Uluslararası Kızılhaç Örgütü, bu ayın 10’u ila 11’i arasında Fas’ın Marakeş kentinde gerçekleşecek uluslararası göç toplantısından bir hafta önce bir rapor yayımladı. Bu raporla, reşit olmayan ancak tek başına göç eden, cinsel saldırı, insan kaçakçılığı gibi tehlikelere maruz kalan yüz binlerce göçmene yardım etmeyi amaçlayan uluslararası bir anlaşmaya varılması hedefleniyor. Bu anlaşma, yasal bakımdan bağlayıcı olmayıp her devlete sınırlarını koruma hakkını tanısa da göç konusundaki özel iç politikalara etki edeceğinden duyulan endişe nedeniyle ülkelerin çoğunluğu tarafından reddediliyor. Anlaşma bütünde sembolik bir anlaşma olarak kabul görürken, Marakeş’teki konferansta onaylanıp onaylanmamasına dair bir adım atılmayacak olup, devletler ilerleyen aşamalarda bunu gerçekleştirme imkânına sahip olabilecek. Anlaşmaya yönelik itiraz bugüne kadar gürültülü olsa da sayıları 193’e varan BM üyesi ülkelerden çok azı, geri çekilmekle tehdit etti. Marakeş toplantısına katılacak olan ülkelerin listesi henüz ilan edilmedi. Nitekim BM Sözcüsü Stephane Dujarric’in ifadesine göre bazı ülkeler, katılıp katılmayacaklarına dair BM’ye herhangi bir bildirimde bulunmadı. Dujarric, esasında imza töreni yapılmayacak olmasına rağmen anlaşma metnini imzalamayacağını bildiren bazı ülkelerin olduğunu söyledi. Gazetecilere yaptığı açıklamada Dujarric, “Defalarca altını çizmenin önemli olduğunu düşündüğüm şey şu ki: Bu anlaşma, yasal ve bağlayıcı bir metin değildir. Sadece göç sürecini nasıl yöneteceklerine dair ülkelere bir rehberlik sunmaktadır. Başka bir boyuta da taşınmayacaktır” dedi. ABD hariç BM ülkelerinin müzakere ettiği anlaşma metninin masaya konması aylar sürdü. 34 sayfalık anlaşma metni, göçmenlerin sömürü ve insan hakları ihlallerinden korunmasını sağlamak da dahil olmak üzere ‘düzenli ve güvenli bir şekilde göç etmesini’ üstlenen 23 hedef içermekte. Dünya ülkeleri Temmuz ayında uluslararası göç konusunda nihai bir çerçeveye ulaştıklarında BM, bu anlaşmayı tarihi bir an olarak nitelemişti. Bu anlaşmaya varılırken ABD’nin varlık göstermemesi ise göze çarpan bir durum olmuştu. Ancak dönemin BM Genel Kurul Başkanı Miroslav Lajcak Alman haber ajansının (DPA) New York’tan yaptığı görüşmesine dayalı haberinde belirttiğine göre şu ifadeleri kullanmıştı: “BM, ABD’nin dönüşü için kapıları açık bırakacak.” Bazı ülkeler aynı açık kapıdan çıkmak ve anlaşmadan geri çekilmekle tehdit ederken, BM Uluslararası Göç İşleri Özel Temsilcisi Louise Arbour, bunu ‘alıcının başarısız bir pazarlıktan geriye kalan pişmanlık duygularına’ benzer bir durum olarak tarif etti. Washington yaklaşık bir ay önce bu anlaşmanın ‘Amerika’nın özel göç ve sığınma politikalarına uygun düşmeyeceğini’ söylerken Avustralya, ‘bu anlaşmanın topraklarına yönelik yasadışı girişleri teşvik edeceğini’ belirtmişti. Bununla birlikte Arbour, anlaşmaya yönelik itirazın konunun odak noktası olmadığını söyleyerek, “Bu anlaşma özünde göçe yönelik bir onay değildir. Ancak insanların yer değiştirmesinin önünün alınmayacağını kabul etmeli. Bundan dolayı bu süreci yönetmek için iş birliğine ihtiyaç var. Göç, sadece bir şeydir; iyi veya kötü bir şey değil, yalnızca bir şey” dedi. Göçmenliğin azılı düşmanlarından olan Başbakan Viktor Orban’ın yönetimindeki Macar Hükümeti, anlaşmanın aleyhinde bir kampanya başlattı. Macaristan Dışişleri Bakanı Peter Szijjarto ise bu anlaşmayı ‘dünyaya yönelik bir tehdit’ olarak niteledi. Muhafazakâr kesimin egemenliğinde olan Avusturya, İtalya, Bulgaristan, Hırvatistan, Slovakya, Çek Cumhuriyeti, Polonya ve İsviçre gibi diğer Avrupa ülkelerindeki yönetimler ise bu anlaşmaya katılma konusunda çekimser kaldıklarını ifade etti. Eski BM Genel Kurul Başkanı Lajcak, hükümetinin anlaşmayı kınayan bir kararı oylamasının ardından Slovakya Dışişleri Bakanlığı görevinden istifasını sundu. Lajcak, hükümet üyelerini aşırı halkçı sağcı kesimin baskılarına boyun eğmekle suçladı. Aynı zamanda göçmenliğe karşı şiddetli bir muhalefet sergileyen aşırı sağcı Lig Partisi’nin lideri olan İtalya İçişleri Bakanı Matteo Salvini ise “Bu anlaşma, ekonomik kaygılarla göç eden insanlarla siyasi sığınmacıları aynı kefeye koyuyor” dedi. Bu noktada şu soru devreye giriyor: Bu ani tutum değişikliği, Avrupa kıtasının dört bir yanındaki halkçı yükselişin bir yansıması mı? Her ne kadar bir milyonu aşkın insanın Avrupa’ya geldiği 2015-16 yıllarında yükselen krizden bu yana Avrupa sahillerine gelen göçmenlerin sayısında keskin bir düşüş yaşansa da göç politikası, AB’nin farklı bölgelerinde hala öncelikli konu durumunda. Öte yandan İtalya ve Avusturya gibi ülkeler, göç karşıtı sağcı yönetimlerin iktidara yükselişine tanıklık ediyor. İtalya Uluslararası Siyaset Araştırmaları Enstitüsü’nde araştırmacı olarak çalışan göç uzmanı Matteo Villa konuya dair, sosyal medya ve siyasi çarpıtma kampanyaları, ‘son aylarda göçün, kontrol edilemediği veya yönetilemediği gibi bir algı yaratıldığı ve bu anlaşmanın, devletlerin göçe dair iç politikalarının ötesine geçen yasal bir etkisi olduğunu’ öne sürdü. DPA’ya yaptığı açıklamada Villa şu ifadeleri dile getirdi: Devletlerin anlaşmaya yönelik görüş değişikliğinin zamanı, geçtiğimiz Temmuz ayında anlaşma çerçevesine varılmasından öncesine götürülebilir. O dönemde muhataplara, anlaşma metnine dair bir bilgilendirmede bulunulmamış ve itiraz edilebilecek belirli bir metin yayınlanmamıştı. O zamandan beri halkçı liderler ve eylemciler, birçok Avrupa ülkesinde partilerin göç konusundaki iç manevraları ve siyasi koalisyonlar için bu anlaşmayı ‘ideal bir bahane’ olarak gördüler. Anlaşmanın kabulünden önceki aşamada BM yetkilileri, anlaşma detaylarının kötü bir şekilde sunulmamasını sağlamaya özen gösterdi. Belki de bu, etkilerine dair yanlış haberlerin önünü kesme çabasının ürünüydü.
مشاركة :