Ortadoğu’da iki proje arasındaki çatışma

  • 9/29/2020
  • 00:00
  • 2
  • 0
  • 0
news-picture

Türkiye ve İranın başını çektiği zorlu ittifak, yeni Ortadoğunun vitrininde yer almak için ilerliyor. Geçen hafta “video konferans” aracılığıyla düzenlenen Türkiye-İran Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi Altıncı Toplantısı, iki ülkenin stratejik çıkarlarına hizmet edecek bir cephe oluşturma ve güvenlikten ekonomiye, politik izolasyona kadar yaşadıkları benzer krizleri çözme arayışlarındaki son adımdı. Bununla birlikte aslında karşı karşıya olduğumuz durum, zarar görenlerin ittifakından ziyade bölgedeki devletleri iki proje arasında gruplandırmaya yönelik ciddi bir girişimdir. Bu projelerin ilki, İranın başını çektiği Şii ve Türkiyenin başını çektiği Sünni bölümleri ile siyasal İslamın ideolojik projesidir. İkincisi, Mısır, BAE ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin başını çektiği, ideolojilerin ağırlığından kurtulmuş ulus-devlet projesidir. İran ve Türkiye arasında yeni bir ortak alan yaratan Libya, bölge ülkeleri arasındaki bu yeni bölünmenin temellerinden bazılarını açıklar nitelikte. İran, Türkiye tarafından desteklenen ve BM’nin tanıdığı Fayiz el-Serrac hükümetini destekliyor. Buna karşılık BAE, Mısır, Suudi Arabistan, Fransa ve Rusya, Tobruk Parlamentosu’na ve Mareşal Halife Hafter liderliğindeki Libya Ulusal Ordusuna destek veriyor. Libyada İran-Türkiye iş birliğinin askeri tarafında, Nisan 2019da silah yüklü bir İran gemisinin milisler tarafından kontrol edilen Misrata Limanı’na gittiği tespit edildi. Libyanın Afrikaya ana giriş kapısının, Kıta’nın kuzeyinde Araplara karşı Berberiler gibi daha fazla Arap çelişkilerine ait dosyalarla oynayabileceği bir yer olduğundan İran için önemli olduğu doğru. Bununla birlikte İranın Libyadaki pozisyonunun temelinde esas olarak Suudi Arabistan, Mısır ve BAE’nin oluşturduğu Arap ekseninin ortak düşman olduğu noktasında Türkiye ile birleşmesi yer almaktadır. Bu bağlamda İran meselelerinde uzman “Jadehiran” sitesinde yayınlanan bir haberde, BAE, Bahreyn ve İsrail arasında imzalanan ikili barış anlaşmasına atıfta bulunularak yaşanan son bölgesel değişiklikler sebebiyle Tahran’ın Suudi Arabistan ve BAE’nin önderlik ettiği bölgesel ortaklığa karşı Türkiye ile bir ittifak oluşturma yolunda olduğuna dikkat çekildi. Nitekim Hamas Hareketi’nin Temsilcisi Halid Kaddumi bir süre önce İranlı “Tehran Times” gazetesine verdiği demeçte, Türkiye, İran ve Katar hükümetlerinin siyasi ve ekonomik bir anlaşma imzalayabileceklerine imada bulunmuştu. Bu durum, meselenin bam telidir. Duvarlara yazılan ulus-devlet cephesi talebine karşı siyasi İslamın ideolojik projesi (Velayet-i Fakih pratikte Şii Müslüman Kardeşler’dir) için geniş bir cephe inşa etme girişimleri olduğunun kanıtıdır. Arap Baharı dalgası Tunus’tan Mısır’a geçtiğinde İran Dini Lideri Ali Hamaney, üstü örtülü olarak Müslüman Kardeşler’in iktidara ulaşacağına güvenerek bunu hemen “İslam Baharı” olarak nitelemişti. İran’ın eski Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın, 34 yıldan sonra Mısır’ı ilk ziyaret eden cumhurbaşkanı olarak Şubat 2013’de gerçekleştirdiği ziyaret ve Müslüman Kardeşler’in adayı olan Mısır’ın eski Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi ile görüşmesi, siyasi İslamın iki kutbunun bir araya gelmesinin açık bir siyasi ifadesiydi. Siyasal İslam projesinin temel bileşenlerinin bu yakınlaşması, ulus-devletleri İslami meşruiyetlerinden yoksun bırakma çabalarıyla aynı zamana denk geldi. Tıpkı Arap