Irak vatandaşlarının 2003 sonrası siyasi düzende devletin garantisi altındaki haklarının tamamını alamadıkları kesin. Çünkü otokratik rejimin (Saddam Hüseyin) ardından gelişen siyasi süreç, rekor bir sürede devletin yasama, yargı ve yürütme yetkileri üzerinde kontrol sağlayan ve vatandaşların sivil, siyasi haklarına el koyan bir otoriter parti sistemleri üretti. Bu otoriter sistemlerin devletin yönetimi, karar alma mekanizmaları hatta gelirleri üzerindeki tahakkümü de sivil grupların ve bireylerin siyasete ortak olmalarını ve katılımlarını sınırladı. Bu da kaçınılmaz olarak modern Irak devletinin inşasını aksattı, mezhep merkezli ve yolsuzlukla bezeli derin devlet ile mücadele edebilecek bütünleşmiş bir Irak toplumunun kurulmasını engelledi. Fakat mezhep merkezli uygulamalar ve yolsuzluk aynı zamanda temelde siyasi ve ideolojik olarak isyan etmeye eğilimli olan Iraklı bireylerin bu eğilimini de tetikledi. Iraklı bireyler ve özellikle de devleti ve kaynakları kontrol eden demografik çoğunluk olarak Şiiler açısından sorun; İslami Şii partiler sisteminin kriterlerine göre belirlenen seçim yasasının kabul edildiği anda başladı. Çok taraflı dış destek ya da Saddam Hüseyin rejiminin düşmesinin ardından erken dönemde ortaya çıkan durum sonucunda siyasi sürece kendi koşullarını dayatan İslami partiler, 2003 sonrası dönemde birleşik partiler ve akımlar olarak kendilerini örgütleyebilen tek gruptu. Saddam Hüseyin’in zorlu ambargo yılları olan doksanlarda başlattığı ve merhum Ayetullah Seyyid Muhammed Sadık El-Sadr’ın yükselişi ile aynı zamana denk gelen “İnanç Kampanyası”, Baas Partisi’nin rejimin düşmesinin ardından patlayan mezhep merkezli hareketlerin birikmesine yol açan mezhep politikaları gibi birçok etken de kendisine yardım etti. Bu da, yeni bir Velayeti Fakih modeli olmakla suçlanmak istemeyen Necef’teki dini otoriteyi, bu birikmiş sorunları büyük bir dikkat ile ele almak zorunda bıraktı. Dini havza bir yandan siyaset üzerindeki vesayetini reddeden ve siyasete müdahalesini sınırlayan doktriner metodolojisini korumak isterken diğer yandan da sahip olduğu korumacı ve gözetici konum gereği takipçilerinin ve vatandaşlarının çıkarlarının korunmasındaki yol gösterici rolü de bırakamamaktadır. Aynı şekilde devletin asgari düzeyde de olsa vatandaşlarını koruma ve gözetme sorumluluğunu yerine getiremediğinde insani ve ahlaki görevlerini yerine getirmekten de vazgeçememektedir. Bu rol dini otoritenin 2005 ve 2006 seçimlerinde desteklemekle suçlandığı siyasi İslam deneyiminden hoşnutsuz olan sivil taraflar başta olmak üzere birçok kesimin eleştirinin hedefinde olmasına yol açmaktadır. Halbuki bilindiği gibi dini otorite, 2010 seçimlerinde bu konuda reform yapmaya gücünün yetmediğini açıklamıştı. Hatta dini otorite, işlerin tamamen kontrolü dışına çıktığı 2014 seçimlerinin ardından 2018 seçimlerinde Irak siyasi sınıfının tamamını boykot ettiğini deklare etmişti. Halkın geniş bir kesiminin, siyasi sınıfın uygulamalarına karşı seçimleri boykot etme kararının nedenlerini çok iyi anlayan dini otoritenin 2018 seçimlerinde aldığı bu karar, devlet ile toplum ilişkisi arasında bir ayrımdır. Bu, dini havzanın meşruiyetten bugüne tarihi seçeneklerinde ve dünyanın dört bir yanındaki takipçilerine ülkelerindeki anayasal haklarını kullanma çağrısında meydana gelen büyük bir değişim olarak nitelenebilir. Irak’ın içinde bulunduğu bu zor anda, her zaman dini otoritenin çatısı altında yer aldığını açıklayan ama fiili olarak kendi çıkarlarını hizmet eden politikalar uygulayan Şii siyasi partilerin ağırlığı altında ezilen Irak vatandaşının haklarını korumada dini otoritenin rolü hakkındaki tartışma büyüyor. Bu da Necef’i gerçekten de zor bir durumda bırakıyor. İslami partiler araştırmacısı Ali El-Mudun konuya dair şu değerlendirmede bulundu: “Mevcut durumda (Şii dini otorite için endişe verici olması gereken) farklı değişimler yaşanıyor. Bu değişimlere iktidarı elinde tutan ve Iraklı vatandaşların mevcut durumunu ve geleceğini kontrol eden İslami partilerin performansına halkın artan tepkisi de eşlik ediyor. Çünkü Irak vatandaşları bu partilerin iktidara gelmesinin ve iktidarda kalmasının sorumluluğunu dini otoriteye yüklüyor. Dini otoritenin bu partilere yönelik tutumu tam anlamıyla bir ayrılık ve boykot düzeyine ulaşamadığı için de onların gözünde dini otorite, ülkenin kötüye gitmesinde bu partilerin ortağıdır.” 2003 yılında, uygulamada aşılması mümkün olmayan bir siyasi gerçeklik ile karşı karşıya kalan Şii dini otorite bunun yerine kendisini dönüştürmeye çalıştı. Günümüze kadar da bu partilerin etkilerinin azaltılması ve ana seçim bölgeleri aracılığıyla oy kazanmalarının engellemesi için bir seçim yasası kabul edilmesi düşüncesinden vazgeçilmedi. Bunun yerine dini otorite, parti dışı grupların temsil edilmesin izin veren ve vatandaşların meclisteki temsilcilerine hesap sormalarını kolaylaştıran seçim bölgelerini küçültme önerisini sundu. Son olarak… Dini otoriteden vatandaş ile rejim arasında bir seçim yapması istense ilkini seçeceği kesindir. Ancak vatandaşlara devletin ve yasaların şartlarını da dayatacaktır. Bu nedenle dini otoriteden bir girişimde bulunmasını isteyenler kendisine mevcut durumun sorumluluğunu yüklemek istiyor. Aynı şekilde kendisine vatandaşları desteklemenin sorumluluğunu yüklemek isteyenler de aslında halkın ne durumda olduğunu çok iyi biliyor. Ancak ne olursa olsun dini otorite, kritik anlarda vatandaşlar için hep bir sığınak, devlet için de bir güvence olmuştur.
مشاركة :