İngiltere’den AB’ye karşı bağımsızlık savaşı

  • 11/23/2018
  • 00:00
  • 1
  • 0
  • 0
news-picture

İngiltere, ABden boşanmak için müzakereye değil de sanki daha önce girmediği bir bağımsızlık mücadelesine girmiş gibi. ‘Yüce devlet’ olmakla övünen bu ada, herhangi bir gücün egemenliğinden kurtulma ihtiyacı hissetmemiş tek dünya ülkesi. Aksine pek çok ülke Britanya İmparatorluğu’nun esiri haline gelerek bu devlete karşı bağımsızlık mücadelesi vermiştir. ABD de bu ülkelerden birisidir. Bugün hiç de azımsanmayacak sayıda İngiliz siyasetçinin, AB’den ‘bağımsızlaşma’ girişimlerinde karşılaştıkları durumları ürkütücü bulmalarının sebebi bu olabilir. Zira daha önce masaya hiç böylesi bir müzakere için oturmadılar. İngiltere, çıkış planını uygulamak için iki senedir yani Haziran 2016’da yapılan halk oylamasından bu yana AB ile çatışıyor. Söz konusu halk oylamasında %48’e karşı %51’lik bir çoğunluk, 45 sene önce girdikleri ve o zaman ‘Ortak Avrupa Pazarı’ adını taşıyan bu kulüpten ayrılmayı oyladılar. İngiltere’nin Birlikten ayrılması için önümüzdeki 29 Mart tarihi kararlaştırıldı. Sürenin yaklaşmasıyla engeller daha da belirginleşiyor ve halk oylamasında çıkan sonucu en iyi şekilde hayata geçirme konusundaki karmaşa gittikçe artıyor. Halk oylamasında İngilterelilere, “AB’de kalmayı mı destekliyorsunuz yoksa çıkmayı mı?” sorusu yöneltildi. Bu soruyu cevaplamak o esnada basit görünüyordu. Halkçı bir coşku dalgası sırasında sağcı politikacıların çoğu, Birliğe üyeliğin devam edilmesi halinde olabilecek şeyler ve Londra’ya karşı Avrupalı bir ‘işgal’ olarak niteledikleri şeyin ne gibi sonuçlar doğuracağı konusunda uyarılara başladı. İngiltere ve ona en yakın komşuları arasındaki açık sınırlarda gerek insani ilişkiler gerekse ekonomik ve ticari ilişkiler düzeyinde geçirilen onca yılın İngilterelileri eski imparatorluğa öykünme sayfasını kapamaya ve günümüzde dünya ülkeleri arasındaki ilişkilerin kadim kinleri canlandırmaya değil ortak çıkarlara ve açık sınırlara dayalı olduğuna inandırmaya yeterli olacağını uman gözlemcilerin birçoğu hayrete düştü. Birlikten çıkma müzakerelerinin ilerlemesi ile İngiltereliler için gerçekler birbiri ardınca görünür olmaya başladı. Bu gerçekler, Avrupa ile olan ilişkiler konusunda uzlaşmaz tavırlar sergileyen eski Dışişleri Bakanı Boris Johnson başta olmak üzere Muhafazakâr Parti ve şimdilerde ortalarda görünmeyen Nigel Farage’nin önderliğindeki İngiltere Bağımsızlık Partisi’nin önde gelen pek çok üyesi tarafından bol keseden verilen sözlere aykırıdır. Mesela Birliğin kurumlarına karşı İngiltere’nin yükümlülüğünde olan çıkışın faturası, yaklaşık 40 milyar sterlin tutarındadır ki bu yaklaşık 52 milyon dolara tekabül etmektedir. Finans kuruluşları ve büyük şirketler, ayrılmanın ülkenin ekonomik ve mali geleceği ile dünyanın dört bir tarafından iş adamlarını çeken en kozmopolit Avrupa şehri olarak Londra’nın konumu üzerinde bırakacağı etkiler konusunda uyarmaktan geri durmuyor. Aynı şekilde gün yüzüne çıkan bir diğer gerçek de Avrupa’nın, İngiltere’nin hastaneleri, okulları ve ticari kuruluşları üzerinden etkin elini çekecek olmasının bu alanlarda kayda değer bir boşluk yaratacak oluşudur. Ancak en büyük sıkıntı, AB üyesi olan İrlanda Cumhuriyeti ile Birleşik Krallığın parçası olan Kuzey İrlanda özerk bölgesi arasındaki sınır meselesinde yaşanacak. Bu bölgede Katolik ve Protestan unsurlar arasındaki iç savaşa son veren düzenlemede kuzey ve güney arasındaki İrlanda adasında sınırların açık tutulmasına karar verilmişti. Bu da demek oluyor ki kuzey bölgesi ile güneydeki cumhuriyet arasındaki eşya ve insan hareketliliğine denetim getirmek mümkün değil. İngiltere’nin Birlikten çıkışından sonra da böyle olması gerekir. Yani iki taraf arasındaki sınırlar, İngiltere ve AB