Putin ve acı eşiğinin ölçeği

  • 8/5/2022
  • 00:00
  • 3
  • 0
  • 0
news-picture

Sert siyasi ve diplomatik önlemler ve çeşitli şekillerde şiddet içeren herhangi bir uluslararası çatışmada, düşman olan her iki taraf da birbiri için şu önemli soruyu yöneltirler: Karşı tarafın acı eşiği nedir; yani karşı tarafın acıyı hissetmeye başladığı nokta hangisidir? Vladimir Putinin Ukraynaya girmesinden altı aydan fazla bir süre geçmişken rakipleri bu soruyu düşünse iyi eder. Acı eşiği, rakibin mevcut stratejisini yeniden gözden geçirmek ve biraz rahatlama arayışına girmek zorunda kaldığı noktadır. Bazı düşmanlar, kemiklerinin ezilme sesini duyduktan sonra bile bu eşiği mümkün olduğunca zorlamaya çalışabilir. Adolf Hitlerin de durumu buydu. Zira kendisi bütün Almanyanın bir toprak yığınına dönüşmesi pahasına teslim olmayı düşünmüyordu. Ayetullah Humeyninin Ağustos 1988de yaptığı gibi, rejimlerinin çökmesini engellemek için ‘bir bardak zehir içenler’ de var. Saddam Hüseyin bir keresinde bize kendi acı eşiği tanımından bahsetmiş ve gençken Tıkrit’te kendisinin ve arkadaşlarının Bağdata bedava yolculuk yapmak için mal taşıyan kamyonlara nasıl atladıklarını anlatmıştı. Ancak kamyonun bekçisi, bir tel kırbaçla parmaklarına vuruyor ve tel kırbaçtan kanlar akıyordu. Saddama göre bütün çocuklar birkaç kırbaç darbesinden sonra kamyondan aşağı atlıyor, Saddam ise ellerinden akan kanlara rağmen daha uzun süre tutunuyordu. Saddam, “Zaman geçtikçe biraz daha dayanabildiğimi görmekten gurur duyuyordum” diyordu. Diğer yandan Güney Afrikadaki ‘Apartheid’ rejimi yüksek bir acı eşiğine sahip olduğunu kanıtlamıştı. En sonunda yaptırımlar ve baskılar nedeniyle değil, beyaz yönetici seçkinlerde yaşanan psikolojik ve politik değişikliklerin sonucunda teslim olmaya karar vermişti. Kuzey Kore ve İran İslam Cumhuriyetinde acı eşiği, halkın çektiği acılar tarafından değil, rejime yönelik tehdidin derecesi ile belirlenir. Pyongyang ve Tahranda rejimin devamlılığı garanti edildiği sürece her acı katlanılmaya değerdir. Peki, Putinin acı eşiği nedir? Görünüşe göre bazı Batılı liderler Putin’in oldukça düşük bir acı eşiği olduğunu düşündüler. Zira ‘ezici yaptırımların’ etkileri görülmeye başlar başlamaz Putinin pes edeceğini sandılar. Şu bir gerçek ki başta Avrupa Birliği (AB), ABD ve Japonya olmak üzere bir dizi başka güç tarafından uygulanan yaptırımların Putinin davranışlarını etkilemek için yeterli zamanı olmadı. Aslında bazı yaptırımlar sadece duyuru düzeyinde kaldı. Rusya, Avrupa dışındaki ‘kahverengi pazar’ aracılığıyla bol keseden indirimlerle de olsa enerji ihraç etmeye devam ediyor. Putin enflasyonu kontrol etmeyi de başardı. Uzun yıllar boyunca oluşturulan bir savaş fonu sayesinde rublenin serbest düşüşe geçmesini engellemeyi başardı. Putin’in şu anda kendi kontrolü altında daha yavaş bir hızda ve düşük yoğunlukta yeni bir savaş stratejisine yöneldiği aşikâr. Rus topraklarına güvenli bir sığınak olarak bakıldığından emin olduğu için Ukraynaya ve onu destekleyen Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) müttefiklerine ne zaman ve nerede baskı yapacağını seçebilir. Daha da kötüsü, Putin muhtemelen rakiplerini şaşırtmak ve kaynaklarını zorlamak için başka cepheler açmayı da planlıyordu. Bu cephelerden biri şimdiden şekilleniyor. Putin