Rusya, ABD, İsrail müzakereleri: Suriye nereye gidiyor?

  • 6/13/2019
  • 00:00
  • 6
  • 0
  • 0
news-picture

Dışişleri Bakan Yardımcısı Mikhail Bogdanov aracılığıyla Rusya birçok kez, İran’ın Suriye’deki varlığının artık gerekli olmadığını yineledi. Elbette İran’ın varlığından kasıt; 120 binden fazla olduğu tahmin edilen düzenli ordu ve Devrim Muhafızları güçleri ile onbinlerce üyesi olduğu tahmin edilen mezhepçi ve etnik milis güçlerin askeri varlığıdır. Bu milis güçleri arasında; içindeki unsurların büyük bir çoğunluğunu Hindikuş ve kuzeydeki Baba dağları ile güneydoğudaki Helmend vadisi arasında Afganistan’ın merkezindeki bazı bölgelerde yaşayan Şii Afgan azınlık “Hazaralar”ın oluşturduğu Fatimiyyun Tugayı da yer alıyor. Bunca zaman sonra, İran tarafından ithal edilip Suriye’ye konuşlandırılan Şii Afganların, bu Arap ülkesinde etkin bir güç oluşturmaya başlayan bütün mezhepçi örgütler arasında en radikali olduğu artık bilinmektedir. Şii Afganlar; Sovyet ordusunun Afganistan’dan çekilmesi ve Komünist rejimin çökmesi ile yaşanan dalgalanmalar sonrasında çoğunluğu oluşturan Peştunların baskısının artması üzerine İran’a sığınmışlardı. Suriye’deki varlığına artık gerek olmadığı için İran’dan “yumuşak” bir şekilde talep edilen çekilmenin çok daha ciddi biçimlere bürünmeye başlaması çok önemlidir. Rusya ve İran’ın, İsrail’in de yoğun “katılımı” ile bir tanesi yakın zamanda İsrail’de gerçekleşen bir dizi görüşmeler düzenlediğine dair kesin bilgiler bulunmaktadır. Bu görüşmelerde, İran’ın bu Arap ülkesindeki askeri ve milis varlığına son verecek olan bir icra planı tartışıldı.  Bundan ne pratik ne de form olarak artık mevcut olmayan ve kendisinden geriye sadece kalıntılara benzeyen bir şey kalan Sosyalist Arap Baas Partisi’ne ve Baasçı terimlere göre “Suriye Arap Ülkesi” olarak adlandırılan bu ülkenin, 3 oyuncu için ağır bir yük oluşturmaya başladığı açık hatta kesin bir şekilde anlaşılmaktadır. Tahminlere ya da bilgilere göre –hiç fark etmez- Rusya’nın Suriye’deki hegemonyası temel olarak ordu ve askeri istihbaratta yoğunlaşırken İran’ın hegemonyası, Başkan Beşşar Esed’in etrafındaki resmi çevre ile bir ölçüde istihbarat kurumlarında yoğunlaşmaktadır. Bunun yanında Lübnan’daki Hizbullah, Fatimiyyun Tugayı, aralarında Haşdi Şabi’nin de bulunduğu bazı Iraklı örgütler gibi farklı ve çeşitli adlar altında faaliyet gösteren mezhepçi oluşumlar içerisinde yer alan “Halk Ordusu” adı verilen gücü de kontrol etmektedir. Sovyetler Birliği; 1949 yılında ilk askeri darbeyi gerçekleştiren Başkan Hüsnü Zaim döneminde siyasi, askeri ve istihbari olarak Suriye’ye yerleşti. Bu varlığı; yirmili yılların sonundan pratik olarak Hafız Esed’in 1970 yılındaki darbesine kadar ardı ardına yaşanan askeri darbeler momentumunda farklı formlara bürünerek sürekli ve kesintisiz bir şekilde devam etti. Hafız Esed’in 1970 yılında düzenlediği darbeden önce de 1966 yılının şubat ayında General Salah Cedid liderliğindeki darbecilerin “Düzeltme Hareketi” adını verdikleri bir darbe, 1963 yılının mart ayında bir askeri darbe, onun da öncesinde Mısır- Suriye birliği yani Birleşik Arap Cumhuriyeti’ni hedef alan bir askeri darbe gerçekleşmişti. Birleşik Arap Cumhuriyeti döneminde Başkan Cemal Abdunnasır bu ülkenin kapısını tamamen Sovyet “yoldaşlara” açmıştı. Bu şekilde Abdunnasır, belki de 1956 yılında Mısır’ı hedef alan ve Süveyş Savaşı ya da Üçlü Saldırı adı verilen savaşta kendisini desteklediği, 1960 yılında yapımına başlanan ve resmi olarak 1970 yılında açılışı yapılan ünlü Asvan Barajı’nın yapımına temel bir katkıda bulunduğu için Sovyetleri ödüllendiriyordu. Bu bilgileri zikretmemizin amacı; Rusya’nın bu gibi konular ve başka konularda kendisini Sovyetler Birliği’nin varisi olarak gördüğü için 1929 yılında başlayan bu uzun tarihi ilişkiden dolayı 2011 yılında ortaya çıkan yeni denklemin ardından geçmişte olduğu gibi hala Suriye’de ana güç olmaya daha layık olduğunu düşündüğünü belirtmektir. Rusya’ya göre İran “geçici” ABD ise “fırsatçı”dır. Rusya,bu Arap ülkesi ile Irak, Lübnan ve Yemen’de İran yayılmacılığının devam etmesi halinde gün gelip bu