İran ile yüzleşmek için bir plan olduğunu varsayarsak şu ana kadar her şey “çizili plana” göre ilerliyor gibi görünmektedir. İran’a uygulanan ve günde yaklaşık 3 milyon varile varan petrol ihracatını yarım milyona kadar gerileten yaptırımların daha da ağırlaştırılması ile plan tamamlandı. Tehlikeler ve pazarlıklar nedeniyle İran bundan sonra petrolünü piyasa fiyatının altında satmak zorunda kalacak gibi görünmketedir. Hatta İran açısından her sefer; nihai hedefi Suriye sahilleri olan ama yaptırımlar nedeniyle yolunu uzatarak Ümit Burnu ve Atlas Okyanusu’nu dolaşan ve Cebeli Tarık Boğazı’ndan geçerken İngilizler tarafından alıkonulan petrol tankerinin başına gelenler gibi bundan çok daha fazlasına mal olabilmektedir. Esed rejimine destek için bedava petrol taşımasının yanında yolunu uzatmak zorunda olduğu için de inanılmaz bir şekilde pahalıya mal olan bu tanker ve yükü Tahran’daki liderliğin içinde bulunduğu hüsran ve başarısızlığı göstermiştir. İddia edildiği gibi Çin kendisinden 250 bin varil petrol satın almış olsa bile bu İran için çok küçük bir miktardır. Petrokimya vb. ürünlerinin ihracatını kapsayan yeni yaptırımlar ise İran’ın canını daha da çok ağrıtacaktır. Çizili plan, İran’ın psikolojisine göre hazırlanmıştır. Onun tepkilerini çok iyi bilmekte ve nadiren hata yapmaktadır. Örneğin; kendisine uygulanan ablukanın İran’ı, inat etmeye, tehditler savurmaya ve uranyum zenginleştirme faaliyetlerine dönmeye iteceğini, İran’ın bunu yaparak nükleer anlaşmayı imzalayan diğer ülkeleri de kaybedeceğini ve bu ülkelerin de ona karşı durmak zorunda kalacağını biliyorduk. Nitekim İran da tam olarak da bunu yaptı. Müzakareler yerine meydan okumada ileri giderek anlaşmayı ihlal edeceğini açıklayarak Avrupa ülkeleri, Çin ve Rusya’nın da onu kınamalarına neden oldu. Nitekim AB ülkeleri de şimdi ABD ile birlikte İran’a yaptırım uygulamak zorundadır. Aynı şekilde nükleer projesini yeniden aktifleştirdiği için nükleer silahlarının ve balistik füzelerinin sadece Körfez ülkelerini değil kendisini de hedef aldığını düşünen İsrail’in krizdeki rolü de daha merkezi ve etkin bir hale gelmiştir. Uranyum zenginleştirme adımından önce Irak ve Yemen ile ilgili çekişme, İsrailleri daha az ilgilendiriyordu. Buna ek olarak; İran güçlerinin ve milislerinin Şam hattının gerisine çekilmesine rağmen İsrail’in askeri varlığını hedef almayı sürdüren saldırıları nedeniyle İran’ın Suriye’deki durumu daha da kötüleşmiştir. Rusya’nın İsrail’in kendisini hedef almasına izin vermesi ve Suriye topraklarında bulunan füze sistemleri ile İsrail uçaklarını engellememesi İranlıların durumunu daha da zorlaştırmıştır. İran uranyum zenginleştirmeye dönme adımı ile başkasına değil asıl kendisine yönelik tehdidin düzeyini yükseltmiştir. Peki İran’ın Körfez’de deniz trafiğini ve özellikle de Suudi Arabistan ve BAE’den gelen gemileri hedef alan düşmanca saldırılarının artmasına ne demeliyiz? Yine İran’ın, Husiler aracılığıyla Suudi Arabistan’ın güneyinde ve Yemen sınırına yakın olan Abha ve Cizan havaalanlarına İHA’larla düzenlenen saldırılarının boyutunu artmasına ne demeliyiz? Bunlar da beklenen davranışlardı. Suudi Arabistan’a yönelik tehditlerin düzeyini yükselten İran rejiminin tahmin edilen tutumunu yansıtıyordu. Tahran bu saldırılarını 2 hatta 3 katına çıkarsa da Suudi Arabistan ve müttefiklerini kışkırtma ve kendisi ile doğrudan bir savaşa girmelerine yetecek kadar etkili olmayacaktır. Hiç kimse hatta İranlıların kendileri bile bir savaşa sürüklenmek istememektedir. Bunun yerine süreci, ablukayı kaldıracak ya da etkilerini azaltacak bir yöne yönlendirmek istemektedir. Ama bu, ABD Başkanı Trump’ın planın büyük bir bölümünü uygulamakta azimli olması nedeniyle gerçekleşmeyecektir. Masadaki mevcut tek çözüm; İran kendisinden beklenen tavizleri vermedikçe ablukanın sona ermeyeceği ve müzakerelere dönülmeyeceğidir. Peki iki tarafın şimdiye kadar ki kazanımları ve kayıpları nasıl hesaplayabiliriz? Kuşkusuz Tahran’ın siyasi, güvenlik ve ekonomik açıdan kayıpları çok daha büyüktür. Abluka yaklaşk 1 yıl önce başladı ve Tahran’ın kayıpları yıllık 50 milyar doları aşmış bulunmaktadır. Bu, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin Yemen’deki savaş nedeniyle silahlanmaya ödemek zorunda kaldıkları faturadan çok daha büyük ve ağırdır. Bu sorun, bölgedeki herkes için çok önemlidir. İran askeri olarak bölge devletlerinin bekasını tehdit edecek kadar sınırlarının ötesine yayılmıştır. Bütün bunlar; üzerindeki ekonomik ablukayı bir dereceye kadar hafifleten, genişlemesine izin veren, askeri nükleer faaliyetlerini yalnız 10 yıl gibi kısa bir süreliğine durduran kötü nükleer anlaşmanın sonucudur.
مشاركة :