Dicle ve Fırat kıyılarında susuzluk

  • 10/8/2019
  • 00:00
  • 3
  • 0
  • 0
news-picture

Beklenmedik Irak protestolarının “ilk kıvılcımının” kimliğini araştırmanın bir faydası yok. Çünkü Irak’ta ilk kıvılcım, Saddam rejiminin 2003te yıkılmasının ardından doğan yeni rejimi vuran krizin derinliğininin yarattığı öfkeyi sert bir şekilde dile getirme gerekçesine dönüştü. Başlangıçta Terörle Mücadele Biriminin Komutanı General Abdulvahhab es-Saadi’nin görevinden alınmasını protesto etmek için sokağa dökülenlerin talepleri çok geçmeden daha önce görülmemiş bir şekilde genişleyerek işsizlik, yolsuzluk ve siyasi sınıfın başarısızlığına kadar uzandı. Güneydeki Şii eyaletler ile Bağdat’taki Iraklılar belki de ilk kez, Adil Abdulmehdi hükümetinin diğer Şii partilerden ziyade kendi hükümeti sayılan genç Şii lider Mukteda es-Sadr’ın yönlendirmesi ve liderliği olmadan sokağa döküldüler diyebiliriz. İlk başta önlerindeki ekonomik ve sosyal ufuk tıkanmış olduğu için sokaklara dökülenlerin bütün öfkesi çok geçmeden iktidardaki  Şii seçkinlere ve İran’la bağlantılarına yöneldi. Şii sokaklarında, Şii eller tarafından Şii İran’ın bayrakları yakıldı ve başta Tahran rejimi lideri Hamaney olmak üzere liderlerinin posterleri yırtıldı. Sloganlardaki ve taleplerdeki bu karmaşa, protestoların bağımsızlığını ve kendiliğinden geliştiğini vurguluyor. Ancak aynı zamanda Irak’ın karşı karşıya olduğu krizin büyüklüğüne ve derinliğine de işaret ediyor. Bu da hükümeti değiştirme ya da sorunları bazı yürütme kararları ile iyileştirmek gibi yöntemlerin hiçbir işe yaramayacağı anlamına geliyor. Irak ayaklanması ile ilgili yayınlanan görüntüler arasında en yaygın olanlardan birinde yüzünden Saddam döneminden sonra doğduğu belli olan  Iraklı bir genç: “Vatan istiyoruz” diye bağırıyor. Vatan; romantik, belirsiz, kapsamlı ve pratik olmayan bir terim. Bu gence nasıl bir vatan hediye edilir? Vatanlar nereden getirilir ki? Diyelim ki biri bu talebini yerine getirmek için her şeyi göze aldı bunun gerçekleşmesi için bu gencin kaç ömür beklemesi gerekiyor? Buna rağmen “Vatan istiyoruz” sloganı bugün Irak’taki en gerçekçi slogan. Çünkü Iraklıların vatanı bir vatan olmaktan çıkıp sahaya dönüştü. Siyasi süreç ise dar bir nüfuz paylaşımı ve Irak’ın servetinin daha da dar bir şekilde dağıtımı için bir mekanizmadan ibaret hale geldi. Irak’ın bazı tahminlere göre 2005 yılından bu yana 700 milyar dolara ulaşan yüz milyarlarca doları har vurup harman savrulur gibi harcandı. Bu nedenle protestocular, kaybolmuş vatanın yüzü olması için General Saadi’den yüzünü ödünç aldılar. Peki neden Saadi? Bunun nedeni çok basit. Çünkü Iraklılar onun Iraklı olduğunu düşünüyorlar ki bu, bugünün Irak’ında bizatihi muazzam bir başarıdır. Belirli savaşlarda kendilerini korumakla görevlendirilen, onları aldatıcı iddalar ve sonuçlar ile kandırmadan bu görevini yerine getiren bir vatandaş olduğunu düşünüyorlar. Göstericiler tek isteği içinde vatandaşların olduğu bir vatan. Ne eksik