Vitaly Naumkin 2020, Ortadoğu ülkelerinde yaşayanlar da dahil olmak üzere gezegenimizin insanlarının büyük çoğunluğunun kaderini etkileyen dramatik olayların yılı olarak dünya tarihinde yer edinecektir. Tüm insanlık açısından büyük bir tehdit haline gelen koronavirüs salgını, tek olmasa da bu olayların en önemlisi sayılabilir. Siyasi arenaya gelince; ABD seçimleri de birçok insanın çıkarları üzerinde etkiye sahip. Bu insanlar açısından ABD ile dünyadaki ikinci nükleer güç olan Rusya arasındaki ilişkilerin Beyaz Saray’ın yeni başkanlığında gelişme şekli de endişe yaratacak bir konu olacak. Rusya, ABD’nin Rus rotasına ilişkin politikasında köklü değişiklikler beklemiyor. Bunun nedenlerini şöyle sıralayabiliriz. İlk olarak; yerel analistlere göre Biden’ın kendisinin ve ekip üyelerinin açıklamaları bu yönde. İkinci olarak; yeni yönetim, ABD elit kesiminde kökleri bulunan Rusya’nın gözdağıyla zehirlenmiş bir ortamda faaliyet gösterecek. Bu ortam, ABD dış politikasının rotasını da büyük ölçüde belirleyecek. Üçüncü olarak; ABD’nin düşmanı olarak gördükleri Moskova’ya karşı sert bir tavır sergileyen Kongresi’de, Meclis ve Senato üyeleri grubunda bu yaklaşımı nüfuzunu koruyacak. Genel olarak, Rusya’ya muhalefetin yönetim düşüncesinin ayrılmaz bir parçası olarak görülen Trumpçılık ortadan kalkmadı ve halen oldukça geniş olan destek tabanını koruyor. Dördüncü olarak; yeni yönetim ile eski yönetimlerin dış politikalarını ayırması muhtemel yeni nüanslar arasındaki eğilim, demokrasinin yayılmasına ve insan haklarına vurgu yaparak Demokratların karakterize edildiği değerlere güvenmek olacaktır. Siyasi bir irade olsa bile bunun, Moskova ile ilişkileri iyileştirme olasılığı düşüktür. Daha genel olarak Trump’ın ticarileştirilmesi, Biden’ın ideolojik dürtülere sahip yaklaşımına yol açacaktır. Ortadoğu, ABD ve Rusya’nın çıkarlarının birleştiği bir platform olmaya devam edecek gibi görünüyor. Ancak bundan bağımsız olarak, bu küresel oyuncuların bölgedeki politikası, (şimdiye kadar olduğu gibi) bir nüfuz rekabeti olarak yorumlanamaz. Elbette Moskova ne Washington’ı uzaklaştırmaya ne de bölgedeki konumunu zayıflatmaya çalışacaktır. Varlığı ve etkisi, özellikle bu ülkelerin ABD’yi bir güvenlik kaynağı olarak gördüğü durumlarda, bölgedeki belirli ülkeler için gerekli görülüyor. Moskova bunun için yeterli kaynağa, acil bir ihtiyaca ve arzuya sahip değil. Rusya’nın Ortadoğu’daki politikasını eleştirenler de dahil ABD’li politikacılar, Rusya’nın işgal ettiği pozisyonlardan uzaklaştırılma fikrinin, ülkelerinin görevleri arasında yer almadığını dile getirdiler. Bu yaklaşım, James Jeffrey’in yakın zamanda Şarku’l Avsat’a verdiği röportajında da görülebilir. Öyle ki Suriye’deki siyasi çözüme göre Türkiye, İran, ABD ve İsrail güçlerinin bu ülkeden geri çekilmesi gerektiğini söyleyen Jeffrey, Rusya için böyle bir şart olmadığını belirtmişti. Rusların çoğu, ABD’nin ülkelerine yönelik yaptırım politikasının Biden döneminde de devam edeceği inancı taşıyor. Silahlı çatışma, uluslararası terörizm, uyuşturucu ve siber suç gibi tanıdık tehditlere ek olarak dünyanın koronavirüs salgınıyla karşı karşıya kaldığı koşullarda uluslararası toplumdaki derin bölünme, tepki verilmesini engelliyor. Bakan Sergey Lavrov, ‘dünyanın, ülkeleri yerli ve yabancı olarak ayıran bölünme hatlarından bıktığını, çeşitli yönlerden iş birliği ve karşılıklı yardım geliştirmesi gerektiğini’ vurguladı. Bununla birlikte aşı üretimi gibi bir alanda bile ticari ve siyasi çıkarların genellikle normal insan çıkarlarının önüne geçtiği belirtiliyor. Ayrıca Rusya’da AstraZeneca aşısına ve Sputnik- V aşısına dayalı olarak koronavirüse karşı ortak bir aşı üretme olasılığını araştırmak için Rus ve İngiliz şirketleri arasında iş birliği de dahil olmak üzere cesaret verici örnekler var. Bu kombinasyon aşının denizaşırı pazarda kullanılması bekleniyor. RBC ajansına göre Rus şirketler grubu R- Pharm, Rusya’da bir İngiliz aşısı üretmeyi ve bunu Ortadoğu ülkeleri de dahil olmak üzere 30’dan fazla ülkeye ithal etmeyi planlıyor. Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharova ise şu ana kadar ‘çabalarda küresel bir birliktelik görmediklerini’ söyledi. Bunun yanı sıra iş birliği, medyada ve sosyal ağlarda görülen büyük yanıltıcı bilgi akışıyla da engelleniyor. ABD, ekonomisinin durumunu oldukça kritik olarak değerlendirdiği Rusya’yı sonu olmayan yaptırımlarla daha da zayıflatmayı umuyor. Rusya’da, ABD ekonomisinde 1930’lardaki Büyük Buhran ile karşılaştırılabilecek uzun süreli bir durgunluğun işaretlerini görüyoruz. ABD ekonomisi konusunda tanınmış Rus ekonomist Vladimir Vasilyev, ABD’nin bugün tanık olduğu derin ekonomik krizin, en azından 2020’li yılların ilk yarısına uzayacağından emin olduğunu dile getirdi. Aynı şekilde uzmanlar, dünyanın bu en zengin ülkesinde koronavirüsten ölenlerin sayısının 300 bine yakın olduğunu hatırlatıyor ki bu durum, pandemiyle başarılı bir şekilde yüzleşen Çin göstergeleriyle çelişiyor. Vasilyev’e göre, “ABD ekonomisi, bu on yılın ikinci yarısında sürdürülebilir kalkınma yoluna girse bile kriz öncesi GSYİH oranına ulaşamayacak.” ABD’nin başka bir küresel ekonomi devi olan Çin ile ilişkilerinin yeni başkan döneminde nasıl gelişeceği de Rusya açısından önemli. Biden’ın daha rasyonel yaklaşımının, Trump’ın agresif söyleminin yerini alacağı ve tarafların normal müzakere seyrine döneceği varsayılabilir. Peki, Washington, Moskova’yı Pekin ile çatışmaya dahil etme girişimlerinden şimdi vazgeçecek mi? Valdai Club’dan uzman Dmitry Suslov, ABD’nin Moskova’yı bu çatışmanın içine çekme fikrinin hayali olduğuna dikkat çekti. Suslov ancak bu fikrin, ABD dış politika elitlerinin çoğunun zihnine yerleştiğini vurguladı. Diğer yandan Rusya, yeni ABD liderliğinde ‘silah kontrol politikası alanı ve Ortadoğu’da politika alanı olmak üzere’ özellikle iki alanı etkileyecek bazı değişiklikler bekliyor. Örneğin Moskova, yeni seçilen başkanın oldukça az bir zamanı kalan Stratejik Silah Antlaşması’nın uzatılmasını kabul etmesini umut ediyor. Çok sayıda uzmanın değerlendirmesine göre genel olarak Biden, ülkeyi uluslararası hukuk alanına döndürme arzusunu gösterecek. Bu durum, Trump’ın ayrıldığı diğer anlaşmaları da etkileyebilir. Biden’ın İran ile nükleer anlaşmaya (Kapsamlı Ortak Eylem Planı) geri dönmek ve ‘azami baskı’ rotasını gözden geçirmek isteyeceğine ve Tahran’a yaptırımların kaldırılması için sözler vereceğine inanmanın da bir temeli var. Bununla birlikte Tahran’ı, füze programını ve ‘bölgesel davranışını’ müzakereye zorlaması da muhtemel. Ortadoğu’yu iyi tanıyan bazı ABD’li politikacıların savunduğu, Biden’a yöneltilen çok taraflılık çağrılarının elbette diğer çelişkileri ortadan kaldırmayan Rus diplomatik yaklaşımlarıyla bir şekilde uyumlu olduğu belirtilmelidir. Bu bağlamda ABD’nin önde gelen eski diplomatları Daniel C. Kurtzer ve Aaron David Miller, 1991 yılındaki Madrid Barış Konferansı’nı hatırlattılar. Anlaşmanın iki ortak sponsoru olan ABD ve Rusya, İsrail ve Arap ülkeleri arasındaki sorunları çözmek için Moskova’da çok taraflı bir süreç başlatmışlardı (O dönem her iki diplomat da James Baker’ın ekibindeydi). Su, çevre, mülteciler, silahların sınırlandırılması için ekonomik kontrol ve bölgesel güvenlik konularında faaliyet gösterilmişti. Peki, Filistinlilerin de katılımıyla bugün bu tür müzakerelere dönmek mümkün mü? İran konusunda ne olacak? Bununla birlikte yeni yönetimin, deneyimli ABD’li diplomatların ‘yeni birçok taraflı model’ uygulama çağrılarına kulak vereceğine dair umutlar inşa edilebilir. Bu durumun Moskova’da da destek bulması muhtemeldir. Şarku’l Avsat’a özel
مشاركة :