“Batı, Suudi Arabistan’ı boykot etmeli mi?” Bu, Intelligence Squared kuruluşunun Londra’da düzenlediği bir TV münazarasının ana başlığıydı. Intelligence Squared, büyük fikri ve siyasi münazaralar düzenleme bakımından dünyada birinci sırada yer alıyor. Genellikle bu münazaraların çoğu, BBC World ekranında yayınlanıyor. Gazetecilik kapsamında Suudi Arabistan’ı birçok kez ziyaret eden BBC başmuhabiri Lyse Doucet, münazarayı başarılı bir şekilde yönetti. Münazara iki gruba ayrıldı. Suudi Arabistan’ın Batı tarafından boykot edilmesini savunan birinci grupta Suudi muhalif Madavi el-Reşid ile Al Jazeera English kanalında program sunucusu olan Mehdi Hasan yer aldı. Suudi Arabistan’ın Batı tarafından boykot edilmesine karşı çıkan ikinci grupta ise İngiliz milletvekili Crispin Blunt ile bu satırların yazarı yer aldı. Münazaraya giriş bileti alan izleyicilerin sayısı yaklaşık 800 kişiydi. Tabi girişler ücretli olduğu için genellikle bu münazaralara katılanlar, uluslararası ilişkilere ilgi duyan akademisyenler, uzmanlar, aktivistler ve gazetecilerdi. Salonda münazaraya katılan izleyiciler, iki kez oy kullanıyor. İlk oylama, münazara başlamadan önce yapılıyor. Bu durumda izleyicilerin tartışılacak meseleye karşı tutumlarına bakılıyor. İkinci oylama ise münazara bittikten sonra yapılıyor. Böylece gözlemci, münazaranın ve tartışmanın bazı izleyicilerin görüşünü değiştirip değiştirmemesinde nasıl bir rol oynadığını açıklayabiliyor. Münazara başlamadan önceki ilk oylamada katılımcıların yüzde 40’ı Suudi Arabistan’ın Batı tarafından boykot edilmesini savunurken, katılımcıların yüzde 14’ü ise boykota karşı çıkıyordu. Yüzde 46’lık oran ise boykota yönelik tutumlarını henüz kesinleştirmemişti. Münazaranın sonunda yapılan oylamada ise Suudi Arabistan’ın Batı tarafından boykot edilmesine karşı çıkanların oranı yüzde 38’e yükseldi. İkinci grubun tezinin dayanak noktası, rasyonel olmayan duygu söylemlerine yönelik sempati toplamak amacıyla Suudi yazar Cemal Kaşıkçı meselesinin istismar edilerek Suudi Arabistan’a karşı yürütülen nefret söylemiydi. Konuşmamda üç noktaya yoğunlaştım. Burada anlatıyorum ki ülkelerimize karşı bu tarz sorulara herkes dikkat etsin. Birinci nokta: Bir devletin ambargo uygulamasını araştırırken, mantıken şu şekilde bir soru sormak doğru değildir: “Batı boykot etmeli mi?” Batı kavramı, üzerinde durulması gereken çeşitli sorunları barındırıyor. İlk sorun hukuk temellidir. Uluslararası düzen, egemen ulusal devlet düşüncesine dayalıdır. Uluslararası düzeni oluşturan devletler grubuna uluslararası kanun hükmediyor. Devlet, uluslararası düzende temel birim olup medeniyet ya da kültür değildir. Batı, devlet değil aksine kültürel bir sistemdir. Batı’nın boykot etmek ya da cezalandırmak için uluslararası düzenin yerine geçmesi halinde uluslararası kanun düşüncesi feshedilmiş olur. Aynı zamanda bu, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından dünya istikrarının temeli sayılan Birleşmiş Milletler sistemini de yok saymaktadır. İkinci sorun, “Batı boykot ediyor” ifadesini kullanırken, gayriahlâkî büyüklenmedir. Bu, uluslararası düzeni oluşturan diğer devletlere karşı bir kibirdir. Burada tek başına dünya nüfusunun yarısından fazlasını kapsayan Asya’nın bir değeri kalmamaktadır. Yine bu tarz bir