Lübnanda imkansız çözüm

  • 12/3/2018
  • 00:00
  • 4
  • 0
  • 0
news-picture

Geçen mayıs ayında gerçekleşen meşru seçimlerden bu yana 7 ay geçmesine rağmen hükümeti kurmakla yükümlü başbakan Said Hariri beklenen hükümeti kurmayı başaramadı. Ama asıl dikkati çeken nokta; hükümeti kurma sürecini engelleyen zorlu anlaşmazlıklara rağmen tüm siyasi liderlerin bir konuda hemfikir olmasıydı. O da Lübnanların politika, ekonomi ve sosyal alanda tüm sorunlarını çözebilmeleri için gerekli bir panzehir olan hükümete duyulan acil ihtiyaçtır. Şüphesiz hükümet bir devleti ayakta tutan omurgadır ve o olmadan bir ülkede işlerin yürümesi mümkün değildir. Ancak Lübnan’da siyasi hayatın yaşadığı keskin ve eşi benzeri görülmemiş çekişmeler ile politik yapısını parçalayan anlaşmazlıkların doğası, bir türlü kurulamayan bu hükümetin ileride kurulsa bile politikacıların vaatlerini ve Lübnan halkının beklentilerini karşılayamayacağına yönelik bir düşünceye kapılmamıza neden olmaktadır. Peki şimdi bu olumsuz ve karamsar sözler yerinde sözler midir? Elbette politikada ne mutlak siyah ne de beyaz vardır. Çünkü politika donuk değil, bilakis dinamik ve sürekli bir hareket halindedir. Ancak Lübnan krizi’nin girmiş olduğu çıkmaz yol; uzlaşma için gereken alanın neredeyse yok denecek kadar az olduğuna işaret etmektedir. Burada uzlaşma kelimesi ile kastedilen; Saad Hariri liderliğindeki Müstakbel ile Cumhurbaşkanı Mişel Avn liderliğindeki Özgür Yurtsever Hareket ya da yine Müstakbel ile Samir Caca liderliğindeki Lübnan Kuvvetleri Partisi arasında gerçekleşen uzlaşma değildir. Bu bağlamda uzlaşma ile  Lübnan krizini bir bütün şeklinde çözebilmek kastedilmektedir. Lübnan krizi her ne kadar 1989 yılında askeri olarak sona ermiş olsa da aslında iç savaşın hala devam ettiğini göstermektedir. Zira 1989’dan bu yana eski Başbakan Refik Hariri’nin suikaste uğraması ile başlayan ve siyasileri, gazetecileri ve aktivistleri hedef alan suikastlar dalgası ile 7 Mayıs 2008’de Hizbullah’ın silahlı güçlerinin başkent Beyrut ve Cebel-i Lübnan bölgesinin bazı bölümlerini zapt ettiği dönemler dışında geleneksel silahlar haricinde tüm silahlar kullanılmıştır. Lübnan’da siyasi hayat birçok kriz atlatmıştır. Bunların en önemlileri; Mısır ve Suriye arasındaki birleşme ve bunun Lübnan’ın iç siyasetine yansımaları nedeniyle Cumhurbaşkanı Kamil Şamun’un başkanlık döneminin sonunda 1958 yılında yaşanan kriz, 1969 yılında Lübnan ile Filistin Kurtuluş Örgütü arasında imzalanan Kahire Antlaşması’nın ardından silahlı Filistinli örgütlerle içerideki destekçileri ve Lübnanlı hıristiyan partiler arasındaki çatışmalardır. Ki bu çatışmalar 1975 yılında iç savaşın başlamasına ve 1976 yılında Riyad ve Kahire zirvelerinde Arap ülkelerinin sunduğu güvence ile Suriye güçlerinin çoğunluğunu oluşturduğu Arap Caydırıcı güçlerinin Lübnan’a girmesine neden olmuştu. Bu çatışmalar, savaşlar ve krizler sırasında çok kan döküldü ve birçok Lübnanlı bizzat Lübnanlıların gerçekleştirdiği şiddet olaylarının kurbanı oldu. Lübnan’ın yapısındaki büyük çatlaklar, Arap ülkelerini aralarındaki anlaşmazlıkları ve hesaplaşmaları Lübnan sahasında görmeye teşvik etmişti. Uzun ve sancılı bir sürecin ardından 1990 yılında bölgesel ve yerli uzlaşı sonucunda ve savaşın da durmasıyla Taif Antlaşması doğdu. Bu tarihsel anlatının amacı; Lübnan’da anlaşmazlıkların, çatışmaların hatta savaşların her zaman iki yani yerli ve bölgesel ile uluslararası düzeyde çözüldüğünü hatırlatmaktır. Geçmişte içeride Kamil Şamun, Piyer Cemayel ve Raymond Eddé gibi hıristiyan liderler ile Saib Selam, Reşid Kerami ve Kemal Canbolat gibi müslüman liderler tüm farklılıklara rağmen ortak paydalara ulaşabiliyordu. Aynı şekilde bölgesel düzeyde;  Suudi Arabistan, Mısır ve Suriye’nin işbirliğinden doğan Taif Antlaşması’nda olduğu gibi akıllı Arap liderler, bölgesel anlaşmazlıklar çerçevesinde ortaya çıkan sorunları çözebiliyorlardı. Ama  1982 yılında İsrail’in ikinci kez Lübnan’ı işgal etmeye çalışmasının ardından İran faktörünün Lübnan’a