Yaklaşık olarak 8 aydır tüm dünya, tüm yaşam standartlarını değiştiren ve değiştirmeye de devam edecek olan koronavirüsün her tür etkisini tecrübe ediyor. Devlet başkanlarından sporculara, sağlık çalışanlarından mültecilere kadar virüsün bulaşmadığı kimse kalmadı. Virüsün, otoriter Çin’in yönetiminin kapalılığının yayılmaya etkisiyle, Dünya Sağlık Örgütü’nün başarısızlığıyla ve “bana bir şey olmazcı”ların rahatlığıyla tüm dünyaya yayılması sonrasında 2020 yılı Mart-Haziran ayları arası boyunca sıkı önlemler alındı. Nihayetinde bu sıkı önlemlerin sonucunda virüsün yayılma hızı düştü. Ancak hayatın durma noktasına gelmesiyle de ekonomi alarm verir bir hale geldi, insanlar psikolojik yönden olumsuz etkilenmeye başladı. Durum böyle olunca anlaşılır biçimde sıkı önlemler kontrollü biçimde gevşetilmeye başladı. 2020 Haziran ayı itibariyle “kontrollü sosyal hayat”a geçileceği söylemine rağmen eyleme geçirilmediği için bugün maalesef vaka sayıları ciddi oranda artmış durumda. Sağlık çalışanları manen ve madden tükenmiş durumda. Evet, psikolojik olarak toplumda bir rahatlama oluştu, ekonomi bir tık hareketlendi ama verilen mücadeleden çokça geriye gidildi. Toplumsal stresi, ekonomik bunalımı gayet iyi anlıyoruz, buna bağlı olarak kontrollü biz şekilde normalleşmeye gidilmeliydi ancak kontrollü olmadı. Kimse lütfen denetimlerin kusursuz olduğunu söylemesin… Mecburen işe giden, iş yerini açmak zorunda kalan, tarım işçiliği ile geçinen insanlardan elbette bahsetmiyorum. Bahsettiklerim asker uğurlama merasimi yapanlar, eş dost akraba arkadaş ev oturmaları yapanlar, kafelerde yakın mesafe oturanlar, cenazeye taziyeye gidenler, düğün yapanlar ve bu düğünlere katılanlar. Ve her şeyden önemlisi bunu yapan vatandaşların virüsü yayacaklarını bile bile bu durumları engellemesi gereken kurumların gerektiği gibi önlem almamış olması. Dahası yurt dışından gelenlere test ve karantina uygulaması yapılmaması ve bu kişilerin genellikle tatil beldelerini tercih etmesi. Plajlarda düzgün mesafe önlemi alınmaması… Ayrıca korona testi pozitif çıkan ancak hastaneye yatması gerekmeyen kişilerin toplu taşıma kullanma ihtimalleri engellenmeden evlerine gönderilmesi ve dahası karantinada olması gereken kişilerin, bu karantina kendi inisiyatiflerine bırakıldığı için toplu taşımada ve hatta şehirlerarası otobüslerde tespit edilmesi… Tabi bu tespitler de koronalı kişilerin yakınları ve çevrelerinin ihbarı sonrası yapıldı yoksa kontrol dahilinde yapılan bir şey değil. Vaka sayılarının Haziran-Ağustos arası dönemde olandan daha az verilmesi, şehir şehir şeffaf biçimde vaka oranlarının paylaşılmaması sonrası da rehavet arttı. Tüm bunların sonucunda ne olduğunu biliyor musunuz, diye sormayacağım ne olduğunu gördük. 