Yıllardır yaşanan tecrübelerden sonra, Müslüman Kardeşlerin (İhvan), 1964 yılında Kudüsteki meşhur konferansta kurulan FKÖnün ve “Fetih” hareketinin kurulmasına ve Filistinlilerin silahlı mücadelesine karşı olduğu artık bilinen bir husus olmuştur. Bunun nedeni, ister Filistin, Arap ve İslam dünyasında isterse tüm dünyada şu anda yaptıklarını gerçekleştirmek içindir. "Ürdün İhvanı", 1970lerden önceki dönemde yani Filistin direnişinin en parlak olduğu dönemde sembol isimlerinden bir kısmını El Fetih Hareketine kattı. Kendi müntesiplerine ve bazı lider kadrolarına silahlı mücadeleye kendilerin de katıldıklarını göstermek istemişlerdi. El Fetih hareketine katılanların sayısını yüzlerle değil onlarla ifade etmek daha doğru olur. İrbid bölgesinde kendilerine karargâh kurdular. Bu dönem zarfında fedakârlık gerektirecek herhangi bir askeri operasyona katılmadılar, hepsi kısa bir süre sonra kendi yuvalarına yani İhvan hareketine geri döndüler. Ancak yapmış oldukları bu gösteri ile kendi teşkilatlarında hatırı sayılır bir ağırlık kazanmış oldular. Ürdün arenasında gerçek bir varlığa sahip olan Ürdün’deki “komünistlerin” benzer bir rol aldıklarını görüyoruz. Aynı dönemde silahlı mücadele dalgasına "katılmak" için "Ensar Kuvvetleri" adında bir örgüt kurdular. Nazilerin kontrolü döneminde Doğu Avrupa ülkelerindeki örgütlerden esinlenerek bu adı koymuşlardı. Fakat bu "Ensar Kuvvetleri" kimseye “yardım” etmedi ve İsrailli işgalcilere karşı tek bir kurşun dahi sıkmadı. Ancak Batı Şeriadaki komünistler böylece, saygınlıklarını artırdılar ve gerçek bir örgütsel varlığa dönüştüler. Bahsetmeye değer olan diğer bir husus da, "Müslüman Kardeşler"in bir süre sonra kendi inandıkları değerlere aykırı hareket etmeye başlamalarıdır. Daha önceki müttefiklerine sırtlarını dönerek, bu bölgenin tanık olduğu, 20. ve 21.yüzyıl boyunca birbirini izleyen siyasi dalgalanmaların ortaya çıkardığı yeni ideolojilere yelken açmaya başladılar. Kendi inandıkları değerleri terk etme konusunda tereddüt etmediler. İran eksenine girdiler, Recep Tayyip Erdoğanın yanında yer aldılar ve Katar’la da kardeş oldular. İlginçtir, Katar birkaç gün önce, İran’ın Suriye’de hayati öneme sahip çıkarları olduğunu ve bu çıkarlarını korumaya hakkı olduğunu ifade etmiştir. Ayrıca Velayet-i Fakih rejiminin Arap ülkelerinde gerçekleştirdiği bütün eylemleri savunmayı da hiçbir zaman ihmal etmemiştir. Belki de bilmeyenler vardır diye hatırlatmak isterim, Mısır’daki “İhvan” hareketi 23 Temmuz 1952’deki “devrim”den önce Cumhurbaşkanı Cemal Abdünnasır ile örgütsel ilişkilere girmek istedi. İşi öyle bir noktaya vardırdılar ki Nasır’ı kendi mürşitleri Hasan el-Benna’ya alternatif olarak görmeye başladılar. Sonrasında ise Hasan el-Benna’nın suikasta kurban gitmesinin sorumluluğunu Nasır’a atmak istediler ancak bu konuda başarısız oldular. Nasır ise Hür Subayların lideri oldu ve ardından Mısır Cumhuriyetinin ikinci cumhurbaşkanı oldu, onlara direndi ve çoğunu tutuklattı. Onlar da Nasır’a savaş açtıklar, 1954te İskenderiyedeki Manşiyya Meydanında kendisine başarısız bir suikast girişiminde bulundular. Abdünnasır’ın vefatından sonra, Enver Sedat ile yakınlaşmaya çalıştılar. Ancak çok geçmeden ona da cephe aldılar ve 1981’deki meşhur "geçit töreni" esnasında kendisine suikast düzenlediler. Sonrasında ise Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek ile yakınlaşmaya çalıştılar. Başlangıçta Tahrir Meydanındaki "devrime" katılmak hususunda