu davranışsal eğilim açısından genç neslin çok de gerisinde olmadığını gösteriyor. Makale, bu gerçeğin hiçbir yerde Körfez ülkelerindeki kadar belirgin olmadığını söylüyor. Körfez gençleri Arap dünyası gençleri arasında en eğitimlisi ve Dünya Ekonomik Forumuna göre, Körfez ülkelerinde eğitimli kadınların oranı dünyanın en gelişmiş ülkelerinden bazılarıyla eşit oranda. Ayrıca BAE, dünyadaki üniversite mezunu kadınların en yüksek yüzdesine ev sahipliği yapıyor. Körfez gençleri, ülkelerinin küresel ekonomi ile artan bağı ve daha güçlü entegrasyonu nedeniyle Arap dünyasındaki diğer gençlere nispeten küresel olarak daha fazla uyumlular. Eğitim, uluslararası bağlantılar ve seyahat kısıtlamaları olmadan yurtdışındaki fırsatları takip edebilmenin yanı sıra ekonomik başarı bileşimi, Körfez gençliği arasında ideolojik arayışların ötesinde bireysel beklentiler yarattı. Körfez liderleri de bunu görüp anladılar ve Ortadoğudaki genç nesil ile daha uyumlu bir vizyon sunmaya çalıştılar. Bu eğilimi liderlerin kamuoyu yoklamalarını giderek daha fazla analiz etmeleri ve bunları yönetim stratejilerine dahil etmeleri gerçeği aracılığıyla gözlemlemek mümkün. Makale, popüler algının aksine, Arap monarşilerinin vatandaşlarının görüşlerini ciddi şekilde dikkate aldığını belirtiyor. Örneğin, Suudi Arabistanlı yöneticiler, kamuoyunun tutumunu anlamak ve ele almak için Kral Abdulaziz Ulusal Diyalog Merkezine giderek daha fazla güveniyorlar. Kozmopolit Körfez Makale, Arap entelektüel yaşamının Kahire ve Şam gibi geleneksel başkentlerden yeni başkentlere geçişinden de bahsediyor. Ayrıca, uzun süredir milliyetçi düşünürlerin ve Arap solunun kalesi olan bu başkentlerden yenilerine geçişin, coğrafi bir geçişten daha fazlası olduğunu, yeni, modern ve kozmopolit Körfez şehirlerinin, daha önce Doğunun Parisi sayılan Beyrut ile bölgenin kültür başkenti Kahirede yerleşik olan altın kültür çağının şu anki merkezi haline geldiğini belirtiyor. Bu geçiş, Arap dünyasındaki çağdaş söylemi geçmişin yüklerinden ve İsrail ile olan savaşlardan kurtarmaya çalıştı. Dubai, Abu Dabi ve Riyad, sistemli medeniyet merkezleri olmasalar da, küresel bir ulusal kimlik inşa etmeyi amaçlayan bir deneyin özüdürler. Araplar, direniş siyasetinden acilen uzaklaşmaya ihtiyaç olduğunun farkında. Bu bağlamda makale, eskisini dağıtmanın başlangıcı olarak Arap gündeminin yeniden formüle edildiğine ve bunun da İran Devrim Muhafızları, Hizbullah, Hamas ve Müslüman Kardeşlerin ya da direniş adı verilen eksenin dayandığı ideolojiyi sarstığına dikkat çekiyor. Makale, Arap basınında bu yeni yaklaşımı benimseyen çeşitli yazılara atıfta bulunuyor. Örneğin, Kuveyt merkezli El-Ceride gazetesinin yayınladığı Şii yazar Halil Haydar’ın İranın bölgedeki bazı gruplar aracılığıyla oynadığı yıkıcı rol konusunda uyaran makalesine dikkat çekiyor. Şii yazar makalesinde şöyle diyor; “Arap dünyasındaki hukukçuların, anayasa uzmanlarının ve akademisyenlerin Hizbullah’ın Lübnan devletinin yasalarını ve anayasasını hiçe saymasının, görmezden gelmesinin, özgürlüklere yönelik tehditlerinin yasallığını az veya çok sorgulamamış olmaları gerçekten üzücüdür. Nihayetinde açıkça yabancı bir ülkeye bağlı olduğunu deklare eden Lübnanlı bir örgütten ibaret olan Hizbullah’ın, devletten daha güçlü bir orduya, herhangi bir açık yasal denetime tabi olmayan siyasi bir güce ve güvenlik kurumlarına, Lübnan’ın tamamını istediği zaman yıkıcı bir savaşa sürükleme kapasitesine sahip olmasını, ne yazık ki güçlü ve yüksek bir sesle eleştirmediler.” Suudi Arabistanlı yazar Mişari Zeydi de Şarkul Avsat gazetesinde “ Halil Haydar ve Arap entelektüellerin suçu ” başlığı ile yayınlanan makalesinde Haydarın söz konusu makalesinden bahsederek, Muhammed Hasaneyn Heykel gibi bazı eski yazarların, yalnızca Humeyniye hizmet eden seküler