Dünya Ekonomik Forumu’nun ikinci günü, önümüzdeki yıllarda dünyada görülecek siyasi ve ekonomik eğilimlerin bir çeşnisini sundu. Bu çeşninin iki ana unsuru ise kararlılık ve iyimserliği bir araya getiren Çinli yaklaşım ile Avrupa’nın geleneksel değerler ve yükselen halkçı eğilim arasında verdiği mücadeledir. ABD Dışişleri Bakanı’nın önceki gün yaptığı konuşmanın ardından liderler; piyasanın geleceği, uluslararası işbirliği ve çevre güvenliğine dair vizyonlarını savunmak üzere sırayla Davos sahnesinde boy gösterdi. Japonya Başbakanı Şinzo Abe ile Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in çok kutuplu bir dünya ve serbest ticaret kazanımlarını korumanın gerekliliğine dair yaptıkları konuşma, ulusal çıkarları küresel işbirliğinden önde tutan Başbakan Giuseppe Conte ve onun öncesinde Mike Pompeo ile Brezilya Cumhurbaşkanı Jair Bolsonaro’nun mesajına büyük oranda ters düştü. Bununla birlikte dünkü oturumların yıldızı, ülkesindeki ekonomik büyüme konusundaki uluslararası beklentilere meydan okuyan ve Çin ile Amerika ekonomileri arasındaki organik bağlılığın altını çizen Çin Devlet Başkan Yardımcısı Wang Qishan oldu. Dünya Ekonomi Forumu’ndaki Çin Heyeti Başkanı’nın iki ülkenin de ‘kârlı’ çıkacağı bir ilişki kurulması için çağrıda bulunarak dile getirdiği şu sözler, Pompeo’nun konuşmasına doğrudan bir cevap olarak görüldü: “(İki ülke arasındaki) herhangi bir karşılaşma, her iki tarafın da çıkarlarına zarar verecektir”. Ülkesinin büyüme hızındaki yavaşlamaya yönelik beklentilere cevap olarak ise Wang, Çin ekonomisinin küresel şüphelere rağmen sürdürülebilir bir büyüme gerçekleştirmeye devam edeceğini belirtti. Bu açıklama dünyanın en büyük ikinci ekonomisinin yaklaşık otuz yıl içerisinde büyümesini zayıflattığının açıklanmasından birkaç gün sonrasına denk geldi. Şaşkınlığını gizlemeyen bir katılımcıya, “Hız önemlidir. Ancak asıl önemli olan ekonomik büyümemizin nitelikli ve verimli oluşudur” sözleriyle hitap eden Wang, iyimser bir tonla Çin ekonomisinin genişlemenin son aşamasında olduğunu düşünmediğini ifade etti. Wang, Merkel ve Abe’nin ‘tüm ülkelerin çoğulculuğu desteklemesi ve küresel kargaşanın büyümemesi için elden gelen çabanın gösterilmesi’ için yaptığı çağrıya eşlik etti. Ayrıca ticaret ve yatırım hareketliliğinin önüne konan engelleri artıran bazı ülkelerin benimsediği ticari korumacılık ve halkçı ayrılıkçılık politikalarını eleştirerek bunları ‘küresel ekonomi sistemine bir tehdit’ olarak kabul etti. Wang, ABD’nin Çin’in içişlerine müdahale olarak algıladığı iktidar rejimi eleştirilerine üstü kapalı bir şekilde işaret ederken ‘Çin’e özgü Sosyalizmin’ bağımsız olmayan seçeneklere saygı duyduğunu da belirtti. Konuşmasının devamında Çin’in çıkarları ve geleceğinin dünyanın geleceği ile bağlantılı olduğunu dile getirdi. Bu hafta Çin, ABD ile olan ticari savaş ve yerel talep konusundaki engeller sebebiyle 2018’in son çeyreğinde büyümede bir durgunluk yaşadığını açıklamıştı. Geçen yıl yüz milyarlarca dolarlık ticari mal üzerinde uygulanan gümrük vergisi üzerinden Pekin ve Washington arasında ortaya konan karşılıklı ticari yaptırımlardan sonra iki güç, ‘adil’ bir ticaret anlaşması konusunda müzakere etmek için Mart 2019’un başına kadar ateşkes sürecine girdi. Son çeyrekte Çin’in GSYİH’Sİ senelik bazda yüzde 6.4’e gerileyerek küresel mali krizden bu yana en yavaş hızla arttı. Tüm yıl içerisindeki büyüme ise yüzde 6.6’ya düşerek 1990 yılından bu yana senelik bazda en düşük hıza ulaştı. Öte