milliyetçiliği ideolojisinin “ulus-devletlerin” gayrimeşruluğuna meydan okuyan veya daha geniş Arap ideolojik taban lehine meşruiyetlerini zayıflatan bir platform olması gibi. Bunun bir örneği de Riyadın ciddi etkiye sahip olduğu ve merkezi Ciddedeki "İslam İşbirliği Teşkilatı"nın yerini alması için Kuala Lumpurda "İslam Ülkeleri Forumu"nun oluşumunu destekleyen İran ve Türkiye arasındaki uzlaşıdır. İslam Ülkeleri Forumu’nun organizasyonunda merkezi bir rol oynayan Pakistan Başbakanı İmran Hanın son dakikada toplantıya katılmaması ise dikkat çekiciydi. Bununla birlikte siyasi İslam devletleri kavisinin ulus devletlere, özellikle de Arap devletlerine karşı genişleme girişimleri durmadı. Nitekim Erdoğan ve İmran Han arasında artan yakınlaşma da bunu destekliyor. Bunun son göstergesi, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğanın Keşmir sorununa "Keşmir halkının beklentilerini karşılayacak şekilde" çözüm bulunması yönündeki açıklamalarıydı. Erdoğan, Güney Asyada istikrar ve barış için bu konunun hayati önemde olduğuna işaret ederek “bu konuda daha fazla karmaşıklığa neden olan” adımlar olarak tanımladığı “Hint makamlarının Jammu ve Keşmir bölgelerinin özel statüsünü kaldırmalarını ve bunu takip eden adımlarını” eleştirmişti. İmran Han da “Ayasofya”nın yeniden ibadete açılması vesilesiyle Erdoğan’ı kutlamış ve 86 yıl sonra Ayasofya’da kılınan ilk namazı “tarihi” olarak nitelemişti. Türkiye’nin İslami ve genişlemeci ideolojik temellere dayanarak Pakistan bilincine nüfuz etmesinin göstergelerinden biri de Pakistanda "Osmanlı" kelimesinin aranma sıklığının bu yıl keskin bir şekilde arttığını gösteren Google verileridir. Bu büyük ölçüde, Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi’nin babası olan ve ne hayatı ne de faaliyetleri hakkında çok bilgi bulunmayan “Ertuğrul” hakkındaki tarihi kurgusal Türk dizisinin Pakistandaki muazzam popülaritesinden kaynaklanmaktadır. Buna paralel olarak İran da her olaydan, özellikle de konuşmaktan daha fazla bir şey yapılmayan "insani" durumlar alanındaki olaylardan yararlanarak İslamabad ile ilişkilerini güçlendirmeye çalışıyor. İran Devrimi ile Soğuk Savaş öncesi ve sonrası, Irak-İran savaşı sırasında ve ardından bugüne kesintili olsa da uzun bir tarihi bulunan İran-Pakistan stratejik ilişkilerine dayanıyor. Bana öyle geliyor ki bu ilişkilerin ana itici gücü mevcut haliyle Riyadı, genel olarak da Riyad - Kahire - Abu Dabi eksenini diğer önceliklerin üzerinde tutan bir kuşatma girişimidir. Elbette siyasal İslam ülkeleri ekseni oluşturmaya yönelik bu emellerin karşılaştığı zorluklar küçümsenmemelidir. Özellikle de İran ve Türkiye arasındaki zorluklar, Suriye meselesindeki aleni ya da nükleer meseledeki gizli ihtilafları, Suudi Arabistan ve BAE ile stratejik tarihsel ilişkileri olan Pakistan gibi ülkelerin özel hesapları göz önünde bulundurulmalıdır. Bununla birlikte bu eksenin oluşumuna ve istikrarına yönelik tüm zorlukları gölgede bırakan şey; iki eksen ve bölgenin geleceği için iki çelişkili öneri olarak ulus-devlet eksenine karşı siyasi İslam ekseninin taraflarını bir araya getiren stratejik yakınlaşmadır. Ulus devletler çıkarlarını pratik gerçekçiklere göre yönetmeye çalışırken, siyasal İslam ülkeleri katı ideolojik belirleyicileri benimsiyor. Ulus devletler ekonomi, bilim, sağlık ve güvenlik alanlarında tüm pratik zorluklarıyla geleceğe bağlı görünürken ideolojik ülkeler ise haritaları, çağları, demir ve ateşle bile olsa yeniden şekillendirilecek zafer örnekleriyle daha çok tarihe bağlı görüyor.

مشاركة :