Aklın, kalbin ve ruhun acı çekmesi…

  • 11/6/2019
  • 00:00
  • 4
  • 0
  • 0
news-picture

Acı çekmek, bir şeyin sende bıraktığı derin izin dışa vurumudur. Acı, yöneldiği şeyi derinlemesine algılayarak ona verdiği tepkide dile gelen şeydir. Meseleyi doğru veya yanlış kavrayarak ona tam olarak hâkim olduğumuzda aklımızda, yüreğimizde ve ruhumuzda kalan iz, duygusal bir tepki olarak dışa vurduğu zaman kişinin hissettiği duygusal olguya verdiğimiz ad acıdır. “Acı çekmek ruhun fiyakasıdır” diyen şair haklıdır. Acı, kişiyi harekete geçiren önemli etkenlerden biridir. Bir insan duygusal olarak etkilendiği bir durum karşısında tepkisiz kalmayarak onu değişime yöneltecek adımları atmaya yönelebilir. O yüzden acı çekmek, bir şeye karşı duyarsız kalmamayı da içeriyordur. İnsan, kendi bütünlüğünü tek bir olguya dayalı olarak açıklayamaz. İnsan bileşiktir. Birden fazla olguyu iç içe giydirerek kendi bütünlüğünü sağlayan bir mekanizmaya sahip olan insan, genelde bu parçaların işlevlerini yerine getirirken onların farkına bile varmamaktadır. Ancak akıl, ruh, kalp ve beden, karakter, kişilik vesaire birbirini besleyen farklı parçalardan bahis açılabilir. Zihin, hayal, düşünme gibi temel hassalar da insana ciddi anlamlar katan parçaları olarak betimlenmelidir. İnsan, bütün bu parçaların uyumlu çalışması ile kendi anlamını keşfedebilir. Acı, bu bütünlüğü sağlama konusunda insana hatırlatıcı bir mesajdır.Aklın acı çekmesi… Akıl, öncelikli olarak anlaşılmak ister. -Bu noktada akıl insandan bağımsız değil, bitişik olmakla birlikte birden fazla insanda olması hasebiyle kendi başına ele almamızı ele verecek bir zemini de bize sunmaktadır.- akıl, elde ettiği bilgiyi kendi kelimeleri ile muhataba sunar. Muhatap, kendisine sunulan dili ve o dilin kelimelerine kendince farklı anlamlar yüklediğinde mesajın anlaşılmasında bir sorunla karşı karşıya kalır. Bu yanlış anlama eğer yalın bir anlam dizgesi hatası ise akıl, bunu anlayışla karşılar. Ancak bu mesajı çarpıtma olarak tezahür ederse, o zaman akıl, bu çarpıtmayı anlamakta zorlanır ve üzülür. Acı bu noktada devreye girer ve aklı yorar. Her saptırma akıl açısından kabul edilemez olana tekabül eder. Burada akıl ve zeka arasındaki farka dikkat çekmek elzem oldu. Kurnazlık, aklın alanına dahil edilmemelidir, ki o zaten zekanın alanındadır. Zeki insan, kendi çıkarı için yanıltma ve yönlendirme yapabilir. Akıl, asli hüviyetini muhafaza ettiği sürece aldatmaya ve yanlış yönlendirmeye yanaşmaz. O doğru gördüğü şey üzerinde ısrar eder. O yüzden akıl, her türlü ahmaklığı, sahteliği, yalan ve dolanı, bilerek aldatmayı onaylamadığı gibi kendi zeminini kaydırdığı için de üzülür ve acı çeker. Onun acı çekmesi yanlış anlaşılmasını sağlayan sahici olmayan durumlar kadar kendini izah edememenin dayanılmaz ağırlığını da taşımaktadır. Akıl, saçmalamaz, gözlem yaptığı şeyi olduğu gibi açıklar. Ama gözlemlediği ve duyduğu saçmalıkların akıl dışılıklarının anlaşılmadığı zeminde acısı yoğunlaşır. Tabii ki acısı insanın acısını da beraberinde taşır. Akıl, insan ile anlamlı bir bütünlük oluşturur. İnsanın kendini harap eden her türlü akıl ve mantık dışı eylemi aklı zorlar ve acısını artırır. Hangi