direniş teolojisi adını verdiği olgunun oluşumundan sorumlu sayıldıklarını ifade etti. İsviçre merkezli bilimsel dergide yayınlanan makalenin yazarları, bölgede yeni seslerin yükseldiğini ve Arap milliyetçiliği döneminden bu yana ilk kez yöneticilerin çıkarlarının, entelektüellerin fikirlerinin ve sokağın ihtiyaçlarının birleştiğini söylüyor. Bir başka makaleyi, Şarkul Avsat gazetesinin eski yazı işleri müdürü Suudi Arabistanlı gazeteci Tarık Alhomayed’in makalesini buna delil gösteriyor. Tarık Alhomayed bu makalede şöyle diyor; “Bugün bölgemiz, Avrupa veya Amerikan politikalarına bakılmaksızın, egemen devlet kavramının pekiştirilmesine şiddetle ihtiyaç duymaktadır. Bölge, çıkarların diline ve siyasi rasyonaliteye öncelik vermelidir." Arap dünyasının Körfezleşmesi Son 20 yılda Körfezin hızlı modernleşmesi, bölgesel bir dönüşümün parçasıydı. Kahire, Bağdat, Beyrut ve Şam gibi geleneksel Arap başkentlerinin hızlı düşüşüne kıyasla, yükselen Körfez şehirleri daha güvenli ve daha modern hale geldi. Bu nispeten yeni süreç, Batılı bilim adamları tarafından "Arap dünyasının Körfezleşmesi" olarak tanımlandı. Körfez, Arap Ortadoğusunda "siyasi, ekonomik, kültürel ve askeri olarak" merkeze yerleşti. Yazarlar Ebu Bekir ve Poms, Abu Dabi, Riyad ve Doha, Arap siyasetinin baskın başkentlerine dönüştüklerinden Arap devlet sisteminin stratejik ağırlığının artık Körfez bölgesine kaydığının bir sır olmadığını söylüyorlar. Ancak Doha, Mısır, Ürdün, Fas ve hepsinden önemlisi İsraili içeren daha büyük bir bloğa öncülük eden Körfez mutabakatının dışında kaldığı için bu tartışmanın dışında tutuluyor. Yeni bölgesel ve Arap medyasının ortaya çıkışı, Körfezin Arap dünyasındaki etkisine katkıda bulunan "Körfezleşme" sürecinin ana ve karmaşık ayaklarından birini oluşturuyor. Üç Körfez başkenti (Riyad Al Arabiya, Doha Al Jazeera, Abu Dabi Sky News kanalları aracılığıyla) Arap haberlerine ve medyasına giderek daha fazla hükmediyor. Basın alanında, Suudi Arabistan, BAE ve Katar son birkaç on yılda en büyük Arap gazetelerinin çoğunu satın alabildi ve bu da, son derece gelişmiş bağımsız Körfez medya kuruluşlarının ortaya çıkışını sağlayarak yeni söyleme bir fırsat sundu. Makalenin yazarlarına göre, Körfez ve Suudi Arabistan’ın yeni rotalar oluşturma çabaları sistematik, uzun vadeli ve muhtemelen değişen bir bölgesel söylem için net bir stratejik gündeme dayanacak. Arap Baharı eski kısıtlamaları ortadan kaldırırken yenilerini de yarattı; ABD dış politikasına güvensizlik, İran tehdidi ve Sünni İslamcılığın yükselişi. Doğal olarak, bu yeni tehditler Körfez yöneticilerini artık pasif aktörler olarak kalamayacaklarına, bölgesel zorluklar karşısında Arap stratejilerini şekillendirmede dizginleri ele almalarının, İranın başını çektiği direniş eksenine dayalı eski modelden uzaklaşmanın stratejik bir gereklilik olduğuna ikna etti. Makale, Washingtona yönelik güvensizliğin arkasında yatan dört Amerikan politikasını da sıralıyor; Ocak 2011 devrimi sırasında Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarekten Amerikan desteğinin çekilmesi, Müslüman Kardeşlerin iktidarı ele geçirmesine yönelik örtülü onay, Suriye rejiminin ciddi uluslararası hukuk ihlalleri nedeniyle cezalandırılmaması ve en önemlisi de, İran ile ilgili olarak hararetle tartışılan 2015 nükleer anlaşması. Körfezin bu tür politikalara şiddetle karşı çıkması ve ABD dış politika kurumunu hareket tarzını değiştirmeye ikna edememesi, ABDnin artık bir zamanlar olduğu gibi müttefik olmadığı çıkarımını destekledi. Bu nedenle, Körfez yöneticileri, öncelikler listesinde büyük stratejik değişiklikler gerektiren, İsrail ile stratejik ittifaklar kurmanın yanı sıra geniş kapsamlı dini, yasal ve sosyal reformlara teşvik eden ABDden bağımsız bir stratejinin inşasına başlamak zorunda kaldılar.
مشاركة :