Kör bir devlet ve tamtakır bir hazine

  • 4/27/2019
  • 00:00
  • 8
  • 0
  • 0
news-picture

Lübnan İletişim Bakanı ve Lübnanlı Ekonomi Heyetleri Başkanı Muhammed Şakir; CEDAR (Sedir) Konferansı şartlarını az da olsa karşılamak için hükümetin hazırlamaya çalıştığı yeni bütçe etrafında dönen tartışmaları görüşmek için Beyrut ve Cebel-i Lübnan’da ekonomi heyetlerinin temsilcileri ile geçen Çarşamba günü gerçekleştirdiği toplantının sonunda ilginç bir açıklama yaptı. Bu açıklamasında bakan; Lübnan devletine bağlı bakanlıklarda, idarelerde ve dairelerde tek ve eşit bir memurluk sistemi olmadığını, her yetkilinin bazen istediği gibi memur alımı yaptığını belirtti. Bu durumun devleti, gerçekten de altı delik ve içi boş keseden ödeme yapmaya çalışan bir kör gibi gösterdiğini belirtti. Bakan, özetle şunu demek istedi: “Bu memurluk sistemi çöpe atılmalıdır!”. Bunda bir abartı var mıdır? Kesinlikle hayır. Bilhassa Lübnan’ın halkı ve yöneticileri ile 3 aydan beri “Yolsuzlukla mücadele, israf ve kaosun sona erdirilmesi” sloganının papağan gibi tekrarlandığı bir körler ve sağırlar diyaloğu, daha doğrusu tartışması içinde boğulduğu göz önüne alınırsa kesinlikle abartı değildir. Lübnan’ın genel borcu 86 milyar dolara ulaşmıştır. Bu borcun üçte birini hala her yıl zaten boş olan devlet hazinesine 2 milyar dolara mal olan elektrik sektörü oluşturmaktadır. Elektriğin dar dehlizlerinde kaybolan 30 milyar doların belki de Avrupa kıtasının tamamını aydınlatabileceği düşünüldüğünde, söylenen sözde kesinlikle mübalağa yoktur. Bakan olmadan önce Muhammed Şakir tek cümle ile şunu söylemişti: “Ölüm ilanını hazırlayın.” Çünkü 9 ay süren yeni hükümeti kurma sürecindeki anlaşmazlıklar; Sedir Konferansı’na katılan ve Lübnan’ı 11 milyar dolardan fazla bağış ve kredilerle destekleme kararı alan 35 bağışçı ülkenin şüphesini uyandırmış ve şaşırtmıştı. Bu dönemde Nebih Berri : “Mevcut durumun olduğu gibi kalmasının tehlikeliden daha tehlikeli olduğuna” yönelik uyarıda bulunmuştu. Lübnan Maliye Bakanı Ali Hasan Halil’in: “Hazinede bir kuruş bile yok. Tamamen iflas ettik” açıklaması ise tam bir şok etkisi yaratmıştı. Şu anda bütün açıklamalar ve tartışmalar tek bir noktaya odaklanmaktadır. O da Sedir Konferansı’ndaki bağışçı ülkelerin belirlemiş olduğu şartlara uygun bir kemer sıkma politikasına dayalı bir bütçenin nasıl hazırlanacağıdır? Özellikle de meclisteki mali işlerden sorumlu komisyonun; bakanlıklar, devlet daireleri ve ofislerinden kendisine memur listelerini göndermesini talep etmesinin ardından inanılması güç olan gerçeği ortaya çıkardıktan sonra. Bu gerçek doğrusu skandal gibiydi ve şu iki gerçeği ortaya çıkarmıştı: Birincisi; 1.5 milyar nüfusa sahip Çin, her bir memurunun ne zaman uyuduğu ve ne zaman işe gittiğine kadar ayrıntılı biliglere sahip iken, 5 milyon nüfusa sahip bir devletin sahip olduğu memur sayısını bilmediği; elinde, kadrolu memur, emekli ve 310 bini aşan sözleşmeli memurlarının sayısını belirleyecek bir istatistiğin bile