İngiltere Başbakanı Theresa May, önceki gün Almanya Şansölyesi Angela Merkel’le bir araya gelmek için kendisini taşıyan aracın içinde bir süre mahsur kaldı. Bu da sembolik anlama sahip komik bir sahnenin yaşanmasına yol açtı. Çünkü aracın kapısı inatçı olduğundan hemen açılmamıştı. İngiltere’nin Avrupa Birliği (AB) üyeliğinden ayrılma (Brexit) kriziyle kuşatılan May’e neredeyse tüm kapılar kapanmak üzere. Öyle ki Brexit krizi, İngiltere’yi İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en tehlikeli sorunla yüzleşmeye sevk etti. May, Brexit düzenlemeleri kapsamında AB’yle vardığı anlaşmayı kurtaracak bir taviz elde etmek için dün bazı Avrupalı liderlerin kapılarını çaldığı zaman İngiliz parlamentosu, May’e ve anlaşmasına karşı öfkeyle doluydu. Öte yandan Muhafazakâr Parti’den bazı milletvekilleri, May’den güvenoyunun geri çekilmesi ve parti başkanlığından uzaklaştırılması için bir mektup sundu. Bu da 28 yıl önce Margaret Thatcher’in görevden uzaklaştırılmasına yol açan darbeyi akıllara getirdi. Theresa May hakkında güven oylamasının yapılabilmesi için pratik açıdan parlamentodaki Muhafazakâr Parti milletvekillerinin yüzde 15’inin güvensizlik mektubu sunması gerekiyor. Bu da şu anki parlamentoda toplam 315 Muhafazakâr Parti milletvekilinin 48’ine denk geliyor. Bu engel önceki gün aşıldı. Buna göre İngiltere’nin yaşadığı krizi artıran trajik bir atmosferde dün akşam parlamentoda Muhafazakâr Parti milletvekilleri arasında parti başkanı hakkında güven oylaması yapıldı. Aslında dün akşamki oylamanın sonucuna bakılmaksızın ortada kesin olan bir durum mevcut. Şöyle ki AB üyeliğinden ayrılmanın, düzenlemelerin ve sonuçların nasıl olacağı konusunda politikacılar arasında herhangi bir anlaşma yapılmadan ve net bir vizyon belirlenmeden üyelikten ayrılma tarihi (29 Mart 2019) yaklaşıyor. Bu da ülkenin her geçen gün daha da kötüleşen tehlikeli bir krizin içinde bulunduğu gerçeğini değiştirmeyecek. Bu krizi takip edenler için göz önünde bulundurmaları gereken 3 gerçek var: Her şeyden önce Muhafazakâr Parti içerisindeki anlaşmazlıklar, parti başkanı değişse bile ortadan kaybolmayacak. AB’den tam ve kesin ayrılmayı gerçekleştirmeyen herhangi bir anlaşmayı kabul etmeyecek radikal bir kesim mevcut. Diğer yandan AB’yle güçlü bağların sürmesini garantileyecek bir anlaşma olmadan AB’den çıkmayı kesin olarak reddeden bir grup da var. Bu grup, İngiltere’nin çıkarlarını garantileyen dünyadaki en büyük ticari bloktur. İkinci olarak Brexit’le ilgili anlaşmazlıklar, sadece Muhafazakâr Parti içerisinde değil, aynı zamanda hem parlamento içerisinde hem de İngiltere sokaklarında yaşanıyor. Aynı şekilde Jeremy Corbyn liderliğindeki muhalif İşçi Partisi de Brexit konusunda ikiye bölünmüş durumda. Şayet muhafazakârların anlaşmazlıkları olmasaydı İşçi Partisi içerisindeki Brexit krizi daha net anlaşılırdı. Theresa May’in parlamentodaki müttefiki İrlanda Demokratik Birlik Partisi, -ki şayet bu partinin desteği olmasaydı muhafazakarlar şu anki parlamentoda çoğunluğu sağlayamazdı- May’in sunduğu plana karşı çıkıyor. Ayrıca İrlanda Demokratik Birlik Partisi, şu iki temel şartı yerine getirmeyen herhangi bir formatı da kabul etmeyecek: İlki, Kuzey İrlanda ve İrlanda Cumhuriyeti arasında seyahat ve ticaret özgürlüğünü engelleyen somut bir çerçevenin belirlenmemesi, ikincisi de İrlanda bölgesinin Birleşik Krallık’la bağlarını zayıflatacak herhangi bir karar ya da önlemin alınmaması. İskoçya Ulusal Partisi ve Liberal Demokrat Parti de Brexit’e karşı çıkarak halkın