ne fazla! Bu basit noktadan yola çıkarak Irak ayaklanmasının, İran emperyalizmine karşı bir ayaklanma biçimini aldığını söyleyebiliriz. Gerçek kurşunlara göğüslerini siper ederek karşılık veren göstericiler ile bağımsızlık savaşının bütün özelliklerini edinmeye başladığını belirtebiliriz. Nitekim İran’ın açıklamaları da Irak sokak hareketinin geneline hakim olmaya başlayan bu özelliği doğruluyor. Ali Hamaney gösteriler ile ilgili sosyal hesabından şu paylaşımı yaptı: “İran ve Irak bedenleri, kalpleri, ve ruhları Allah’a iman, Ehli beyt ve Hz. Hüseyin sevgisi ile birbirine bağlanmış iki halktır. Bu bağ gün geçtikçe daha da güçlenecek. Düşmanlar bu iki halkı ayırmaya çalışıyorlar ama bunda başarılı olamayacaklar. Komploları hiçbir şekilde etkili olmayacak”. Bu mesajını bir de #Hüseyin bizi bir araya getiriyor hashtag ile süsledi. Nitekim Hamaney’in Devrim Muhafızları Ordusundaki temsilcisi Abdullah Hacı Sadıki de daha önce Irak’ta yaşananları ABD ile aralarındaki gerçek bir savaş şeklinde niteleyerek ABD’yi Haşdi Şabi’yi ortadan kaldırmaya çalışmaması konusunda uyardı. İran’da yönetimin en tepesinden medya araçlarına kadar görülen bu teyakkuz durumu Tahran’ın bölge halkları ve ülkelerindeki felaketlerdeki rolünün büyüklüğünün ortaya çıkmasının yakın olduğunu hissettiğini gösteriyor. Suriye, Irak, Lübnan, Yemen ve Filistin’de silahlı milis güçler aracılığıyla dolaylı olarak askeri üstünlüğü ele geçirse de İran sömürgeciliği girmiş olduğu hiçbir yerde istikrarın bir parçası olamadı. Siyasi olarak Hizbullah milislerine teslim olduğu için en azından güvenlik alanında istikrarlı olan Lübnan bile her gün daha kesinleşen ve yakınlaşan bir ekonomik çöküşün tehdidi altında. Bu beklenen çöküşün nedenlerinin derinliklerinde ise İran’ın Lübnan’ı gasp etmesi, Arap ülkeleri ile ilişkilerini bozarak Lübnan’a yatırım yapmalarını engellemesi, hizmet altyapısını aktif hale getirerek ekonomisini bir faiz ekonomisine dönüştürmesi, sermayelerin yatırım etkinliğini engellemesi, iş fırsatları yaratma çabalarının önüne geçmesi, halkın alım gücünü düşürmesi ve hayal edilebilecek en dar sınırlara kadar gerilemesini sağlaması yatıyor. İran’ın teyakkuza geçmesi, İran modelinin doğası ve yıkıcı gücünü ortaya çıkaran en güçlü ışığın Irak’tan geldiği anlamına geliyor. Aynı şekilde Irak’ın, İran’ın Şiilerin tarihte ve modern zamanlarda uğradıkları zulümler temelinde pazarladığı ve desteklediği iktidar modelinin başarısızlığının en büyük kanıtını oluşturduğunu gösteriyor. Irak’taki sokak hareketinin radikalliği, katılımcıları, şehirleri ve sokakları ile tamamen bir Şii ayaklanması olması ve çoğunlukla Şii İran’a bağlı bir yönetime karşı başlatılmış olmasından kaynaklanıyor. Burada protestoculara olmadık sıfatlar ve adlar yakıştırmaya gerek yok. Onlar ne DEAŞ’lı ne de ABD’li ne de başka bir şey... Onların çoğu Şii ve her şeyden önemlisi Fırat ve Dicle kıyılarında yaşarken susuz kalmayacakları bir vatan arayışında olan Iraklılardır.

مشاركة :