olmadığı gerçeğidir. İkincisi ve daha da kötüsü; memur alımı yapmama kararı alan devletin, geçici bazı bakanlarının son seçimlerin ardından 10 bin memur alımı yapmış olmasıdır. Böylece; finans kaynakları sorumlu bir şekilde hesaplanmadan siyasi popülist teklifler arasında kabul edilen, birkaç ay sonra imzalandığı tarih ile yürürlüğe girmesi arasındaki zaman diliminde istenen farkın %30’u aştığı ortaya çıkan rütbe ve maaşlar adı verilen skandala ek olarak yeni bir skandal daha patlak verdi. Bu 10 bin yeni memur alımı olayı; ne devlet bu memurlardan vazgeçip onları işten çıkarabilir ne de bütçe maaşlarının getirdiği ek yükü kaldırabileceği için sorun ikiye katlanmıştır. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Sedir Konferansı kararlarının hayata geçirilmesini sürdürmekle görevlendirdiği Özel Temsilci Pierre Dukan 4 ay önce Beyrut’u ziyaret etmişti. Yetkililerle görüşen Dukan; onlara daha önce Fransa’nın Beyrut Büyükelçisi Bruno Fuchia’dan da duydukları, hükümeti kurma sürecinin hızlandırılması ve Lübnan bütçesine kademeli olarak denge getirecek bir reform programı geliştirilmesi gerektiği yönündeki sözleri bir kez daha tekrarladı. Ancak Dukan, arkasında şu iki mesaj bırakarak Beyrut’u terk etti: Birincisi, Sedir Konferansı’nın bağışçı ülkeleri üzerine düşeni yapmış, Lübnan’ın önereceği ve elbette gerçek bir reform siyaseti ile hazırlanmış bir bütçenin onaylamış olduğu projeleri hayata geçirmeye hazır olduğu. İkincisi ise Lübnan’ın üzerine düşen görevleri yerine getirmediği ve bunun da diğer ülkelerin kendisine tahsis ettikleri ve bekleyen fonların harcanması tehdidini doğurduğu. Ancak Dukan’ın yaptığı açıklamalarda en trajik olan; görüştüğü bazı yetkili ve politikacıların reform programının gerekliliklerinden kurtulmak ve Lübnan için tahsis edilen kredilerin doğrudan ödenecek bağışlar şeklinde olması konusunda  kendisini ikna etmeye çalışma girişimlerinde bulunduğuna yönelik sözleridir. Bu da Dukan’ı bir grup gazeteci önünde: “Sanırım Lübnan düzelmesi imkansız bir ülke” açıklamasını yapmaya itmiştir. Sedir Konferansı’nın ve gerçek bir reform programı çerçevesinde Lübnan’ı 4 milyar dolar ile desteklemeye hazır olduğunu açıklayan Dünya Bankası’nın şartlarını yerine getirmeden önce ülkeyi iflastan kurtarması beklenen yeni bütçe görüşmelerinin başlamasından bu yana Beyrut’ta yaşananlar; kemer sıkma ve reforma dayalı bir bütçe hazırlama yöntemi ve metodu konusunda yürütülen gösteri gibi politik kavgalardır. Peki, kemer sıkma politikaları nasıl uygulanmalıdır? Yetkililerin yoksul ve orta kesimleri kapsamayacağını açıklamakta yarıştıkları yeni vergi ve harçlar paketi aracılığıyla mı? Yeni vergi paketinin gerçekten de bu kesimleri kapsamayacağından nasıl emin olabiliriz, devlet daha kaç tane memuru olduğunu bilmezken, yoksul ve zengin vatandaşlarını nasıl belirleyecek? Yoksa bu kemer sıkma politikası; örneğin Malezya’da Mahathir Muhammed’in uyguladığı ve şimdi Cezayir ve Sudan’da da yaklaşık olarak benzer bir durumun