​Demokratlar laikliğe karşı... Laikler demokrasiye karşı

  • 6/23/2019
  • 00:00
  • 7
  • 0
  • 0
news-picture

Doğu Arap bölgesi birçok sıkıntı ile karşı karşıyadır ancak bunlar arasında hak ettiği ilgiyi görmeyen bir sıkıntı var, hatta hak ettiği kadar bir endişe yaratmıyor. Uzun vadede, bu sıkıntıların en büyüğü olabilir; geleceği tamamen etkilemese de, gelecekteki her değişiklikte bir etkisi olacaktır.  Bu, kendisini laik olarak tanımlayan bir azınlık ile kendisini demokrat olarak tanımlayan bir çoğunluk arasındaki keskin ayrışmadır.  Burada, en azından çekişme bağlamında iki farklı iddianın olduğunu kabulleniyoruz, ancak bazı kavramların iç içe geçmişliğinden dolayı her biri hakkındaki nitelemeleri etraflıca işlememiz mümkün gözükmüyor. Söz konusu ayrışmanın genel karakterini belirlemek de kolay değildir, ancak demokrasi ve laiklik ayrışmış durumda ve aksi bir duruma dair de umut yok. Laiklikler, laikliklerini temel bir görev haline getirmişken –ki çoğunluğu teşkil eden demokratlar buna karşı çıkıyorlar- Demokratlar ise demokratlıklarına temel bir işlevsellik yüklemişken –ki laik azınlık buna karşı çıkıyor- birliktelik nasıl sağlanabilir ki? Söz konusu durumu biraz daha açmakta yarar var:  Azınlık laikler demokratların, siyaset, özgürlük, iktidarın yapısı ve ekonomik haritadan kopuk bir şekilde bilinç ve fikir dönüşümüne uğramasını arzu ediyor. Laiklik, bu şekliyle, akıl ve medeniyet kendi içimizde üstün bir meziyet haline geldiğinde adeta patlamaya hazır, tahammülsüz bir bakış açısı haine gelebiliyor, böylelikle kısmi aidiyetliklerimiz dahi çağdaş insanımızda kibre neden olabiliyor, diğer değerler ise önemsizleşebiliyor. Başka bir sorun da, belli bir olgunluk kazanamamış bu çocuksu yaklaşım, sahiplerinin çoğunu Suriye rejimi gibi otoriter bir rejimi desteklemekten alıkoymamasıdır. Mutlak zulümde fazilet arayışına girdiler. Bu nedenle, masum olarak tanımlanan çocukların durumundan bağımsız olarak, genellikle kötülük içeren bir çocuksu yaklaşımdan bahsediyoruz. Çocuklukla kötülüğün buluşması, bu laik tutumun tarihsel olarak totaliter, ulusalcı ve sol partilerle kesiştiği bir ortamda ortaya çıkmasıyla bire bir bağlantılıdır. Ortamdan kastımız;“Liderin” kutsandığı ve halkının sopa veya namlu ile “ilerlemeye” zorlandığı dönemlerdir. Buna karşılık, demokrat olduğunu söyleyen bir çoğunluk var, ancak demokratik yollarla seçilmiş adayların bilincini ve davranışını geliştirme yoluna hiçbir zaman gitmediler, yani sayısal çoğunluk iktidar olmak için tek kıstas haline getirildi. Azınlıkta kalanları da korkutan bu yaklaşım, bölgemizde bir türü eksik olmayan dini ve dini olmayan akım ve cemaatler arasındaki mücadeleyi hatırlatmaktadır. Bu yönüyle adaletten ziyade intikam vaat ediyor, eşitlik ve eşitlik arayışından nefret ediyor.  Elbette, bu demokratların çoğunluğunun Müslüman kardeşler (İhvan), “en-Nusra” ya da “DEAŞ” gibi unsurlarla doğrudan alakası yoktur. Ancak kendilerini, “ilerici” laiklere alternatif olarak gören, terör ve karanlık işlere bulaşmış bu yapılardan uzak tutmak için bir çaba içerisine girmiyorlar. Bu zalimce sınıflandırılma hakkındaki bu sessizliğin, “vatanın ortağı” olarak adlandırılan “öteki” için kaygı duymamaktan izole edilmesi zor. Halkından “otokrasi” ile korunmaya çalışan laikler ile halkını “teokrasi” ile koruduğunu düşünen demokratlar açısından yolun sonu göründü. Birincisi, iktidarın yegâne sahibi olarak kendisini görür, kendisine hayran olacak kadar narsistir, diğer çoğunluğu ise rejim düşmanı olarak görür. İkincisi, karmaşayı, kentleşmeyi ve kültürü içerisinde barındıran “dünya hayatına” yönelik nefret eğilimi içerisinde… Böylece, biri ötekinin hasımca egosu ve mutlak karşıtlığı gibi görünüyor; “özel” ve “kamu” ayrımı gibi… Belki de eskilerin “delili esas alan” ve “zahiri esas alan” nitelemesini andırıyor. Ancak burada şaşırtıcı olan, sosyolojik, mezhepsel ve etnik temellere dayanan bu ötekileştirme yaygın hale gelmiş olmasına rağmen açıkça karşı çıkılabilen bir olguya dönüşmüş olmasıdır. Bu gerçekliği anlamak için, mezhep temelli ayrıştırmanın yanlışlığı ortaya koymak ya da esasında yok hükmünde olduğu ispatlamak için gösterilen muazzam çaba ile mezhepsel ya da etnik gerçekliği esas alma adına gösterilen gönülsüz çabayı karşılaştırmak yeterlidir. Peki, bu karşı duruş ne zaman meydana geldi? Şimdi! Bu patlayıcı tabloya ek olarak, on yıllar ömür biçilen iki ana gelişme var: Bunlardan ilki, bölgemizde sıkça görülen ve bölücü grupların ayrılmaz bir parçası haline gelen ve demografik patlamaları katlandıran azınlık olma hissidir. Bu, en az ırkçılık kadar korkuya neden olmaktadır, azınlık farklılığı ve laiklik önerisini gizli saklı işler ya da korku namazı mesabesine getirmektedir. Bu trajediyi tamamlayan bir şey de, yaşlı nüfusun ağırlıklı olduğu bazı topluluklarda diğer azınlık toplulukların genç sayısındaki artıştır, ancak istihdam sağlama fırsatları bunlara yeterince tanınmıyor. Aksine şiddet fırsatları tanınıyor.  Daha hızlı ve doğrudan olan ikinci gelişme, son yıllarda yaşanan olaylar geride sadece şiddet, kan ve nefret bıraktı ve iki büyük tarihi sloganın sahipleri (Demokratlık-Laiklik) arasındaki çelişkiyi tamamen yabancılaşma seviyesine yükseltti. Bugün, Suriye’yi birçok ölüm aracıyla bombalayan, Lübnan’daki ırkçı muameleleri öne çıkaran çizginin, iki kıymetli hazineyi heder ettiğini söylemek abartı sayılmaz: laiklik hazinesi, azınlıkların hakları ve eşitliği hazinesi. Demokrasiyi vuran darbe ise, İslamcıların İslama el koymasıdır. Diğer bir deyişle dünyadaki parlak ve gelecek vaat eden her şeyin böylesi bir yanlış hamle ile heder edilmesidir. "DEAŞ" gerçeği ve içinde bulunduğumuz durum, tek bir "halkın" halklara bölünmek suretiyle aralarında kalıcı ve açık bir iç savaş çıkabileceğinin adeta sembolü haline gelmiştir.

مشاركة :