80 yaşındaki bir kadının koronalı halde 5 düğüne katıldığını, bir gelinin annesinin düğüne kimse gelmez diye koronalı olduğunu saklaması, bir çaycının işini kaybetmemek için koronalı olduğunu saklaması gibi durumlarla karşılaştık. Yetmiyormuş gibi, yüz yüze eğitim olmayacağı belli olduğu halde öğretmenlerimiz seminer gerekçesiyle eğitim verdikleri okullara gitti bir virüs yayılma öyküsü de buradan doğdu. Çok üzülerek ifade ediyorum ki, çeşitli illerdeki görevliler yaptıkları açıklamalarla hayatını kaybedenlerin sayılarının resmi rakamların üzerinde olduğunu açıkladı. Artık Eylül 2020 itibariyle artan vaka sayılarına bakarak eğitimin yüz yüze olamayacağı kararı verildi, ki çok doğru bir karardı. Düğünlere kısıtlama getirildi. Asker uğurlamaları yasaklandı. Tabi düğünlere kısıtlama getirilmesi çok geç kalınmış bir karardı, olan olduktan sonra getirilen kısıtlama, düğün sezonu bittikten sonra getirilen yasaklar neye yarayacak bilemiyoruz. Türkiye, eksiği aksağı olsa da korona virüsle mücadeleye iyi başladı ancak temkini erken bıraktı. Bugün vaka sayıları hızla artıyorsa bu virüsle mücadele konusunda yeterli olunmadığının göstergesidir. Önümüzde virüsle mücadele edemememiz yanında iki sorun daha var. Bu sorundan ilkinin sonucu olarak ikincisi ortaya çıkıyor. İlk olarak hayattaki hiçbir şeyi bilmediği halde her şeyi komplo teorisi ile açıklamaya kalkanlar. Onlara göre virüs yok, bunlar uydurmaca, korkutma, “kalp krizinden ölenlerin sayısı daha fazla“ diye bir de akıl almaz açıklamalar yapıyorlar. Lütfen yazarlık müessesine önem veren benim gibi birinin, ciddi bir yazıda böyle komplocuları dikkate almasına şaşırmayın, dikkate alıyorum çünkü bunların sayısı istisna olmanın çok çok üzerinde. Bu yaklaşımda olanların sonucunda sağlık çalışanları aylardır evlerine gidemiyor. Bir haftada 4 doktorun virüs nedeniyle hayatını kaybettiği günler yaşadık. Yeni doğmuş bebeğini koklayamadan virüs nedeniyle hayatını kaybeden, işe giderken çocuklarını komşusuna bırakan ve çıkan yangında iki çocuğunu kaybeden hemşirelerimiz oldu. Kalp krizi bulaşıcı değil ya da trafik kazaları nedeniyle sağlık çalışanları aylarca evlerinden uzak yaşamak zorunda kalmıyorlar. Dahası virüs meselesine ehemmiyet veren ve eksiklikleri işaret edenler bunu sadece muhaliflikten yapmıyor. Bazıları görmek istemese de ciddi bir virüs sorunumuz var ve buna dikkat çekmek vazifemiz. Bazıları vazifelerini eksik yapıyor diye geri kalanın da öyle olması beklenmemeli. Sahte Şeyhlik Türkiye’de tarikatlar, şeyhler her zaman belli nedenlerle gündem olmuştur. Olumlu örnekler olduğu kadar olumsuz örnekleri de olan bu kurumu tartışmadan birkaç önemli hususu bir ilahiyatlı olarak ifade etmeyi gerekli görüyorum. Türklerin İslam’ı tarikat yoluyla kabul etmesinin tarikatlara ehemmiyet verilmesiyle alakası vardır ve tarikatları yasaklamak bu yapıları yer altına itip marjinalleştirdiği için bu yapıların gizli, sırlı hallere büründüğü de vâkidir. Ancak herhangi bir durumda sahte bir şeyhe yapılan eleştiri dine yapılıyormuş gibi algılanıp da bu kişiler bilmeden etmeden ölümüne savunuluyorsa burada gerçekten çok ciddi bir problem var demektir. Öncelikle belirteyim ki, içerisinde hiyerarşi, bir çeşit ruhbanlık, kula sınırsız itaat, “Allah’ı rüyamda gördüm” diyenlerin olduğu yani İslam dini ile çelişik halde olan hiçbir cemaat ya da tarikat hak değildir, bâtıldır. En büyük problem zaten burada oluşmaktadır. Çoğu kez bâtıl olan tutum, tavır ve inançlar sahte şeyhler vasıtasıyla İslâm’a mâl edilmeye