oyundan eli boş bir şekilde ayrılabileceğini hissetmeye başladı. Vladimir Putin ve beraberindekiler; Barack Obama’nın kötü performansının ardından ABD ve Donald Trump yönetiminin bütün manevralarına rağmen İran’ın bu bölgedeki varlığını gerçekten de pekiştirdiğini dikkate alıyor gibi görünmektedir. Çünkü İran, Irak ile giriştiği 8 yıllık savaşta yenilmesine rağmen daha sonra Suriye’de askeri, milis ve güvenlik başta olmak üzere bütün formları ile tüm bu genişlemeyi gerçekleştirmeyi başardı. Ayrıca Lübnanlı Hizbullah örgütü, gerçek ve sanal, küçük ve büyük örgütlere ek olarak sayıları onlarca hatta bazılarına göre yüzlerce olan diğer mezhepçi örgütler aracılığıyla mezhepçiliğe dayalı yayılmacılığını gerçekleştirdi. Bölgenin tanık olduğu çatışma ortamında ve Ortadoğu’nun bir bütün olarak tanık olduğu tüm bu hareketli ve devimli bölünmeler nedeniyle Rusya’nın İran’a ihtiyacı olduğu kesindir. Ama Rusya’yı artık gerçekten korkutmaya başlayan durum, çeşitli ve farklı şekilleri ile bu İran genişlemesidir. Çünkü bu genişleme güvenli bütün sınırları aşmıştır. Örneğin İran,Rusya’nın Suriye’de Hımeymim ve Tartus askeri üslerini inşa etmesine Lazikiye’de stratejik bir üs inşa ederek karşılık vermiştir. Bu da İran’ın Akdeniz’e ulaşması halinde Rusya’nın Kıbrıs’a yönelik emellerine darbe vurabileceği anlamına gelmektedir. Hatta “takiyyeci” olduğu için Şah döneminde olduğu gibi ABD ile el ele vermesi de uzak bir ihtimal değildir. Hem Rusya hem de ABD’nin aynı perspektiften gördükleri sorun ise Suriye’nin bir İran üssüne dönüşmesidir. Zira bu, yakın vadede olmasa da uzun vadede İsrail için fiili bir tehdit oluşturacaktır. Bu yüzden İsrailliler, bilhassa Donald Trump’ın işgal altındaki Golan Tepeleri’ndeki egemenliklerini tanımasının ardından kendilerine komşu olan bu ülkeden İranlıları çıkarma konusunda en haklı taraf olduklarını düşünmektedirler. Zira Rusya ve ABD gibi İsrail de bu ülkenin olduğu gibi kalmayacağı ve parçalanmasının kaçınılmaz olduğuna inanmaktadır. Doğrusu bu gerçekleşirse –ki dileriz Allah’tan gerçekleşmez- kalben zerre kadar bile olsa samimi bir milliyetçi olan her Arabın kalbini acıtacaktır. Bizleri korkutan ve bu Arap ülkesinin bölünme tehdidi altında olduğunun kanıtı; Beşşar Esed’in 2011 yılının ardından daha erken bir dönemde, “Yararlı Suriye” olarak nitelediği bir şeyden bahsetmesi ve “homojen” olan 15 milyondan oluşan bir Suriye halkının “homojen olmayan” 30 milyondan daha iyi olduğuna yönelik açıklamalarıdır. Bu konularda daha bilgili olanlara göre burada kastedilen, ne sınıfsal ya da ulusal ne de kültürel ve medeni homojenlik değil mezhepçi homojenliktir. Atasözünün dediği gibi;”Görünen köy kılavuz istemez” Bu bölgedeki çiftçiler arasında yaygın bir atasözü vardır: "İnek düştüğünde etrafındaki kasaplar çoğalırmış.” Bu söz; Rusya ve ABD’nin hesaplarını ciddi bir şekilde gözden geçirdiklerinde İran’ın Suriye’deki bu saplantılı ilerlemesini sürdürmesine izin vermeleri halinde bunun sadece bu Arap ülkesinden değil belki de bu stratejik bölgenin tamamından çıkarılmalarına neden olabileceği sonucuna ulaşacakları anlamına gelmektedir. Bu da iradelerini hala ellerinde tutan ve özellikle de “Sykes-Pico” gibi bir deneyimi yaşayan Arapların göz önünde bulundurmaları gereken bir meseledir. Yukarıda bahsedilenler bir hayal dünyasından ibaret değildir. Bilakis bunu okumak ve görmek istemeyenler dışında bilinen ve açık gerçeklerdir. İsrail’in yakın ve yoğun “takibi” altında Rusya ve ABD arasında ciddi görüşmeler ve müzakereler yürütülmektedir. Bu nedenle, İran Suriye’den çıkarılsa da kalsa da bildiğimiz Suriye olduğu gibi kalmayabilir. Kaderin müdahalede bulunup kardeşi Basil, korkunç bir trafik kazasında hayatını kaybetmesiydi bu derece önemli ve karmaşık bir ülkenin başkanı olmayı hayal bile edemeyecek olan Beşşar Esed de bütün bunları çok iyi bilmektedir. Aynı şekilde yürüdüğü yolda ilerlemeye devam ederse sonunda politik jargonda “tarih çöplüğü” olarak adlandırılan yerde yerini alacağını da idrak etmektedir. Bu, beklenen ve zamansal hesaplamalara göre yakın bir zamanda gerçekleşecek olan bir husustur.

مشاركة :