tereddüt ettiler. Fakat devrimin başarılı olacağına kanaat getirdiklerinde Mursi’yi Cumhurbaşkanlığı için öne çıkarmaya başladılar. Amerikalıların kendilerini destekleyeceklerini hissetmişlerdi, zira “İhvan” hareketinin bu Arap ülkesinde ve diğer birçok Arap ve İslam ülkesinde etkili bir teşkilat olduğunu! Onların da görebileceğini var sayıyorlardı. Şüphesiz, şunu ifade etmeliyim ki, şayet bütün Mısırlıların takdir ettiği ve saygı duyduğu, yurtseverliği malum Mısır ordusu, doğru zamanda doğru adım atarak ülkeyi yönetmesi için Abdulfettah Sisi’yi seçmemiş olsaydı Mısır ve diğer Arap ülkelerindeki durum şimdikinden çok daha farklı olacaktı. İhvan hareketi bu bölgede her istediğini dillendirebilecekti. Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), Filistin Ulusal Yönetimi ve El Fetih’e yaptıklarının bir benzerini diğerlerine de yapacaklardı. Hepimiz biliyoruz ki Gazzeyi Batı Şeriadan ayırdılar. Gazze Şeridi’ni Velayet-i Fakih rejimine bağlı bir devletçiğe dönüştürdüler. Hamas lideri, bu rejimin liderinin elini öpmekte tereddüt etmedi. Mısır ve Suriye’de İhvan hareketine mensup olanlar kendi ülkelerinde baskı görmeye başladıklarında onlara kucak ülkenin Suudi Arabistan olduğu çok iyi bilinmektedir. Fakat onlar -her zamanki gibi- gizli merkezler kurarak Suudi vatandaşlarını aldatmaya çalıştılar, onları kendi ülkelerine karşı kışkırtmaya başladılar, kendilerine destek amaçlı uzanan ele ihanet etmekten çekinmediler. Hâlbuki bu rejim onlara ve başkalarına yardım etmekten hiçbir zaman geri durmadı. Onların yapmak istediklerinin aksine bu ülke dimdik ayakta kalmayı ve her alanda gelişmiş ülkelerin ön sıralarında yer almayı başardı. Bu artık herkesin bildiği, tartışmasız bir husus haline gelmiştir. Suudi Arabistan’da yaşananlar, Ürdün’de de gerçekleşti, ancak farklı bir biçimde... Şöyle ki; Burada yaşayan İhvancılar, gerek 1956 gerekse 1970’deki hadiselerden sonra içe kapanmayı ve mevcut statülerini korumayı tercih ettiler. Ancak “Arap Baharı”nın en parlak döneminde Mısırdaki “kardeşlerinin” yönetimi ele aldıklarını ve Mısır devletinin tamamının kendilerinin olduğunu hissettikleri anda, Mısırdaki “kardeşleri” Tahrir meydanına nasıl indilerse onlar da Amman’daki Huseyni Camii Meydanına indiler. Bu nedenle etkilerinin azaltılması ve bir terör örgütü olarak sınıflandırılmaları gerekiyordu. Ayrıca liderlerine veya liderlik pozisyonlarında bulunanlara alternatif pozisyonlar takdir edilmesi gerekiyordu, zira artık bu şekilde devam etmeleri mümkün değildi. Ancak tüm bunlara rağmen, İhvan’ın "küresel örgütü", hedeflerini gerçekleştirme adına tarihi bir fırsat yakaladığını düşünüyordu. Zira artık Recep Tayyip Erdoğan onlarla beraber hareket ediyordu. Büyük şeyhleri Yusuf Karadavi’ye sahip çıkan Katar’ın bütün servetinin kendi emirlerine amade olduğunu biliyorlardı. Dolayısıyla Hamaney İran’ı ile ittifak kurarak Libya ve Filistin’de hegemonya kurma yoluna girdiler. Ancak, tarihi bir gerçektir ki İhvan Hareketi her zaman müttefiklerine ihanet etmiştir ve bunu kesinlikle tekrar edecektir. Türkiye Cumhurbaşkanı kendisini onlarla karşı karşıya gelmiş olarak bulacaktır ve aynı durum hem Katar hem de İranlı yetkililer için de geçerlidir. İranlılar esasında bütün ilişkilerinde “takiyye” prensibini esas alırlar. Kendileriyle aynı inanç ve fikirde olmayanları “Büyük Şeytan ABD”nin uşakları olarak nitelerler. Acil çıkarlarını koruma adına, gerçek yüzlerini gizlemesini çok iyi bilirler.
مشاركة :