insan bir saçmalık karşısında kalınca kızmaz ve saçmalık devam ettikçe kızgınlığı da artarak devam etmez. Ya da akli bir alanda akıl dışı bir alana kayma yapıldığında sinirlenmez. İşte bu kızgınlık, sinirlilik hali insanda tekâmül edince acıya dönüşür ve tepkiselliğin dışında meseleyi nasıl çözümlemesi gerektiği konusunda bir ikaza neden olur.Kalbin acı çekmesi... Kalbimiz, duygusal zeminimizdir. Kalbimiz duygusal yoğunluğumuzu yansıttığı için en çok o acı çeker. Kalbin acısı ise onun merhametinin yoğunluğu ile ilişkilidir. Merhamet, incelik, zerafet, estetik, yumuşaklık, ilgili olmak, bağrına basmak, sahip çıkmak gibi temel şeyler kalbin işleridir. O yüzden kalp, incinmiş bir insan gördüğünde acı çeker, bir yoksul gördüğünde acı çeker, bir yetimi gördüğünde acı çeker, ezilmiş birine rastladığı için acı çeker, bir haksızlık karşısında acı çeker, dünyanın bütün yükünü çekmeye adaydır. Bu acı aynı zamanda kalbi güçlendirir ve ona hayat damarları oluşturur. Genelde acı çekmenin kötülüğü vurgulanır. Ancak kalbin ve aklın acısı onları olgunlaştıran özelliklere sahiptir. Tabii ki psikolojik hastalıklara neden olan acıları devre dışı tutmayalım. Ama bu hastalıkların nedeni aklın ve kalbin normal çalışmasının dışına çıkarılışını onaylayan insanın kendi zaafı ile ilişkilidir. Kalbimiz, saygısızlığı affetmez, acı çeker. Sevgisizlik, her türlü aymazlık karşısında kalp acıdan kaskatı kesilir. Her türlü yetersizliğin kendisi de insanı üzer ve kalbi derinden yaralar. Herhangi bir olay, durum veya olgu karşısında, siyasi veya sosyal hayatta karşı karşıya kalındığında başa çıkamamanın yetersizliğini yaşadığı zaman kalbi derinden yaralanır. İşte o zaman kalp, harekete geçirterek insanı, sorunu ve yetersizliği aşmaya matuf bir irade beyanında bulunur. Kalp en çok yakınlarının olumsuz tavırlarından etkilenir ve acısı katlanarak artar. Dostun kendisine atılmış gülü de yaralar onu… Kalp sahibi biri, yakınlarından başlayarak her kese karşı merhamet ve şefkatle davranma isteğini dışa vurur. Ama kendisine yönelik şefkatsizlik ve merhametsizliği ise acı ile karşılar. Acı tabii ki kalbi derinden harekete geçirerek onun olgunlaşmasının sebepleri arasına girer. Acı ve sevinç kalbi çalıştıran iki önemli etkendir. Ama acı kalbi derinliğine etkisi altına alarak kendini keşfetme ve hayatı anlamlı kılma yolunda kendine rehber kılar. İnsan acının sağladığı bu anlamı ve gözlem ile elde ettiği bilgiyi aklın süzgecinden geçirirken onu kalbi ile tecrübeye konu edinir. Böylece yeni anlam dünyalarına yolculuğu gerçekleştirebilir hale gelir.Ruhun acı çekmesi... Ruhun acı çekmesi fiyakasındandır. Acı ruhu da olgunlaştırır. Tecrübe sahibi biri kılarak farklılıkları karşılarken olgun davranışı ortaya çıkartır. Akıl ve kalp, ruhun acısına ortak olma konusunda isteksiz kalırken, ruh hem aklın hem de kalbin acısını derununda hisseder. Bu yüzden ruhun acısı hep katlanarak artar. Akıl ve kalp ise ruhun acısını dindirme konusunda harekete geçerler. Bu da ruhu besleyen önemli bir etken olur. Ruh, insan açısından bir anlama tekabül eder. Yaşamda anlam arayışının adıdır ruh. Bu yüzden anlamsızlığın her türü ruhu acıya gark eder. Çünkü ruhu tatmin