girmesi, Suriye rejiminin kendisine sağladığı kolaylıkla tüm bölgeye yayılmasının ve bölgeyi vuran depremlerin ışığında bugün, yaklaşımlar değişti ve Lübnanlı gruplar arasında uzlaşı sağlamak bölgesel düzeyde uzlaşı sağlamak kadar zor hatta neredeyse imkansız bir hale gelmiştir. Bu nedenle bilinen çözüm ve uzlaşı mekanizmalarının dışında bir mekanizmaya ihtiyaç bulunmaktadır. Ne yazık ki Lübnan Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren çok az bir kısmı dışında tüm politikacılar daha sonra “Lübnan Başarısı” olarak bilinen bir politika benimsemişlerdir. Yani içerideki rakip güçlere karşı dışarıdan bir gücün desteğine başvurmak. Bu politikacıların tamamı başvurduğu dış güçten anlık çıkarlarını gerçekleştirmek için yardım alıp daha sonra ondan kurtulabileceğini düşünmüştür. 1969 yılında müslüman kesimlerin Filistinli gruplar ile imzalanan Kahire Antlaşması’nı sürdürmekte ısrar ettiğinde, 1976’da Lübnan’daki Filistinli “Fedai” güçlerin varlığını zayıflatacağını düşünen hıristiyan gruplar, Suriye ordusunun girişini desteklediğinde; 1982 yılında ise yine aynı taraf bu sefer hem Suriye ordusunun hem de Filistinlilerin varlığını sona erdirmesi için İsrail’den yardım istediğinde; İran’ın bölgede yayılma çabalarının bir parçası olarak seksenli yıllarda Hizbullah’ın kurulması ile bu olgu sürekli bir şekilde tekrarlanmıştır. Yukarıda anlatılan tüm olayların arkasında da hep “başarı” ya da fırsatçılık ve faydacılık, hızlı kazanımlar elde etme ve ulusal çıkarlar yerine kişisel çıkarların peşinde koşma isteği yatmıştır. Bugün Lübnan’da “Sünni milletvekileri” düğümü olarak nitelenen ve hükümetin kurulması önündeki engel olarak görülen krize gelince bu aslında birçok gerçeğin üstünü örten bir perdeden başka bir şey değildir. Bunların en önemlisi; Hizbullah ve İran’ın ülkedeki yönetim kadrolarını ele geçirme ve  “yayılma” gücüdür. Hizbullah ve İran 30 yıldan fazla bir süredir bu hedefi gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Bu süre içerisinde Lübnan’ın yaşadığı tüm olaylar açıkça göstermektedir. Ki bunların sonuncusu da Avn’ın cumhurbaşkanı seçilmesini sağlayan, seçim yasasını ve sonuçlarını değiştiren uzlaşmadır. Günümüzde Lübnan’ın siyasi hayatında yaşanan tıkanık ise bu sürecin doğal sonucundan başka bir şey değildir. Cumhurbaşkanlığının ardından yasama yetkisini eline geçiren Hizbullah’ın şimdi yürütme yetkisine de sahip olmaya çalışması çok doğaldır. Bu şekilde bildiğimiz şekliyle Lübnan’ın yapısını hedef alan darbenin tüm ayakları tamamlanacaktır. Tüm bunlar göz önüne alındığında uygulanabilir ciddi bir uzlaşı mümkün müdür? Hizbullah’ın silahı, dış yayılmaları, birçok ülkedeki siyasi ve askeri müdahaleleri, Suriye rejimiyle ilgili tutumu ve bu ilişkiden elde etmek istediği kazanımlar; Uluslararası Mahkeme’den çıkacak kararlar, siyasi ve güvenlik sorunlarıyla ilgili sert çekişmeler ve krizler neticesinde bir kenara itilen ve vatandaşların günlük hayatlarını ilgilendiren sorunlar konusunda bir uzlaşmaya varılabilir mi? Lübnan’ın siyasi krizini takip edenler, bu krizin kademeli ve sağlam bir planın sonucu olduğunu açık bir şekilde göreceklerdir. Bu planın ana hedefi; Hizbullah’ın bazen sert bazen de yumuşak güce başvurarak  yönetimi tamamen ele geçirmesidir. Bu şekilde Hizbullah hem mezhepsel amaçlarını gerçekleştirecek hem de İslam ve Arap dünyasında güç dengesinin İran lehine olmasını sağlayacaktır. Lübnan krizi; yüzeyde görünen sorunları aşarak gücünü silahından alan bir gücün isteğine dönüşmüştür. Devletin varlığının ve meşruiyetinin yeniden gözden geçirilmesini amaçlayan o gizli gaye artık açığa çıkmıştır. Zira açıkça söylemek gerekirse Lübnan’ın parlamenter demokrasisi; geniş ulusal katılımı sağlama aracından etnik ve mezhebi gücün sergilendiği bir vitrine dönüşmüş ve bağımsızlığın ruhu,devletin meşruiyetinin temeli olan güvenirliği yıkacak şekikde mevcut yapıyı zorla değiştirmek isteyen bu plana karşı koymaktan aciz bir hale gelmiştir. Lübnan’ın sorunun özü ve temeli işte budur.

مشاركة :