Şam’a gitmekte hızlı davranan bazı Araplar; son 8 yıldır devam eden savaştan dolayı yıkılan bir ülkenin yeniden imarında yeterli olmasa da ‘makul’ sayılabilecek bir pay elde etmek isteyen arabulucu ve komisyoncu olabilirler. Çünkü görünüşe bakılırsa bu bağlamda alınmış olan etkin ve etkili uluslararası tutumlar bulunmakta. Bu yılın ilk aylarında Avrupa ve ABD’de yaşanan ve Beşşar Esed rejimine yönelik açılımları durduran, aralarında İngiltere ve elbette ABD’nin de bulunduğu bazı Batılı ülkelerin yakın bir zamanda Suriye’nin başkentinde büyükelçiliklerini yeniden açma niyetinde olmadıklarını gösteren gelişmeleri takip etmemektedirler. Suriye’nin yeniden imarı konusunun gündeme getirilmesinin ardından ağızlarının suyu aka aka Suriye’ye koşan Arapların büyük bir çoğunluğu ‘düşenin dostu olmaz’ sözünde olduğu gibi aslında kendi çıkarlarını düşünüyorlardı. Ama bu kişilerin gözden kaçırdıkları şey; bununla ilgili kararın Arapların değil; başta ABD olmak üzere İngiltere, Fransa ve Almanya gibi etkin Batılı ülkelerin elinde olduğu. Bu noktada; söz konusu Batılı ülkelerin Suriyelilere karşı etnik ve mezhep temelli korkunç ve çirkin suçlar işlediği için Beşşar Esed rejimine karşı katı yaptırımlar uyguladığına da işaret etmeliyiz. Yine bu ülkelerin; Suriye rejimine karşı daha fazla uluslararası yaptırım ugulanırken ve siyasi bir çözüme ulaşılmamış iken koşa koşa Şam’a giden bazı Arap ülkelerini, çok da ileriye gitmemeleri konusunda uyardığını da belirtmeliyiz. Bilindiği gibi Batılı ülkeler; Suriye’nin birkaç bölgesinde savunmasız sivillere karşı kimyasal silah kullanmasının ardından bu rejime karşı sert yaptırımlar uygulamaya başlamıştı. Aynı şekilde ABD’de bu kimyasal saldırıların hem öncesinde hem de sonrasında İran’a karşı sonuncusu Devrim Muhafızları’nın terörist bir örgüt olarak kabul edilmesi olan yaptırımlar uygulamaktadır. Yine bilindiği gibi Velayet-i Fakih devleti; bu rejim ile Suriye’deki her şey üzerinde mutlaka kontrole sahip olmasını sağlayacak anlaşmalar imzalamış ve Akdeniz kıyılarındaki Lazikiye bölgesi ünlü ‘Şii Hilali’ stratejisinin dayandığı bir İran askeri üssü haline gelmiştir. Dolayısıyla askeri, güvenlik, ekonomik ve siyasi olarak bazı Arap ülkelerine sızmayı başaran, Rusya’nın utangaç itirazları ve endişelerine rağmen Suriye’de temel ve fiili karar alıcı olan İran’ın; Lübnan, Yemen’in Husilere bağlı bölümü, Irak ve ne yazık ki gerçekçi olmayan emellerinin kendisini Arap kıyafetini çıkarıp İran ve Türkiye’nin kendisine verdiği yamalı kıyafeti giymesine neden olan Katar gibi olmadıkça, hiçbir Arap ülkesinin bu Arap ülkesine el uzatmasına izin vermeyeceği kesindir. Bazı Arap ülkelerinin; İran işgali ve Avrupa ile ABD’nin yaptırımları ile elleri kolları bağlı olan Şam’a aceleyle, hazırlıksız ve rastgele dönmeyi düşünmemeliydiler. ABD’nin Suriye’ye yönelik yaptırımlar uyguladığını ve Washington’un “Birinci Cenevre Konferansı” ile BM’nin 2254 sayılı kararını temel alan siyasi çözüm gerçekleşmeden bu ülkenin yeniden imarına izin vermeyen bir yasayı kabul ettiğini bilmeleri gerekiyordu. Suriye’de İran’ın mutlak egemenliği yanında askeri güçleri ve üsleri ile Suriye geneline yayılmış Ruslar ile stratejik İdlib bölgesini kontrol eden Türkler gibi birçok ülke tarafından işgal edilen bu yıkık ülke nasıl imar edilebilir ki? Her şeyden önce de ABD Başkanı Donald Trump’ın üzerindeki İsrail