Yakınma, içe kapanma ve saldırıya maruz kalma endişesi

  • 1/11/2019
  • 00:00
  • 1
  • 0
  • 0
news-picture

Beyrutun tanınmış avukatlarından olan Rola Tabsh şehrin saygın ve muhafazakâr bir ailesinden geliyor. Hariri son seçimlerdeki listesine onu da koydu ve Temsilciler Meclisi üyeliğini kazandı. Dini bakımdan nötr bir tavır içinde olan Tabsh hakkında halkın bildiği kadın haklarına yönelik bazı serzenişleri ve şeri mahkemeler önünde kadınlara daha iyi davranılması gerektiği yönündeli sözleridir. Bir de Hariri listesinden diğer bir milletvekili Dima Jamali ile birlikte medeni devleti ve medeni evliliği teşvik bağlamında yaptığı çağrılardır. Elbette bunlar daha farklı konular. Ancak onlardan duyduğuklarımız bu kadar. Bu girişten sonra esas konumuza değinelim... Milletvekili Rola Tabsh’ın aklına Noel ve Yeni Yıl vesilesiyle Kiliseye gitmek geldi. Maksadı ise bu günü bir kısım Hıristiyan seçmen ile birlikte kutlamaktı. Bunu da bir kilisede gerçekleştirmek istedi. Muhtemelen bazı dini ritüellere de iştirak etmiştir. Zira kilisedeki görüntüleri sosyal medyaya yansıdı. (Ki muhtemelen kendisi yayınlamıştır. Zira kendisi dini bakımdan gerçekten tarafsızdır!) Halkın içinden Sünni kesim buna şiddetli bir tepki verdi. Kendisi önceleri bu tepkileri garipsedi ancak çok geçmeden baskılara boyun eğmek durumunda kaldı. Hemen müftüye giderek pişmanlığını dile getirdi, tevbe etti ve kelime-i şehadet getirdi. Müftü de onu temel dini bilgileri kendisine öğretmesi için müftü vekiline gönderdi. Kendisine iyilikler yapması, kötülüklerden ise kaçınması tavsiye edildi. Lübnandaki tüm politikacılar ile okulda veya üniversitede beraber yetişmiş Hıristiyan ve Müslüman komşular ve arkadaşlar, birbilerinin düğünlerine, başsağlığı için cenazelerine dostluk ve sosyal sorumluluk çerçevesinde katılırlar. Bu sadece köklü aileler veya eğitimli seçkin kitleler arasında yaygın olan bir uygulama değildir. Bilakis Bilad-ı Şam ve Mısırdaki Hıristiyanlar ve Müslümanlar arasında da bu türden ortak bir yaşam tarzı yüzyıllardır devam etmektedir. Küçüklüğümde çok şahit olmuşumdur; Hıristiyan komşularımız Ramazan Ayında caminin kapısında durur, akşam namazından çıkarak iftar etmek için evlerine giden Müslümanlara yemek ikram ederdi. Bunu da sevap kazanmak, aradaki sevgi ve muhabbeti artırmak için yaparlardı. Bu türden davranışlar elbette ki cenazelerde ve düğünlerde sürekli tekrarlanırdı. Sevinçler ve üzüntüler paylaşılırdı. Bütün bu örnekler göstermektedir ki Milletvekili Rola Tabsh geleneksel davranış şekillerine aykırı bir tutum sergilememiştir, dini anlamda kâfir de olmamış, dinden de çıkmamıştır. Dolayısıyla tövbe etmesine de gerek yoktu. Ancak kendisi ikaz edilerek gelecekte kamuoyu duyarlılıklarına biraz daha özen göstermesi söylenebilirdi. İşin garibi yaşanan bu olaydan sonra Rola Tabsh "Allah’tan özür dilediğini" söylediğinde, bu defa da Hıristiyanlar kızdı ve "Biz de Allaha ibadet ediyoruz!" dediler. Bu, son yıllarda Müslümanların ne kadar katı bir tutum sergilemeye başladıklarını ve içe kapandıklarını gösteren işaretlerden sadece biridir. Lübnan’da bunun farklı tezahürlerini görüyoruz. Ancak Ürdün, Mısır, Fas ve Sudan’da da benzerlerini gördüm. Dindar insanlar, diyalog seminerlerine katılmak istemiyor ve bu türden bir seminerlere katılmayı dinine yapılmış bir kötülük olarak görüyor. Genelde bu seminerlere iştirak eden katılımcılar yabancılardan oluşuyor. Bunlar sanki “Müslümanlara itidalli olmayı öğretmek için!” geliyor. Yeni bir tutumla karşı karşıya olduğunuzu hissediyorsunuz. Seçkin kitlelerde olan bu tutum sıradan insanlarda da görülmeye başlandı. Bunlar dinlerine zarar gelmesinden son derece korkuyor, dini müessese ve organların dinin temel ilke ve kaidelerini zedeleyecek türden tavizler verdikleri görüşünü paylaşıyor. Dolayısıyla diğer dinlere saygı duymakla beraber mesafenin korunması gerektiğini düşünüyorlar. Fas ve Mısırda Cuma Namazından sonra sıradan insanlarla konuştum. Beni televizyonda izledikleri için biliyorlardı. Hepsi, dini kurumların âlimlerinin, diğer din mensuplarını ziyaret etme veya onları misafir etme konusundaki heveskâr tavırlarından yakındı. Din mensupları arasında adeta sevgi ve dostluğun oluştuğunu vurguladılar. Diğer din mensuplarının bu konuda o kadar da hevesli olmadıklarını, Amerika ve Avrupaya geri dödüklerinde bizden korktuklarını açıkça dillendirdiklerini söylediler. Onlara cevaben dinimize ve vatanımıza en fazla zarar verenlerin