düşüncede Afrika’ya da yer yoktur. Burada Batı düşüncesi, iğrenç bir ırkçılığı haber veriyor. Üçüncü sorun ise Batı’nın farklı çıkarlara sahip devletler topluluğu olduğunu inkâr etmektir. Batı’daki devletler arasında pek çok anlaşmazlık bulunuyor. Bazen bu anlaşmazlıklar, ittifak edilen hususlardan da fazladır. Yoksa İngiliz seçmenlerin çoğu, Avrupa Birliği’nden ayrılmak istemez ve Brexit düşüncesi şu an gündemde olmazdı. Konuşmamda birinci noktayla ilgili son olarak şuna atıfta bulundum: “Batı boykot ediyor” düşüncesi, uluslararası ilişkilerde gerçekçiliğe dayanmayan bir söylemdir. Bu, en güzel haliyle saf ya da romantik bir düşüncedir. Aynı şekilde bu, devletlerin kanun dışı davranışlarını gösteren bir fikirdir. ABD, 2003 yılında Irak’a saldırdığı dönemde Batı düşüncesini alternatif olarak kabul ettiğimizde meydana gelen felaketleri kendi gözlerimizle gördük. Savaş kanunlarının ihlal edildiğini gözlemledik. Buna rağmen belgelenen ihlallerden dolayı hiç kimse, ABD’nin boykot edilmesine yönelik herhangi bir çağrı yapmadı. Bu ihlallerin en bariz örneği ise Ebu Gureyb’in Cezaevi’ndeki işkence fotoğraflarıdır. Bugün Suudi Arabistan’ın boykot edilmesini isteyenlerin vicdanları önceden harekete geçmedi. O halde buradaki mesele, gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesi davasına yönelik zaferden değil, aksine bazılarının Suudi Arabistan’a karşı nefret birikiminden kaynaklanmaktadır. Cemal Kaşıkçı’nın ortadan kaybolduğu hafta muhalif Bulgar televizyonunda spikerlik yapan Victoria Marinova, tecavüze uğrayıp katledildi. Ne insan hakları savunucularından ne de Cemal Kaşıkçı meselesine öncülük eden gazetecilerden bu meseleye yönelik hiçbir şey duymadık. Bu, nasıl bir etik? İkinci nokta: Ortadoğu’nun istikrarında mihenk taşı olarak Suudi Arabistan’ın rolünden bahsettim. Bölgenin istikrarında temel bir rol oynayan devletin kaynaklarını kötüye kullanmamalıyız. Yine Suudi Arabistan, küresel enerji piyasasının istikrarında temel bir rol oynamaktadır. 1970’lerde petrol ambargosunu ve Batı’ya yönelik etkisini hatırlayanlar, bu münazaranın sorusu gibi ölçüsüz ve ham soruları gündeme getirmeyi yeniden gözden geçirmeliler. Yine Suudi Arabistan, namaz kılarken günde 5 kez Mekke’ye yönelen 1 milyardan fazla Müslüman’ın kıblesidir. Bunda da göz önünde bulundurulması gereken sembolik bir işaret var. Üçüncü nokta ise boykot düşüncesinin romantikliği ve ne kadar faydalı olacağıyla ilgiliydi. ABD, yarım asırdan fazla Castro Küba’sına ambargo uyguladı. Küba’daki rejim değişmedi. Aksine boykot, Kübalıların göç etmesine ve insani felaketlere yol açtı. ABD, 40 yıl Humeyni İran’ına ambargo uyguladı. Tahran rejiminde de herhangi bir değişiklik olmadı. Öyleyse boykot bir çözüm değil. Konuşmamda odaklandığım asıl sorun şuydu: Egemen ve bağımsız bir devlet olarak Suudi Arabistan, suçluları tutuklayıp adalete teslim etti. Suudi yargısı hükmünü verene kadar beklemeyip neden öyle karar vermiyoruz? Yoksa biz, kanun düşüncesine karşı olup ne olursa olsun intikam almayı mı savunuyoruz? Karşıt görüşü benimseyen grubun temel söylemi, duyguları harekete geçirip rasyonellikten ve sakinlikten uzaklaşmaktı. Bu, dediklerinin sonuçlarına dikkat etmeden sadece intikam almak için yapılan bir haykırıştı. Bu, apaçık bir nefretti.
مشاركة :