egemenliğini kabul ettiği Golan Tepeleri ve Suriye topraklarının büyük bir bölümünü kapsayan bir gözlem noktası ve Şam’a bakan yüksek bir kule gibi olan, hem 1973 hem de 1967 Arap-İsrail savaşlarında stratejik bir rol oynayan Cebel El-Şeyh (Cebel Haremun/Hermon Dağı) İsrail işgali altında değil mi? Bütün bunlara ek olarak; Beşşar Esed’in Şam’ına gidenlerin bu ülkenin hala güvenlik yönünden istikrarlı olmadığını, Dera ile Cebel-i Druz’da bulunan Süveyda illerinde bile silahlı muhalefetin hala varlık gösterdiğini görürler. Hala tek bir yönetim yerine birçok dış kaynaklı yönetim tarafından yönetilen bu ülkede DAEŞ ile El-Nusra’nın etkin bir varlığa sahip olduğunu bilmeleri gerekir. Ki Suriye’de yatırım yapmak isteyenler için en tehlikeli olanlar; Lübnanlı Hizbullah örgütü, İranlı milis güçler, ABD’nin terör listesine dahil ettiği Muhammed Ali Caferi liderliğindeki Devrim Muhafızları’dır. Şam’a gitmekte gerektiğinden fazla acele eden Arapların; bu ülkenin henüz istikrara kavuşmamış, çatışmaların hala şiddetli bir şekilde devam ettiği, bütün yaşananlara rağmen yolsuzluğun rejimin her yerini sarmış olduğunu bilmeleri icap ederdi. Rejimin önde gelen isimleri ve bizzat devlet başkanının aile üyeleri ve kendisine yakın isimlerin soygun ve yağma çetelerine dönüştüğü, bütün Suriyeliler ve Suriye krizi ile ilgilenen tüm uluslararası ve Arap taraflar bu ve daha fazlasından bahseder iken aceleci davranmamaları gerekiyordu. Şimdi ise bir kez daha geri çekilme sürecindeler. Çünkü ilk olarak; uzun sürmeyen bir deneyimin ardından Suriye’nin yeniden imar sürecinin yakın bir zamanda başlaması umudu olmadığı kanıtlandı. İkincisi; Washington’un ‘Birinci Cenevre’ ile BM’nin 2254 sayılı kararına göre fiili olarak siyasi bir çözüme ulaşılmadıkça yeniden imar sürecini başlatmama kararlı olduğu görüldü. Diğer yandan ABD’nin ‘Birinci Cenevre’ ile 2254 sayılı BM kararı gereğince önerdiği siyasi çözümü ise rejimin istemediği, İran’ın reddettiği ve Rusların da kendisine yönelik birçok itirazı olduğu açıktır. Yine Recep Tayyip Erdoğan’ın, İdlib’ten 30 km genişliğinde bir sınır şeridini istediği de açıktır. Bunun yanında Ürdün’ün de Suriye’ye yönelik gerçekçi olmayan son atılımlarından vazgeçtiğine işaret etmeliyiz. Bunun nedeni ilk olarak; ABD ve Avrupa’nın karar ve tutumlarına uymak, ikincisi Şam’da bulunan bu rejimin hala eskisi gibi olduğu ve pratik olarak Ürdünlüler ile fiili bir ilişki istemediğini kanıtlamış olmasıdır. Aksi takdirde Suriye istahbaratı tarafından hazırlanan ve aralarında bakanlar, eski bakanlar ile Ürdünlü üst düzey yetkililerin de bulunduğu 9 binden fazla kişinin adının yer aldığı listede, hiçbirinin adının yer almamasına rağmen 30 Ürdün vatandaşını tutuklamasının başka ne anlamı olabilir ki? Son olarak; bu ‘acelecilerin’ Suriyenin askeri, politik ve siyasi açıdan İran işgalinde, Rus egemenliği altında olduğu ve Türkiye’nin bu topraklardaki bazı arzularını da gerçekleştirdiğini göz önünde bulundurarak, bu paramparça ülkeye karşı açık olması gerekiyor. Bu, bu Arap ülkesinde yeniden yapılanmanın, hala çok uzak bir ihtimal olduğu anlamına geliyor. Ülke, her şeyden önce İranlılar, Ruslar, ABD ve Batılılar tarafından haczedilmiş durumda. Bu da, Cezayir’in eski Devlet Başkanı Abdulaziz Buteflika ve Sudan’ın devrik lideri Ömer el- Beşir gibi Beşşar Esed rejiminin de sonunun geldiği anlamına geliyor.
مشاركة :