Gerek pozitif bilimlerde olsun gerek sosyal bilimlerde olsun gerekse de din bilimlerinde olsun uzmanların, alimlerin, akademisyenlerin düşünsel farklılıklar yaşaması, ihtilaf etmesi gayet doğal. Sağlıklı olmayan şey ise ihtilafın kavgaya, saldırıya düşmanlığa hatta savaşa dönüşmesi. İhtilaf ahlakı bilimsel düşüncenin, ilmi usulün olmazsa olmazı. Dolayısıyla farklılıklar olumlu görüldüğünde zenginlik ve çoğulculuk olarak görülebilir. Olumsuz bakıldığında ise illa da her konuda herkesin aynı düşünmesi mümkün değil. Bazen bir yanlış aslında doğruların doğruluğunu göstermesi açısından değerlidir. İki yanlış ise gelecekte ulaşabileceğimiz doğru için bir göstergedir. O halde kendi fikrimizin doğru, karşımızdakinin yanlış olduğunu düşünsek bile o yanlışa da tahammül etmeli ve insanların yanlış yapmalarına izin vermeliyiz… Bu ana çerçevede sosyal medya öncesi ilim dünyası daha derli topluydu. İlim insanları, karşı fikirlerini delilleriyle ve detaylı biçimde ders, kitap, risale ya da makale gibi araçlarla serdederlerdi. Tez-antitez-sentez diyalektik düşünme süreci de bunun başka bir yansıması. Bu durum da bilimsel seviyeyi tarafların sürekli biçimde korumalarını gerekli kılıyordu. Sosyal medya aygıtı ise bu ilişki tarzını tahrip etmekte. Sosyal medya özellikle insandaki empati duygusunu köreltmekte, bir konuyu etraflıca ele almak imkanını ortadan kaldırmakta. Konular hızlıca ele alınmakta, kısaca değinilmekte, her şey adeta ayakta konuşulup geçiştirilmekte. Malumatfuruşluk yayılırken detaylı inceleme fuzuli addedilmekte. Bu ortamda ilim insanlarının açtıkları hesaplarda girdikleri polemikler, yazdıkları yorumlar ve yaptıkları paylaşımlar da aslında araç tarafından şekillendirilmekte. 1- Sosyal medya dezenformasyonu geçmişte olduğundan çok daha hızlı biçimde örgütlüyor ve yayıyor. Hocaların geneli bu dezenformasyona karşı mücadele etmek yerine tahkik ve teyit etmeden dezenformasyonun yayıcıları olabiliyorlar. 2-Sosyal medya fikirlerin detaylı ve çok boyutlu biçimde ele alınmasını imkansız kılıyor. Hocalar, çetrefilli, çok hassas konuları birkaç cümlelik mesajlar ile gündeme getirmekte. Siyaset, azınlıklar, sosyal sorunlar, evrim teorisi, hadis ve sünnet, tefsir gibi geniş konularda yapılan ilmi tartışmalar yüzyıllardır bir literatür oluşturmuşken birkaç tweet ile çözülemeyeceği ortada. 3-Parti taraftarı olmanın takım tutma gibi fanatik bir tutuculukla eşdeğer olduğu bir zeminde maalesef dini görüşler de takım tutma seviyesine indirgeniyor. Neyin söylendiği, hangi gerekçe ve delile dayandığından çok, hangi kampın ve kimin söylediği önemli. Bu da yankı odalarının duvarlarının kalınlaşmasına neden oluyor. Dini gruplaşmalar da “yankı cemaatleri”ne dönüşüyorlar. Sadece kendi hocasını/hocalarını dinleyen gruplar kendi oluşturdukları cemaat içi dili/literatürü esas kabul ettiğinden karşıtlarını şeytanlaştırıyor düşmanlaştırıyor ve onları kendi ağızlarından dinlemeyi bile günah addediyor. O yüzden de “karşıt”ını itibarsızlaştırmak için her yolu mübah görüyor. Ahlaksız dindar tipi de böyle doğuyor. Ne ironik ama… Bu bayağı atmosferde boğulmaktansa bu cenderenin dışına çıkmak da mümkün elbet. “Hocalar” “Hocaefendiler” “Üstat”lar “Abiler” sosyal medya aygıtının kullandığı birer “hesap sahibi” durumuna düşebilirler insandırlar sonuçta. Beşer şaşar. Mümkün olduğunca kendilerini kitap yazmaya, sistematik, ilmi dersler vermeye teşvik etmeli sosyal medya aygıtını ise ağırlıklı olarak iletişim/haber verme aygıtı olarak kullanmalarına dair uyarı ve talepler arttırılmalı. Bir görüşün tek ve mutlak görüş olmadığını konu hakkındaki farklı bakış açıları da olabileceği her zaman dikkate alınmalı ve tüm görüşleri mukayeseli biçimde dinlemeli. Yankı Cemaatine dönüşmemek için karşıt görüş sahipleri bizzat kendilerinden dinlenmeli ve kişiler değil deliller tartışılmalı.
مشاركة :