çalışılmaktadır. Bu durumda sahte şeyhlerin peşinden gidenlerin sanki İslâm’ı savunuyormuş gibi o kişileri savunması ortaya çıkmaktadır ki aslında elini eteğini öptükleri kişiler bâtıl yolların yolcusudur. Dahası bu tip sahte şeylerin sadece topluma, devlete zarar verdiği düşünülmesin, bunlar en fazla zararı maalesef Müslümanlara ve İslâm’a vermektedirler. Bu tip sahte şeylerin çoğu kendi foyalarını ortaya çıkaracak diye ilim ehli olan ilahiyatlıları falan tekfir etmeyi de görev bilirler. Kandırılmış ya da koşarak kandırılmak istemiş kişilerin, “sahte şeyhine bağlılığın neredeyse şirke döndü” diyecek kadar İslâm’ı, Kur’ân’ı, sünneti bilen insanların okunmasını falan istemezler. Size Rasulullah (SAV)’in örnek hayatından çok az şey anlatırlar, hakka riayetten, nefis terbiyesinden, iyiliği emredip kötülüğü nehyetmekten de pek bahsetmezler. Genellikle uçtukları rüyalar, uydurma rivayetler, cennet huri ilişkisi, kadınlar üzerinde otorite kurma gibi gündemleri vardır. Anlattıklarının çoğu maalesef hikâyedir, hatta bir kısmı tamamıyla İsrailiyattır. Bu sahte şeyhler binbir gece masalları kıvamında din anlatır ve din hakkında çok da bir şey bilmeyen insanları avuçlarının içine almak gibi bir yeteneğe de maalesef sahiptirler. Belirtmek zorundayım ki problem sadece sahte şeyhlik kurumundan oluşmamaktadır. Birçok olumsuz tecrübeye rağmen halen kalbini ve aklını sahte şeyhe kiralayıp, sahte şeyh İslâm dışı şeyler yaptığı halde bunu görmeyen, oraya kendilerini ve âilelerini teslim eden zihinlerden de kaynaklanmaktadır. Ez cümle; uçan kaçan hikâyelere ihtiyacımız yok, sayfalarca İslâm külliyatı okuyacak imkanımız da… İnanmak, hakkıyla kul olmak isteyenler için her şey çok açık ve kısa; ibadetlerinizi yerine getirin (namaz, oruç, zekat, hac), harama yaklaşmayın (fuhuş, içki, hırsızlık, yalan, cinayet), kul hakkına girmeyin. Bu kadar net ve kısa öğreti için sahte bir şeyhin eteğine sarılmanıza gerek yok sonra en büyük zararı, en candan yerinizden kendiniz görüyorsunuz. Bir de her şeyden önemlisi şuna inanıyorum; gerçekten salih bir kul olma niyetiyle samimiyetle ve can-ı gönülden Allah’a yakaran kulları Allah işitecek ve kendine yaklaştıracak vesileler yaratacaktır. Sahte şeyhlerin sizi duyduğuna, gördüğüne inanıyorsunuz da tüm âlemleri kuşatan Rabbinizin sizi duyup göreceğine inanmıyor musunuz? Öyle ise imanlarınızı/imanlarımızı mürit olmadan evvel kontrol etmenin vakti gelmiş demektir. Kur’ân-ı Kerim’in hiçbir âyetinde “şeyhinizden dileyin” diye bir ifade yok ama bakın ne var: “Rabbinize yalvara yalvara ve gizlice dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez.” Âraf/55. Bedenini ve aklını/ruhunu Allah’ın kendisine teslim ettiği kişilerin, aklını/ruhunu sahte şeyhlere, bedenini her şeyi komplo ile açıklayan kişilere teslim ettiğinde neler olacağını çok defa acı bir biçimde tecrübe etmemize rağmen henüz idrak edememiş olacağız ki, beden sağlığımızı komplo teorileri ile tehlikeye atan ve akıl/ruh sağlığımızı uydurma hikâyelerle tehdit edenlerin mağduru olmaya devam ediyoruz. Dipnot: Hak ehli tarikatları, şeyhleri, müritleri ifadelerimden istisna tutarım.
مشاركة :