Duygular, özlük ağacının dallarıdır. Yaprakları ise harfler. Bizde ve bizimle nefes alır. İçimizde oluşur, bizi biz yapar. Duygular, içimizde nerede yer alır? Zihinde mi, kalpte mi yoksa entelektüel mirasta mı? Başka dillerde bir karşılığı varsa bilmiyorum. Allah Teala İsra sûresi 36. ayette “Kulak da göz de kalp de bundan sorumludur”, Kasas sûresi 10. ayette “Musa’nın annesinin kalbi onunla meşguldü”, Necm sûresi 11. ayette “Kalp gördüğünü yalanlamadı” ve Hud sûresi 120. ayette de “Sana peygamber haberlerinden, senin kalbini sağlamlaştıracak olanları anlatıyoruz” der. Dr. Refik el-Acem, İslam Tasavvufu Ansiklopedisi’nde, “Kalpteki akıl, üçüncü makamdır. Gözün karasındaki gözbebeği, Mekke’deki Mescid-i Haram, evdeki yatak odası ve sandık, lambanın orta yerindeki fitil ve bademdeki öz gibi. Bu akıl, bilginin, düşüncelerin ve görüşün mekânıdır. Bir insan önce aklı, daha sonra kalbi ile sonuç çıkarır. Akıl, kalbin merkezinde, kalp de sedefteki inci gibi göğsün orta yerindedir. Akıl, görüş yeri ise akıl görür, kalp bilir” ifadelerine yer verir. Yazar detaylıca açıklıyor, sözü uzatıyor ve niteleme ile benzetme arasında dolaşıyor. Ama bir sonuca vardığını sanmıyorum. Akıl kavramı belirsizdir ve insan vücudundaki bir kasın adı değildir. İnsan zihninin bilimler ve icatlarla ürettiği her şeyi din ve miras kabına sokmaktan bıkmayan bazı Müslüman âlimler, çok çabaladı. Biyoloji bilimi, beden, ruh ve zihin olmak üzere insana dair her şeyle ilgili geniş araştırmalar yaptı. Bazı söz ustaları, bu bilimsel araştırmaların vardıkları sonuçları aynı yöntemle yorumladı. Aynı yarışa giren araştırmalar ve bilimsel çalışmalar, insan beyninin işlevlerini dikkatlice detaylandırdı. Beyin arazisini neredeyse görülemeyen parçalara ayırdı ve her bir parçanın bedenin organları, duyular ve duygulardaki görevlerini ve rollerini belirledi. Bazı fıkıh alimleri, bu araştırmalarla aklın beyinde bulunduğunun doğrulandığını ifade etti. Mutasavvıf Şeyh-i Ekber Muhyiddin İbn Arabi, kendi ruh dili laboratuvarını üretti ve önemli eserlerinde ruh ve görüş kalemi ile kelimeleri şekillendirdi. Bu kitapların başında Fütuhat-ı Mekkiye, İbn Arabi Tefsiri, Füsusu’l-Hikem, Aynu’l-Ayan vd. gelir. Kuran’ın ilk cüzüne dair tefsirinde akıl hakkında şunları söyler: “Biz sana peygamberlerin haberlerinden, senin aklını-kalbini sağlamlaştıracak olanları anlatıyoruz (Hud/120): Sana, onların ümmetlerinin çeşitli sıkıntılarını, doğru yolda sebat gösterip dürüstlükten uzaklaşmadıklarını, Nuh sûresinde işaret edilen evlat kurtarma sorununda olduğu gibi göz boyamaları ve onlardan bir şey kalmadığını, “Allah’ı şahit tutuyorum, siz de görün ki onların ortak koştuklarından uzağım (…) Dosdoğru yol üzere (…)” ayetinin yer aldığı Hud sûresinde olduğu gibi imanları ve tevekküllerindeki kararlılık ve cesaret düzeylerini, konukları kötülükten korumak için kızlarını feda eden Lut kıssasında gösterildiği gibi cömertlik ve erdemlerinin yüceliğini bildirdiğimizde, kalbin tüm bunlar karşısında sağlamlaştı ve istikametin karar buldu. Hakkındaki karalama