mevcut seçenekler ve sonuçlar hakkında daha net bilgiye sahip olmasının ardından ikinci bir referandum yapılmasını tercih ediyor. Üçüncü olarak May hükümetinin AB ile ulaştığı anlaşma, Avam Kamarası’nda çoğunluk tarafından da reddediliyor. Bu da anlaşmanın klinik olarak ölü olduğu anlamına geliyor. Peki şu anki seçenekler ne? İlki, diğer Avrupalı liderlerden taviz elde etme girişimidir. Bu oldukça zor ancak çalkantılı siyaset dünyasında imkânsız bir durum değil. Sorun şu ki bu konuda zaman aralığı hızlı bir şekilde daralıyor. Ayrıca AB, anlaşma konusunda yeniden müzakere yapmayı kabul etmeyeceğini açıkladı. Fakat AB, “güvenlik garantisi” maddesi ya da bazılarının adlandırdığı gibi güvenlik ağıyla ilgili İngiltere parlamentosunu rahatlatmak için bağımsız bir şekilde ya da siyasi düzenlemeler kapsamında yazılı bir anlaşma sunmayı onaylayabilir. Öyle ki İngiltere, AB’den çıksa bile bu anlaşma Kuzey İrlanda ve İrlanda Cumhuriyeti arasındaki sınırın açık kalmasını garantileyecek. İkinci seçenek, çıkış tarihinin uzatılması talebidir. (Ya da anlaşmaya varılan düzenlemelere göre İngiltere’ye ya da herhangi bir AB üyesine üyelikten ayrılmasına izin veren 50’inci madde.) Uzatma talebinin AB içerisindeki diğer üyelerin (27 ülke) çoğunluğu tarafından onaylanması gerekiyor. Bilindiği üzere AB yetkilileri, uzatma işleminin verimli bir anlaşmaya götüreceği ifade edilirse ancak o zaman bu tür bir talebin onaylanabileceğini, aksi takdirde bunun İngiltere’deki iç çekişmeler nedeniyle vakit kaybından başka bir şey olmayacağını bildirdi. Üçüncüsü ise 50’inci maddeyle ilgili başka bir seçenek. Bu seçenek, İngiltere’nin AB’den ayrılmayı askıya aldığını ya da ayrılmaktan vazgeçtiğini açıklamasıdır. Avrupa Mahkemesi, bu haftaki kararında Londra’nın bunu yapabileceğini ve bunu yapma hakkına sahip olduğunu belirtti. Fakat İngiltere, taktiksel olarak böyle bir karar almak istediği anlaşılırsa bir dizi sorunla karşı karşıya kalacaktır. Nitekim Mahkeme, kararında 50’inci maddeden caymanın iyi bir niyetle gerçekleşmesi gerektiğini deklare etti. Bu da Londra’nın 50’inci maddeyi yeniden etkinleştirmek istemesi halinde İngiltere’nin bu konuda Avrupa Mahkemesi’nde sorunlarla karşı karşıya kalacağına işaret ediyor. Dördüncü seçenek, genel seçim çağrısı. Bu, seçimleri kaybedeceği endişesinden ve muhalif İşçi Partisi’nin iktidara gelmesine kapı aralamasından dolayı hâlihazırda Muhafazakâr Parti tarafından kabul edilmeyen bir seçenektir. Beşinci seçenek, politikacıların anlaşmada ve yeni bir referandumun düzenlenmesinde başarısız olmasının ardından halka başvurma seçeneğini kabul etmektir. Ancak bunu parlamentonun onaylaması gerekiyor. Meydana gelen anlaşmazlıklara rağmen parlamentonun onayı alınabilir. İşçi Partisi’nin ya da en azından çok sayıda milletvekilinin desteğine ihtiyaç duyacak olsa bile parlamento bunu onaylayabilir. Partisinde ve parlamentoda anlaşmazlıkların yaşandığı bir ortamda tek can simidi olmasına rağmen May’in bu seçeneği kabul etmemesi tuhaf bir durumdur. Altıncı seçenek, AB’den anlaşmasız ayrılmaktır. Bu seçenek, uçurumun kenarı ya da felaket senaryosu olarak biliniyor. Çünkü İngiltere hükümetinin itiraf ettiği gibi bunun gerçekten felaket olarak adlandırılabilecek ekonomik sonuçları olacak. Durumun nereye varacağını şu an hiç kimse bilmiyor. Bu da krizi daha da derinleştiriyor. Öyle ki İngiltere’nin durumu, son sürat bilinmeze doğru giden kontrolsüz bir trendeki yolcuya benzerken bu treni yönlendiren yetkililer ise birbirleriyle tartışıyor.
مشاركة :