edecek ve teskin edecek şey aklın ve kalbin anlam konusunda ortaklaşa hareket ederek anlamın tebellür edeceği bir zemine sahip olmasıdır. Ama anlamı devre dışı bırakacak akli ve kalbi bütün eylemlerin ruhta derin yaralar açacağı da açıktır. Bu yüzden her türlü anlamsızlığın ruhu acıya sürükleyeceğini söylemek çok yalın bir gerçekliktir. Ruh, somut bir yaşama ulaşma konusunda kendi dışındaki insani parçalara ve en önemlisi bedene ihtiyaç duyar. Bu onun fıtri özelliğidir. Her fıtri davranış ruhu teskin eder. Her fıtrat dışı davranış ise ruhu yabancılık korkusuna sürükleyerek acısını başlatır. Yabancılaşma ruh açısından en önemli acı kaynağıdır. O yüzden kendisi olmayan her davranış, sapma, kötülük ve çirkeflikler ruhu derinden yaralar. Ama en önemlisi; ruhun amaçsız bir karaktere dönüşmesi ve kendi şahsiyetini bulamayan insanın anlamdan yoksun rastgele bir yaşamı, yâda ‘rüzgârın karşısında sürüklenen yaprak misali’ bir oluşu tecrübeye konu edinmesidir. İşte bu acı dayanılmaz bir hal alır. Ruhun acı çekmesi, sadece kendisini içinde bulduğu bütünlükten kaynaklanmaz, kendi dışında ama aynı bütünlüğün parçası olan diğer insan ve varlık katmanlarının kendileri olma durumlarını terke mecbur veya gönüllü davranışları da ruhu acıya boğar. Ruh soyuttur. Yaşamın soyut bir boyutu vardır. Bütün somutluğuna rağmen yaşam soyutlanabilir bir özelliğe sahiptir ki aklın ve kalbin tecrübesine konu edinebilsin. Bu yüzden ruh kâinatta olup biten her şeyden etkilenecek bir özelliğe sahiptir. Onun arayışı bu çerçeve içinde evrensel bir özelliktir. Anlam sadece kendisine yönelik bir anlamlandırma eylemi değil, bilakis,  varlık, oluş, yaratılış, Yaratıcı ve ilişkiler ağı üzerine de anlam arayışını temellendirir. Ve bu temellendirmeyi yaparken duyguları, duyarlı kılarak bunu gerçekleştirir. Ancak bu duyarlılığı ise acı üzerinden yaptığını söylemek mümkün. Akıl, kalp ve ruh acı çekerek bu duyarlılığı inşa ederler. Ruh acı çekerken, aklı ve kalbi harekete geçirerek acıya ortak kılar ve ortak bir çözüm arayışını başlatır. Ruh, sahtenin ve yalanın her türlüsünü yabancılaşmanın aracı olarak gördüğü için acıyı hisseder. Yaşamda mevcut zulme ve bu zulmün ayyuka çıkma haline isyan olarak acıyı devreye koyar. Bir köpeğin susuzluk çekmesi, bir yabancının dilenmesi, bir yetimin itilip kakıldığı için ağlaması, göğün grileşmesi, rüzgârın kükremesi, bir dulun yalnızlığı veya bir topluluğun mahrum bırakılması da ruhun acısının varlığına delil olurlar. Acı çeken ruh olgunlaşarak sağlam bir karaktere ve ahlaki kişiliği inşa etmeye zemin kazanır. İnsan acısı ile insan olur. Sevinci ile de insanların arasına karışır, bütünleşir. Acı, insanı duyarlılaştırarak doğru eylemlerin varlığının garantisi olur. Tecrübe hayatı anlamlı kılmanın zemini olur. İnsan bu tecrübe üzerinden yanlış ve hata payını azaltır. Böylece insan, acı üzerinden duyarlılık inşa ederek yeni yanlışları karşılayacak bir zemini de muhafaza eder. Acı, sevincin hem nedeni hem kaynağı olarak iş görür. Bu yüzden acı çekmeyi zül addetmek yerine insanın fiyakası ve tecrübenin kaynağı olarak değerlendirmek, yeni bir dünyanın kurulmasının teminatına dönüştürmek insanın elindedir.

مشاركة :