yaşandığı politikacı ve liderlerin yağmaladıkları kamu malları geri alınarak mı uygulanacak? Lübnan’da devleti yağmalayan önemli kişilerden hesap sorulması mümkün değildir. Bunun nedeni ilk olarak; bu kişilerin sahip oldukları, kendilerinden hesap sorulmasını engelleyen, hatta bunda ısrar edilmesi halinde kamu istikrarını tehdit bile edebilecek dini ve mezhepsel dokunulmazlıktır. Geçmişte eski cumhurbaşkanı Şarl Helu (Charles Helou‎)  ile başbakan Refik Hariri bu konuda reform yapmaya çalışmış ama elbette dinsel ve mezhepsel kıskançlıklar nedeniyle başarısız olmuşlardır. İkincisi; yakın coğrafyada her zaman kendi emelleri ve çıkarları için Lübnan’ın yolsuzluk içinde boğulmasını sağlayarak Lübnan rejiminin başarısız olmasını isteyen tarafların var olmasıdır. Geçen hafta Maliye Bakanı Ali Halil yeni bütçede önerilen bazı reformlardan bahsederken; yüksek maaşlarda %15 ila 20 oranında kesinti yapılması, cephede veya ofislerde görev yapan ordu mensuplarına emekliye ayrıldıklarında hizmette geçirdikleri her bir yılı 3 yıl olarak hesaplayarak emeklilik ikramiyesini düzenleyen “3 numaralı tedbir” ilkesini kaldırmaya yönelik bir eğilimin olduğunu  belirtti. Bu ilke gereğince; örneğin, orduda 40 yıl görev yapan birisi emekli olduğunda maaşı ve ek ödeneklerle birlikte 120 yıl görev yapmış gibi emekli ikramiyesi alıyordu. Bakanın bu açıklaması, adil ve gerçekçi bir hesaplama ile ilgili olması gerekirken, politik olan bir tartışma başlattı. Buna ek olarak; Maliye Bakanı Beyrut limanının 20 yıldan fazla bir süredir özel bir idarenin yönetiminde olduğunu, bu idarenin istediği gibi memur alımı yapıp para tahsil ettiğini, limanın yıllık gelirleri 800 milyon dolara ulaşırken, devlete yıllık olarak çok düşük bir ücret ödediğini hatta bazen hiç vermediğini belirtti. Yine su şirketlerinin de tamamen devletten bağımsız olduğunu, ücret ve zamları kendisinin belirlediğini, maaşları kendisinin ödediğini, faturaları kendisinin kestiğini de açıkladı. Bütün bunlar buzdağının görünen küçük bir kısmıdır. Sedir Konferansı’na katılan 35 devletin Beyrut’ta elçileri ve temsilcileri bulunmakta ve elbette hepsi de Maliye Bakanı’nın canlı yayında, Lübnan’da birden fazla dairede ve idare meclisinde çalışan, bazılarının aylık maaşlarının 100 milyon Lübnan Lirası yani 75 bin dolara ulaştığı yüzlerce memur olduğunu ortaya çıkaran açıklamalarını dinlemiştir. Aylık maaşı 17 bin dolar olan Sedir’in mimarı Macron ya da 33 bin dolara ulaşan Donald Trump’ın bu açıklamaları okuduklarında ne söyleyeceklerini hiç bilemiyorum. Aylık maaşı sadece 1700 dolar olan Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in de neler düşüneceğinden bahsetmeye gerek yok. İkinci Paris Konferansı’nda reform ve kemer sıkma hakkında söylenenler burada tek kelimeyle tekrar edilip duruluyor:Yolsuzlukla mücadele, kamu mallarının yağmalanmasını, israf edilmesini ve siyasi soygunları durdurmak. Peki ama gerçekten düzelmesi imkansız ve iflah olmaz bir ülkede bu nasıl gerçekleşecek?

مشاركة :