ÖDBG lideri Şarkul Avsat’a konuştu: Dinler ve kültürler arasında ayrım yapmayan bir devlet tesis ediyoruz

  • 12/21/2019
  • 00:00
  • 4
  • 0
  • 0
news-picture

Kimse iş insanı İbrahim eş-Şeyh’in Güney Sudanın başkenti Cuba’da yatırım yaptığını söyleyemez. Bununla birlikte herkes, devrik lider Ömer el-Beşir’in yönetimine rağmen kayda değer bir servet edinen bu adamın, Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri (ÖDBG) adına ‘siyasi yatırımlarda’ bulunduğunu tasdik eder. İbrahim eş-Şeyh, 10 Aralık’tan bu yana devam eden müzakerelerde ÖDBG’yi temsil ediyor ve Sudanda 30 yıl boyunca kayıp olan ‘barış’ın bulunması yolculuğunda ÖDBG’nin merkez ofisinin sözcülüğünü yapıyor. İbrahim eş-Şeyh, Sudan Kongre Partisine liderlik ediyor. Ömer el-Beşir rejimi, demir ve ateşin gücüyle ve tanıkların gözü önünde bu ismi çaldı ve kirletti. Şeyh ve arkadaşları 10 Aralık’tan bu yana barış arayışı içerisinde müzakerelerden birinden çıkıp diğerine girdiler. İbrahim eş-Şeyh, birbirini takip eden oturumlarda önceki müzakere turları sırasında özellikle güven artırıcı önlemler konusunda ulaşılan sonuçları gözden geçirdiklerini söyledi. Taraflar arasında güven artırıcı önlemler kapsamında uzlaşılan hususlardan en öne çıkanları arasında, çeşitli silahlı hareketlere mensup siyasi tutukluların ve esirlerin serbest bırakılması, savaştan etkilenen bölgelere insani yardımların ulaştırılması, düşmanlıklara son verilmesi ve bir siyasi anlaşma bulunuyor. İbrahim eş-Şeyh, geçtiğimiz hafta boyunca yapılan incelemeler sonrasında Cuba Deklarasyonundaki bazı dosyaların bütünüyle ele alınmamış olduğunun ortaya çıktığını söyledi. Şeyh bu durumun sebeplerinin, istenen tarzda bir iletişimin sağlanamamış olmasından dolayı bazı bölgelere insani yardımların ulaşması sürecinde gecikmelerin yaşandığını ayrıca düzgün takip edilememesi nedeniyle çeşitli hapishanelerdeki bazı esirlerin tespit edilip serbest bırakılamadığını ifade etti. Şarku’l Avsat’a konuşan eş-Şeyh, hükümet tarafı ile silahlı hareketler arasında güven artırıcı önlemler kapsamında alınan kararların uygulanması, uygulama sırasında vuku bulabilecek kusurların giderilmesi ve çeşitli müzakere süreçlerindeki koordinasyonu sağlamak, kanun ve yönetmeliklerin hazırlanması için ortak bir komite kurulduğunu belirtti.Devrimci Cephe Koalisyonu, silahlı hareketler ve geçiş hükümetinin müzakere heyeti arasındaki devam eden müzakereler şu 5 eksende seyrediyor; - Darfur - Güney Kordofanın iki bölgesi - Doğu Sudan - Sudan’ın kuzeyi - Sudan’ın merkezi İbrahim eş-Şeyh, Abdulaziz el-Helu liderliğindeki Sudan Halk Özgürlük Hareketi-Kuzey (SPLM-N) ile olan müzakerelerde, el-Helu’nun sunmuş olduğu tekliflere ilişkin alternatifler üzerinde durulduğunu dile getirdi. Ayrıca savaşa tanık olmayan bölgelere ilişkin meselelerin tartışılacağı en iyi platformun, çeşitli siyasi ve kalkınma meseleleriyle ilgili kurulacak birleşik bir ulusal platform olduğunu söyledi. Bir önceki müzakere turalarında üzerinde uzlaşıya varılan şeylerin, bir yükümlülüğe dönüştüğünü ifade eden eş-Şeyh, gerçeklere dayanılarak nesnel olarak ele alındığı zaman barış sürecinin zarar görmeyeceği değerlendirmesinde bulundu. Ayrıca eş-Şeyh, önemli olan şeyin, her Sudanlı grubun ya da vatandaşların doğal bir hakkı olması itibariyle farklı bölgelerin sorunlarına çözüm bulmak olduğunu belirtti. Sudan’ın doğusuna ilişkin müzakere sürecinin katılımcıları