izlerinin gitmesiyle kararlılığın, memnuniyetin, güvenin ve cesaretin güçlendi. Ahlakın ve asaletin tamam oldu. Bu sûrede sana ‘hakikat’, yani müminlerin inancının ve onlara verilen öğütlerin gösterdiği sonuçları gösterdik. Müminler bununla ümmetleri helak eden şeylerden sakınırlar. Bu, benimsenip yaşam tarzı edinilmesi gereken şeye dair bir hatırlatmadır. Allah en iyisini bilir.” İbn Arabi’nin kastı şudur: Peygamber’e (SAV) yönelik bu ilahi dersler, onu, peygamberliğin imtihanları ile yüzleştirecek şekilde kalbini güçlendirmek ve sağlamlaştırmak üzere uygulanan bir ilahi eğitimdir. Öyleyse akıl-kalp, gücün evidir; sağlam duran, direnen ve yüzleşen iradenin çemberidir. İbn Arabi, tefsirinin ikinci cüzünde ‘akıl-kalp’ kavramının anlamı üzerinde durur ve onu tasavvuf felsefesinin yaklaşımı ve kelimeleri ile tarif etmeye çalışır. “Kalp, gördüğünü yalanlamadı (Necm/11)” ayetini şöyle tefsir ediyor: “Akleden kalp, Gerçek Varlıkta bulunan tüm niteliklerle birlikte, benlik aşamalarında ruh makamına yükselen kalptir. Bu toplam, varlığın toplamıdır; birliğin toplamı değil. Onda akıl yoktur. Birlikte yer alan her şeyin faniliğine esir olan bir şey yoktur. Onların terimlerinin adlandırmasıyla zatın toplamının özüdür. Bu toplam, bâki yüz, yani tüm sıfatlarla birlikte bulunan zat olarak adlandırılır.” İbn Arabi’nin akıl-kalp terimine dair sundukları ile tatmin olalım ya da olmayalım, yine de kalp veya beyin vd. gibi kaslara götüren o şeyden başka bir yüzüne dikkat etmeye yardımcı olur. İbn Arabi, akıl-kalp tanımında onu, ‘ruhun makamı’, ‘benlik aşamaları’ ve ‘varlığın toplamı’ olarak adlandırdı. ‘Birliğin toplamı değil, varlığın toplamı’ lafzı ile dolup taşan aşkın görüşün derinliklerine yöneldi… Tüm sıfatlarla birlikte bulunan zat… Akıl-kalp, vücudun herhangi bir yerinde bulunmaz. O, insanın tüm benliğindedir. Kalpte, gözde, beyinde, atardamarda, kanda ve damarlardadır. İnsanın varoluşsal oluşumunda yayılmıştır. Akıl-kalpte, biriken yaşam günlüklerinden çıkarılan tecrübenin öz suyu toplanır. Akıl-kalp bu özsuyunu, gizli ve sihirli bir depoda muhafaza eder. Bu depo, insan bedeninin her yerine bulunur, belirgin bir yeri yoktur. Hayat yolculuğunun, esintisi ve tozuyla biriktirdiği duygu hazinesidir. Kârlar ve zararlar hep birlikte akıl-kalp laboratuvarına girer ve insanın günlük davranışlarında duygularında tepki, öfke, sevinç, hoşgörü, kin ve intikam olarak yeniden üretilir. Akıl-kalp, fabrika cihazlarına ve kanunlara boyun eğdirilemeyen genlerin ‘toplamıdır.’ Teknik tabirle şöyle diyebiliriz: Akıl-kalp, insan duyu ve duyguları sistemindeki temel elektromanyetik dairedir; titreşimleri alır, parçalar ve bilinçli bir insan davranışına dönüşmesi için yeniden yapılandırır. Akıl-kalbin duyguların fabrikası olduğu söylenebilir mi? Evet, yukarıda yazdıklarımdan yola çıkarak öyle diyorum. Ancak her duygunun koşulları ve etkenleri vardır. Özellikle de bu duygular bir eyleme veya daha fazlasına dönüşürken ve akıl-kalp kabında depolanan birikimlerin kimyası, etkin güdüler haline geldiğinde.
مشاركة :