arasındaki var olan tek sınır olacak. Bu sebeplerden ötürü İngiltere Başbakanı Theresa May, Avrupalılar ile kabul edilebilir bir formüle erişmek için yürütülen müzakerelerde pek çok sorunla karşı karşıya kalmaktadır. Nitekim bir yandan halk oylamasının sonuçlarına saygı duyması gerekirken diğer yandan herhangi bir engelle karşılaşmadan İrlanda’daki mevcut durumu veya yeni sınırları korumak zorunda. Güvenlik ve istihbarat gibi pek çok alandaki işbirliğine duyulan ortak ihtiyaç sebebiyle İngiltere ve komşuları arasındaki dostane ilişkileri korumak da oldukça önemlidir. Yerine getirmiş olduğu göreve bakılacak olursa May hiç de kıskanılacak bir durumda değil. Öyle ya Muhafazakâr Parti’deki düşmanları ve büyük çoğunluğu Birlikte kalmayı oylayan ve çıkış anlaşması kendi razı oldukları şekilde sonuçlanmadığı takdirde İngiltere’den bağımsızlaşmakla tehdit eden İskoçya bölgesi ile olmak üzere pek çok cephede birden savaşıyor. May ayrıca baştan beri İngiltere’nin Birlikteki üyeliğini sürdürmesini isteyen ve özellikle pek çok Avrupa ülkesinde ulusal bağımsızlık duyguları ve halkçı uzantıların yükselişe geçtiği bir havada çıkışı, diğer üyeler için cazip hale getirmemek adına büyük tavizler vermeye yanaşmayan Avrupalılarla da mücadele ediyor. AB’den çıkmak için yapılan İngiliz oylaması boş yere değildi. Bunun İngiltere-Avrupa ilişkilerinin tarihsel bağlamında değerlendirilmesi gerekir. İngiltere siyasetçilerin AB’ye karşı tutumları, esasında hamaset ve tereddüt arasında sallanmaktadır. İlk olarak General Charles de Gaulle, 1961 yılında İngiltere’nin Ortak Pazar üyeliğine veto ile karşılık verdi zira o, İngiltere’deki siyasi iklimin bu ülkenin Avrupa projesine başta Alman Şansölye Konrad Adenauer ve Fransız politikacı Jean Monnet olmak üzere bu projenin babalarının istediği şekilde uyum sağlamasına müsaade etmeyeceğinin farkındaydı. Bununla birlikte Muhafazakâr Parti’den Başbakan Edward Heath, İngiltere’nin Ortak Pazar’a üyeliği meselesini sonuçlandırdı ve 1973 yılının başlarında üyelik gerçekleşti. Onun halefi İşçi Partisi’nden Harold Wilson’ın yürüttüğü bir halk oylaması ise İngiltere’nin üyeliği konusunda bu ilk adımlarla başlayan tartışmayı sonlandırdı ve 1975 yılında Avrupa Kulübü’nde kalmaktan yana oy kullanıldı. Ancak iki taraf arasında ilişkiler mesafesini korudu. Birlik ülkelerinin çoğu Birliğin özel para birimi olan euroyu kullanırken İngiltereliler kendi para birimlerini kullanmaya devam etti. Aynı şekilde sözleşmeyi onaylayan ülkeler için ortak vize sistemi olan Schengen anlaşmasına katılmayı da reddetti. AB bayrağı da diğer AB ülkelerindeki durumun aksine İngiltere’nin resmi kuruluşlarında salınmıyor. Avrupa projesinin farklı İngiltere partileri içerisindeki muhalifleri, bu karmaşık ilişkiyi Napolyon ile olan çekişmeye ve hatta Nazi dönemi ve Adolf Hitler’in yükselişe geçtiği döneme kadar götürüyor. Bu kimseler İngiltere’nin bağımsızlığının, onu dışsal istilalardan koruyabilecek şey olduğunu düşünüyor. Radikallerin çoğu da AB üyeliğinin, Almanya ve Fransa önderliğinde ülke değerleri ile yargı ve mali kuruluşlara yönelik bir ‘istila’ hareketine hizmet etmekten başka bir işe yaramadığını düşünüyor. Bundan dolayı ‘bağımsızlık’ ibaresi, İngiltere’nin AB’den çıkışını savunan herkesin diline pelesenk olmuş durumda: Biz bağımsızlık istiyoruz. Egemenliğimizi yeniden kendi sınırlarımıza çekmek istiyoruz. Bizi ilgilendiren kararlarda herhangi bir dış müdahale olmaksızın yalnızca meclisimizin söz sahibi olmasını istiyoruz. İngiltere’nin bağımsızlığı, eğer başarılı olursa, birçoğuna göre İngiltere ve AB için maliyetli olacak. Bu deneyimin zorlu sonuçları, ne kadar ‘büyük’ de olsalar devletlerin kendi sınırlarına çekilmesinin artık başarılabilir gerçekçi bir seçenek olmadığını kanıtlayacaktır.

مشاركة :