arasında yaşanan anlaşmazlıklardan dolayı süreç karmaşıklaştı ve Güney Sudanlı arabulucu Tut Gulwak, görüşmelerin ertelenmesi yönünde karar verdi. İbrahim eş-Şeyh, Doğu Sudan sürecinin daha önceki müzakere turlarında belirlenen ve tanımlanan bir süreç olmasının yanı sıra sürecin temsilcilerinin Cuba Deklarasyonunu ve siyasi anlaşmayı imzaladığını belirtti. Bu süreçte karşı karşıya kalınan çıkmazlar, daha önceki müzakere turunun ardından bu bölgede meydana gelen talihsiz çatışmalardan kaynaklanıyor. Bunun ardından özgürlük ve değişim koalisyonu, ülkenin doğusunu ve özellikle de Port Sudanı ziyaret etmek için harekete geçti. Birçok kişinin hayatını kaybettiği ve yaralandığı gerginliğin önlenmesi adına Port Sudan’daki çatışan taraflar arasında bir barış anlaşması imzalanarak geçici bir ateşkes yapıldı ve Doğu Sudan’a ilişkin 2006 Asmara Anlaşması’nın ve Doğu Sudan Fonu’nun gözden geçirilmesi kararlaştırıldı. Bu durum, bölgenin bileşenlerinin adil bir temsili için müzakerelerin ertelenmesine yol açtı. İbrahim eş-Şeyh, bu bağlamda hâkim olan eğilimin, anlaşmazlık meselelerini belirleyecek olan ortak paydalara ulaşılmasını sağlayacak diyaloglar için bölgeyi temsil eden grupların katılımı yönünde olduğunu belirtti. Ayrıca Doğu Sudan’ın da tüm unutulmuş bölgeler gibi marjinalleşme ve yoksulluktan mustarip olduğu konusunda fikir birliği olduğuna dikkat çekerek, bütün bu çatışmaların ve anlaşmazlıkların önlenmesi asına kapsamlı bir barış anlaşması çerçevesinde bu sorunlara köklü çözümler bulunması yönünde bir girişim başlatıldığını ifade etti. Malik Akar ve Abdulaziz el-Helu’nun liderliğini yaptıkları Sudan Halk Kurtuluş Hareketi’nin her iki kanadının temsil edildiği Nuba Dağları ve Mavi Nil bölgelerine ilişkin müzakere sürecine değinen eş-Şeyh, “İki taraf arasında koordinasyonun sağlanmasını arzu ediyoruz. Fakat açıkça görünüyor ki henüz mevcut değil. Hükümet heyeti her iki tarafla tek bir süreç dahilinde görüşmeye karar verdi. Müzakerenin krizin temel meselelerini ele alma aşamasına gelmesiyle birlikte her iki tarafın kilit konularda bir araya geleceği bir alan oluşturulmuş olacak” ifadelerini kullandı. Sudan Halk Kurtuluş Hareketi’nin Abdulaziz el-Helu’nun liderliğinde olan kanadı, Sudan’da laik bir devletin kurulması konusunda ısrar ediyor ve bu gerçekleşmediği takdirde bağımsız bir devlet kurma aşamasına gelebilecek ‘kendi kaderini tayin hakkı’ talebinde bulunuyor. Her iki meselenin müzakerenin çatısını oluşturmadığını ifade eden eş-Şeyh, zulüm, baskı, bombalama, savaş, ihlaller ve etnik, dini ve kültürel ayrımcılıktan kaynaklanan nesnel durumlarla ilgili ilkelerin müzakerelerin zeminin oluşturduğu değerlendirmesinde bulundu. Ülkeyi farklı dönemlerde yöneten dini oluşumların vatandaşlık hakları ile din ve devlet arasındaki mesafeyi bir diğerinden ayırmakta başarısız olmalarından ötürü kendi kaderini tayin hakkı ve laik devlet talebinin doğal bir şey olduğunu belirten eş-Şeyh, “Maalesef, bu ihlaller dini bir kılıf ve dinin siyaset tarafından sömürülmesi dolayısıyla meydana geldi. Meseleler ile uğraşırken bu bakış açısından hareket ediyoruz” ifadelerini kullandı. İbrahim eş-Şeyh, din, ırk veya kültür gibi sebepler dolayısıyla herhangi bir ayrımcılığın bulunmadığı bir vatandaşlık anlayışının söz konusu çatışmaları ve anlaşmazlıkları çözeceğini düşündüğünü belirtti. Öte yandan asıl sorunun anayasaya bağlı kalmayan