yanlısı bir ekip tarafından yönetilen Sırbistan, Kosovayı işgal etmeye hazırlanıyor. Bunun Arnavutluku da peşinden sürüklemesi muhtemel. Moldovada bir başka cephe daha ufukta görünüyor. Zira Putin, Moldovadaki Moskova yanlısı bir gruba büyük miktarda silah gönderdi. Rusya ayrıca Avrupa endüstrisinin ihtiyaç duyduğu ender bulunan madenlerin arzını tehdit etmek için Afrikadaki eski Fransız kolonilerinde kaos yaratma olasılığını da gözden geçiriyor. NATO üyesi Estonya ‘coğrafi yakınlık baskısı’ olarak bilinen duruma maruz kalırsa şaşırmamalıyız. Rus kayıplarına bakacak olursak; Putin bu konuda da acı eşiğini beklenenden daha yükseğe çıkarmayı başardı. Putin, Rusya topraklarının kalbini ağır kayıplardan korumak için büyük ölçüde ‘gönüllüleri’ ve etnik azınlıklardan gelen paralı askerleri kullandı. Rusya tarafında savaşta 70 binden fazla kişinin yaşamını yitirdiği ve bunun üç katı kadar yaralı veya kayıp olduğu tahmin ediliyor. Sözlü veriler, Rusya Federasyonu içindeki Rus olmayan cumhuriyetlerin uğradığı kayıpların, ‘Rus topraklarının kalbindekinden’ en az yüzde 30 daha fazla olduğunu gösteriyor. Diğer yandan Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Putinin ‘özel harekatının’ tüm hedeflerine ulaşana kadar devam edeceğini söyledi. Ancak bu hedeflerin ne olduğunu açıklamadı. Putine göre Batı demokrasilerindeki kısa vadeli politikalar, görevinden çekilme kararı alan İngiltere Başbakanı Boris Johnson ve ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosinin ‘zafer’ vaatlerine dair hiçbir işaret yokken giderek daha maliyetli hale gelen savaşa karşı kamuoyunun tutumunda bir değişikliğe yol açacak. Putin bunları, Ukraynadaki savaş haberlerinin Batıdaki haber kanallarının gündeminde ilk sıralardan gerilere doğru düştüğü gerçeğinden cesaret bularak söylüyor. Putinin stratejisinin etkilerinden biri, Rusyayı NATO ve AB de dahil olmak üzere dünya düzenine yönelik varoluşsal bir tehdit olarak göstermek oldu. Putin, kaos yaratabileceğini düşünüyorsa ve karşılığında kendi tarafına çekmeye çalıştığı diğer ülkelerin yanı sıra Çin, Hindistan ve Brezilyanın kendisine sempati gösterip destekleyeceğini sanıyorsa yanılıyor. Burada şunu belirtmek yerinde olacaktır ki büyük Batı demokrasilerinde ve özellikle de ABD, İngiltere ve Fransadaki zayıf liderlik, hırslı bir lider tarafından bir meçhule sürüklenen Rusya ile karşılaştırıldığında, ekonomik, askeri ve kültürel güç açısından zayıflık anlamına gelmez. Putin, Batılı uzmanların tahmin ettiğinden daha yüksek bir acı eşiğine sahip olabilir. Ancak er ya da geç bu eşiğe ulaşacaktır. Tarih bize Napolyonun yenilgisinden sonra Rusyanın dünyanın en büyük askeri gücü olduğu 19’uncu yüzyılda bile Avrupayı yeniden şekillendiremediğini gösteriyor. Putin henüz tutumunu yeniden gözden geçirmeye hazır olmayabilir. Ancak savaşı sona erdirmeyi reddetmesi Ukraynalılar, Ruslar, Dağıstanlılar, Çeçenler, İnguşlar, Tatarlar ve başkaları arasından daha fazla ölü çıkmasından başka bir işe yaramadı. Gogol ‘Ölü Canlar’ adlı romanında, “Biz Ruslar, trajedilerimiz için başkalarını suçlamaya eğilimliyiz. Bize yapılan herhangi bir yanlışın aslında bizim yaptığımız bir şey olduğunun farkında değiliz” diyor. Putin, Ukrayna asıllı olsa da Rus edebiyatının bu önemli ismine kulak verse iyi olur.

مشاركة :