yandan Merkel, sözlerini serbest ticaret kazanımlarını savunmak için seferber ederken aynı zamanda İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden bu yana ülkeler arasındaki ilişkileri çerçeveleyen uluslararası kuruluşları elden geçirmenin gerekliliğine de değindi. Bugün var olan küresel sistemin, Çin ve Hindistan gibi ülkelerin küresel ekonomiye olan etkilerinin artmasından ötürü birtakım baskılara maruz kaldığını dile getiren Merkel, güç dengelerini değiştiren bu uluslararası kuruluşlara ayak uydurmanın önemine dikkat çekti. Sözünü ettiği reformları ‘zor ama gerekli’ olarak tarif eden Merkel, bu reformların hızlı bir şekilde uygulanmaması durumunda uluslararası kuruluşlara paralel kurumların yükselebileceği konusunda uyardı. Bu konudaki görüşünü ise Dünya Bankası’na paralel hale gelen Asya Yatırım Bankası’nı örnek göstererek destekledi. Siyasi hayattan çekildikten sonra önümüzdeki Davos oturumlarına katılıp katılmayacağını belirtmeyen Almanya Şansölyesi, “Çoğulculuk cesaret ister ancak bizim siyasetimiz için esaslı bir şarttır” ifadelerini kullandı. Bildiriler ve yapay zeka ile başa çıkmayı geleceğin en belirgin zorluklarından biri olarak gören Merkel, bu meselelerle ilgilenen uluslararası bir yapının bulunmadığına dikkat çekti ve bu alanları çerçeveleyen ahlaki ilkelerin ve kişisel hakların korunmasına yönelik önlemlerin geliştirilmesi gerektiğini ifade etti. Öte yandan Şinzo Abe, konuşmasının büyük bir kısmını, G-20 dönemsel başkanlığı süresince ülkesinin uluslararası ticarete güvenin geri getirilmesi ve güçlendirilmesi konusundaki rolüne ayırdı. “Japonya, serbest küresel ticaret kanunlarını koruma ve güçlendirmekle mükelleftir” ifadelerini kullanan Abe, şu sözlerle üstü kapalı olarak Çin’in uygulamalarını eleştirmekten çekinmedi: “Küresel sistemin şeffaf ve elektronik ticaret sektöründe fikri mülkiyetin korunması konusunda etkin olması gerekir”. Ekonomik sistem yaklaşımlarındaki farklılık Avrupa düzleminde de kendisini belli etti. Nitekim Merkel’in çoğulcu vizyonu, Avrupa Projesi’nin etkinliğini ve halkların isteklerine cevap verebilirliğini sorgulayan İtalya Başbakanı’nın tutumu ile çatıştı. Conte, hükümetinin stratejisini tek bir kelime yani ‘halk’ etrafında şekillendirdiğini söyleyerek ‘insana, ailelere ve toplumlara odaklanan’ yeni bir vizyona acil bir şekilde ihtiyaç duyulduğuna işaret etti. Conte, euroya da saldırarak Avrupa para biriminin kamu borcunun artmasına ve GSYİH’nin yavaş büyümesine sebep olduğunu söyledi. Konuşmasının devamında İtalyalıların, AB’ye karşı sabır; siyasi liderleri ve kurumlarına karşı da güvenle donandığını ifade etti. AB’ye karşı sabrın tükendiğine değinenlerin komşu İngiltere’nin AB’den çıkışını yani Brexit’i göz ardı etmesi mümkün değil. İngiltere Başbakanı Theresa May’in katılım göstermemesine rağmen Brexit meselesi, dünkü Davos oturumlarında güçlü bir şekilde varlık gösterdi. Maliye Bakanı Philip Hammond ve Uluslararası Ticaret Bakanı Liam Fox’un da yer aldığı İngiltere heyeti üyeleri, İngiliz ekonomisinin akıbeti konusunda uluslararası yatırımcılara güvence vermek için çabaladı. Birleşik Krallık’ta işsizlik oranlarının düşmesi, ekonominin istikrarı ve para biriminin esnekliğini gösteren son istatistikler, iki bakanın çabalarını destekledi. Buna karşılık İngiltereli temsilciler, İngiltere’nin ikna edici bir anlaşmaya varıp 29 Mart olarak belirlenen tarihte çıkış sözünü yerine getirip getiremeyeceğine dair sorulan pek çok soruya cevap veremedi.
مشاركة :