yönetici sınıfın bu bölgelerdeki güveni kaybettiği olduğu değerlendirmesinde bulunan eş-Şeyh, Sudan’ın 2005 yılı geçiş anayasasının insan haklarının korunması hususunda oldukça iyi bir haklar bildirgesini içerdiğini, fakat anayasaya karşı saygısızlığın güvensizlik uçurumunu derinleştirdiğini belirtti. Beşir rejimini deviren Aralık Devrimi ile devrim sonrasında ülkede meydana gelen değişiklik arasındaki ilişkiye değinen eş-Şeyh, “Devrim, vatandaşlar arasındaki ırkçılığı ve ayrımcılığı reddeden değerler ve sloganlarla geldi. Aylarca oluşturulan devrim konvoylarıyla bu durum daha da güçlendi. Mevcut Sudan hükümeti, çeşitliliğin tanınması gibi değerleri teşvik eden yasa, mevzuat, anayasa ve diyalog konusunda verdiği taahhüde bağlıdır. Tatlı sözler yeterli olmayacak. Değişim, insanların dokunduğu bir gerçekliğe dönüştürülmeli, eşit vatandaşlık ilkesi somut bir şekilde görünmeli ve devlet tüm dinlere ve kültürlere eşit mesafede bulunmalıdır” ifadelerini kullandı. Söz konusu hedeflere ulaşıldığı takdirde kendi kaderini tayin hakkı gibi bir talebe gerek kalmayacağını kaydeden eş-Şeyh, böyle bir talebin sadece devletin eşit vatandaşlık ilkesini uygulamakta başarısız olması durumunda ortaya çıkabileceğini söyledi. Temel ilkeler ve değerlerle çelişen kanunlarla sınırlandırıldığı takdirde anayasada laik devlete ilişkin bir maddenin yer almasının bir önemi olmadığını ifade eden eş-Şeyh, “Gerekli değerlendirmeler olmaksızın sorunların özüne nüfuz etmek istiyoruz. Oysa hangi isimler ortaya atılırsa atılsın altı doldurulmadıkları sürece sorun çıkarmaya devam edecektir. İnsan haklarını garanti altına alan, vatandaşlar arasında ayrım yapmayan ve herhangi bir dini diğerinden üstün tutmayan yasalara tabi bir devlet arzu ediyoruz” diyerek sözlerini sürdürdü. İslam dininin Sudan halkının kalbinde yer aldığını ve bu sebeple hiç kimsenin onu göğüslerden, halkın günlük yaşamından ve camilerden çıkaramayacağını belirten eş-Şeyh, bununla birlikte devletin yapması gerekenin, tüm bileşenler karşısında tarafsız bir tutum takınmak ve bütün dinlere aynı mesafede durmak olduğunu söyledi.En önemli dosyalardan biri olmasına rağmen halen başlamamış olan Darfur bölgesine ilişkin müzakere süreci hakkında değerlendirmelerde bulunan eş-Şeyh şunları söyledi; “Arabulucu bize süreçle ilgili olarak üç güne ihtiyacı olduğunu bildirdi fakat yedinci güne girilmesine rağmen Darfur sürecine dair kayda değer bir şey elde edilemedi. Bu bağlamda bize herhangi bir anlaşma veya vizyon sunulmadı. Doğu Sudan’a ilişkin açmazlar, Darfur sürecini etkilemiş ve onu gölgesi altında bırakmış olabilir. Sürecin yeniden başlaması için yeni bir zaman çizelgesi sunulmasını bekliyoruz.” Müzakereciler, Cuba Deklarasyonu’nun süresini yineleyerek iki ay eklediler. Bu durum, gözlemciler tarafından müzakerelerin başlangıç ​​noktasına geri döndüğü şeklinde yorumlandı. Ancak eş-Şeyh, Cuba Deklarasyonu’nun süresinin yenilenmesinin tarafların barışa ulaşma konusundaki arzularını teyit ettiğini belirtti. “Taraflar müzakerelere 14 Ekimde başlayacak ve 14 Aralıkta barış anlaşması imzalayacaklardı. Fakat ikinci turun sona erdiği ve üçüncü turun başladığı tarihe kadar bu gerçekleşmedi. Deklarasyonun süresi sona erdi ve yeni bir tarih belirlendi” diyerek sözlerine devam eden eş-Şeyh, belirlenen 15 Şubat 2020 tarihinde bir barış anlaşmasına varılamadığı takdirde herkesin karşı karşıya kalacağı