şiddet yanlısı radikal unsurlar olduğunu, dünyada korku saldıklarını ve işledikleri suçlarla yüzümüzü kara çıkarttıklarını, dolayısıyla onlarla ciddi bir şekilde mücadele etmenin yanında bizden korkan ancak bizimle konuşmaya hevesli olanlarla diyalogu kesmememiz gerektiğini söyledim. İçimizdeki düşüncesizlerin yaptıklarından dolayı bizi yargılamalarını istedim! Dememiz gerektiğini söyledim. Ancak özellikle Faslılar bu söylediklerimi kabul etmediler ve bu özür dileyici tutumun rahatsız edici olduğunu ve sanki Müslüman olduğumuz için özür diliyormuşuz şeklinde anlaşılabileceğini belirttiler.söylediler. Ayrıca şu ayeti hemen okudular: “Sen dinlerine uymadıkça, ne Yahudiler ve ne de Hıristiyanlar asla senden razı olmazlar..” (Bakara,2/120) Şiddetin her türlüsü kötüdür ve şu ana kadar olduğu gibi mücadele edilmelidir. Ancak suçluluk duygusuna kapılmanın da anlamı yok dediler. Ayrıca bizler çoğunlukta olmamıza rağmen kendi ülkelerimizde dahi güven içinde değiliz. Bunun sebebi ise yakından ve uzaktan üzerimize saldıran haddi aşmış unsurlardır. Bu hoşnutsuzluk, memnuniyetsizlik ve suçluluk duyma halinin karmaşıklığını netleştirmek için Suriyeden, özellikle de Humus ve Halep bölgelerinden bazı vakalardan bahsetmek istiyorum. Suriyeli göçmenlerden evleri yıkılmamış olanlar bile şu an geri dönüp dönmeme konusunda tereddüt yaşıyor. Rejimle de herhangi yasal bir sorun yaşamıyorlar. Bunlar zaten yasal dayanakları ve hakları olan vatandaşlar değildi, bugün ise daha da zayıflar. Doktor ve mühendis olan bazı kardeşlerim, geri dönenlerin kişisel ve dini güvenlikleri için "korunmaya" ihtiyaçları olduğunu söylüyor. Kişisel güvenlik Rus ordusu aracılığıyla elde edilebilir. Dini güvenlik ise başka bir durumdur. İranlılar her yeri kaplamış durumda. Kendi camilerini her tarafa inşa ettiler. Onlarca sözde Ehl-i Beyt mezarı keşfettiler. Güya zamanında bunları Sünniler yıkmış. Şayet aslen Şii değilsen veya Şii olmadıysan Humus ve civarında gerçek anlamda güvende olman mümkün değildir. Bildiğiniz gibi, son yıllarda Sünni gruplar Suriye ve Irak’ta İran yanlısı görünmeye başladı. Şam ve çevresinde olduğu gibi yaşama hakları karşılığında her zaman sadakatlerini kanıtlamak zorundalar. Hakları, toprakları ve evleri gasp edilse dahi yerinden edilmemek ve yaşamak için susmak zorundalar. Tanınmış bir din adamı bana şunları söyledi: “Sünnilerin çoğunlukta olduğu pek çok Arap devletinde, eğitimli ve sıradan insanların geneli kendilerini güvende hissetmiyor. Dini düşüncelerinin dışlandığını hissediyorlar. Bazen bu dışlama ve baskı Hıristiyanlar ve Yahudiler tarafından, bazen de Şiiler tarafından yapılıyor. Dini kurumların hem halkın hem de rejimlerin suçlamaları karşısında baskı altında olduklarını, suçlamaların ise daha ziyade ıslah alanında yeterince çaba göstermemeleri, başkalarına yağ yapmaktan başka bir şey yapmamaları (!) şeklinde olduğunu söylüyorsun. Bu söylediğin bir anlamda doğru olabilir ancak bu kurumlar geleneksel kuralların sürdürülmesine dair açıklamalar yaptıklarında büyük destek görüyor. Sözgelimi Ezher, Tunustaki miras yasalarındaki değişiklikleri kınadığında veya sünneti müdafaa ettiğinde ya da geleneksel evlilik yöntemlerini teşvik ettiğinde destek görüyor. Yüzlerce insan, Dr. Cabir Asfur’un Ezherdeki eğitim programlarını tenkit etmesini kınamak için sosyal medya üzerinden kampanya başlattı. Kadın dernekleri ve sivil toplum kuruluşları gündelik hayata yapılan dini müdahaleleri tartışmaya devam ediyor. Ancak, geniş bir vatandaş kitlesi, yükselen bu kadar ses arasında bir de Zeytuniyye’nin (Tunus’un Ezher’i) sesini duymak istiyor. En azından farklı bir ses olur.” Yaşanan korkular ve yakınmalar ile ilgili tüm bu söylenenlerin siyasal İslam akımlarıyla ilgisi yok. Siyasal İslamcılar -en azından görünüşte- güncel şekillerde de olsa şeriatı uygulayan dini bir devlet çağrısı yapıyor. Halkın geneli ise dinin devlet işlerine olan müdahalesinin devletten önce dine zarar vereceği kanaatinde. Son beş yılda bunun zararları ispat edilmiş durumda. Bununla birlikte aynı halk kendisini korumasız hissediyor.  Azınlık gruplardan ve yapılardan eziyet görmek, onlardan sürekli özür dileme konumunda kalmak istemiyorlar. İran’ın Şiileştirme baskısı altında yaşamayı arzu etmedikleri gibi onlara boyun eğmek de istemiyorlar. Ele aldığımız bu konular üzerinde dini kurumlar ve geleceği düşünen idareciler de kafa yormalı ve farkındalık yaratacak eylemler ortaya koymalı.

مشاركة :