bir dizi sorun hakkında uyarıda bulundu. Anayasal belgede birtakım düzenlemelerin yapılması gibi bir ikilemle karşı karşıya kalınacağını dile getiren eş-Şeyh, “Barış sürecinin karşı karşıya kalacağı büyük bir sorundur. Bu sebeple anayasal belgede belirlenen 20 Şubat tarihinden önce bunun başarılması gerekiyor” ifadelerini kullandı.Naivasha Anlaşması (Kapsamlı Barış Anlaşması) ile mevcut müzakereleri karşılaştıran eş-Şeyh, şöyle devam etti; “Mevcut müzakereler farklı. Çünkü Naivasha Anlaşması iki taraf arasındaydı. Mevcut müzakereler ise Güney Sudan’ın arabuluculuğunda farklı gruplar, farklı dosyalar ve farklı süreçler kapsamında ilerliyor. Bu durum arabuluculuğun görevini zorlaştırıyor. Bu durumdan arabuluculuğu suçlamak mümkün değil. Sorumluluk Sudanlı taraflara aittir. Arabulucu, taraflarla farklı süreçler dahilinde görüşüyor. Müzakere sürecinde ortaya çıkan açmazlara, silahlı ve sivil hareketlerden oluşan heyetlerin niteliği sebep oluyor. Genel olarak süreçteki bu yavaşlığın sebebi arabuluculuk değil, müzakere gruplarıdır.” Müzakerelerdeki uluslararası ve bölgesel varlığın zayıflığına değinen eş-Şeyh, ikinci müzakere turunun sonuna kadar herhangi bir uluslararası varlığın söz konusu olmadığını belirterek, oysa başta elinde silah olan tarafların yanı sıra müzakere sürecine katılan bütün tarafların, barışı teşvik edecek bölgesel veya uluslararası bir şemsiyenin gerekliliğinin farkında olduklarını söyledi. Sudan hükümetinin müzakerede birçok arabulucunun bulunmasını istemediğini dile getiren eş-Şeyh, bu yüzden müzakerelerin Cuba’da yapılmasını kabul ettiğini ve son zamanlarda Avrupa Birliği (AB) ve Birleşmiş Milletler-Afrika Birliği Darfur Misyonunun (UNAMID) müzakere sekreteryasına katılarak bir rol almasına onay verdiğini ifade etti. Bunun yanı sıra uluslararası toplumdan kaynaklı olan bir dizi sebebinde bulunduğunu belirten eş-Şeyh, bu konuya girmek istemediğini söyledi. Aralarında Savunma Bakanı’nın da bulunduğu müzakere heyeti katılımcılarından bir dizi askeri üye, önceki gün Hartum’a geri döndü. Cuba’dan ayrılanların güvenlik düzenlemeleriyle ilgilenen askeri katılımcılar olduğunu kaydeden eş-Şeyh, bu düzenlemelerin ele alınacak en son dosya olması sebebiyle henüz bu konudaki görüşmelerin başlamadığını belirtti. Öte yandan Egemenlik Konseyi’nin iki üyesi Yasir el-Atta ve Aişe Musa ile birlikte Adalet Bakanı Nasreddin Abdulbari, hükümetin müzakere ekibini desteklemek ve güçlendirmenin yanı sıra laik devlet meselesine ilişkin yasal tavsiyelerde bulunmak üzere Cuba’ya ulaştılar. Birçok yasal sorunla karşı karşıya kaldıklarını ifade eden İbrahim eş-Şeyh, “Dile getirildiği üzere kısa bir sürede barış anlaşmasına ulaşılması güç. Barış görüşmelerinin bir dizi çıkmaza girdiğine tanık oluyoruz. Bu açmazların iki hafta içerisinde çözülmesi bir yana iki aylık bir süre bile az olabilir. Bize durumu kolay bir şekilde tasvir ettiler. Fakat durum bu değildi. Söz konusu açmazlara rağmen sarf edilen ilk çabalar düşmanlıkların kalıcı olarak durdurulmasını sağladı ve bütün düğümlerine rağmen Cuba Deklarasyonu’nu netice verdi. Henüz barışa ulaşamadık, fakat olumsuz bir durum yok. Mevcut durumun üstesinden gelecek fırsatlarımızın olduğuna dair umudumuz var. Nitekim eğer güvensizlik durumu ortadan kalkar ve asıl mevzulara gelebilsek iki ay içerisinde barış anlaşmasına ulaşabileceğimize inanıyorum” ifadelerini kullandı.

مشاركة :