Yeni ekonomik araştırmalar; Arap ülkelerini kapsayan Ortadoğu bölgesinin, dünya genelinde gelir dağılımında en eşitsiz bölgeler arasında yer aldığını ortaya çıkardı. Bu bölgede nüfusun en zengin %10’u gelirin %64’üne ele geçirmiş bulunuyor. Avrupa’da aynı kesim için bu oran % 37 iken, ABD’de %47, Brezilya’da %55, Güney Afrika’da %62’ye ulaşıyor. Ekonomi uzmanları Facundo Alvaredo, Lydia Black ve Thomas Piquetti ulaştığı bu tahminler; gelirlerin orta tabakanın aleyhine olacak şekilde toplumun yüksek tabakaların elinde yoğunlaşmasının orta tabakanın yaşam ve gelir kaynaklarını daralttığını, daha düşük gelirli tabakalarını ise yoksulluk tuzağına ittiğini ortaya çıkardı. Söz konusu ülke grupları arasındaki eşitsizliğin nedenleri ise farklı. Güney Afrika’da adaletsizliğin nedenleri; doksanlı yıllara kadar ülkede egemen olan ve nüfusun sadece %10’nu oluşturan beyazlara, gelir dağılımında en üst sıraya yerleşmelerini sağlayan ayrıcalıklar tanıyan iğrenç Apartheid rejimine dayanıyor. Brezilya’daki adaletsizliğin kaynağı; 1887 yılında köleliği yasaklayan yasaların yürürlüğe girmesine kadar devam eden ve nüfusun üçte birinin kölelik sistemininin boyunduruğu altında yaşadığı uzun yıllara uzanıyor. Ortadoğu ve Arap bölgesinde eşit olmayan gelir dağılımının nedenleri ise, ekonomilerin doğal kaynaklara ve buradan elde edilen gelirlerin daha sonra finansal ve gayrımenkul varlıklara dönüştürülmesine dayanmasıdır. Her halükarda genel mali politikalar ve vergi uygulamalarında var olan eksiklikler de gelir ve servet dağılımında eşitsizliği kökleştiriyor. Toplumda yükselme ve çalışarak gelirini arttırma fırsatlarını azaltabilecek coğrafi konum, köken, cinsiyet ve ırk gibi farklı faktörlerin bir araya gelmesi ile servet ve gelir eşitsizliği olasılıkları da artıyor. Jared Diamond “Kargaşa” adlı son kitabında; ABD gibi bazı ülkelerde sosyo-ekonomik hareketliliğin sınırlı olduğundan bahsediyor. Yani yoksul bir ailede doğanların %40’ı büyüdüklerinde de yoksul olmayı sürdürüyorlar ve sadece %8’i daha yüksek bir gelire sahip olan tabakaya geçiş yapabiliyor. İskandinav ülkelerinde ise yoksul ailelerin çocuklarının yoksul kalma oranı çok daha düşük. Bu ülkelerde yoksul aile çocuklarının sadece % 26’sı yoksul kalırken, diğerleri kendilerine sunulan eğitim ve iş fırsatları ile diğer iyileştirici imkânların sayesinde hem ekonomik hem de sosyal açıdan üst tabaklara yükselebiliyor. Son 30 yılın tanıklık ettiği ve eşzamanlı gerçekleşen 2 olgu var: Birincisi; 1990 yılından bu yana, aşırı yoksulluk oranlarındaki düşüşü tersine çeviren ve ayrıca gelişmiş ülkelerdeki benzerlerine göre gelişmekte olan ekonomilerin büyüme oranlarını yükselten gelir adaletsizliği oranının düşmesidir. İkincisi ise ülkelerin içerisinde gelir dağılımındaki yüksek eşitsizlik oranlarının aynı dönemde daha önce benzeri görülmemiş bir şekilde yükselmesidir. Çelişki; elde edilen gelirler ya da kazanılmış servetler ile sınırlı değildir. Bilakis uygun gıda, sağlık ve eğitim hizmetleri, toprak ve iyi bir yaşam için gerekli diğer kaynak ve varlıklara erişme fırsatlarındaki dengesizliğe de uzanmaktadır. Gelir dağılımındaki adaletsizliğe değişmez, katı ve sabit bir parametre gözüyle bakılmamalıdır. Bunu iyileştirecek ve genel olarak insanların çalışarak durumlarını iyileştirme fırsatlarını güçlendirecek siyasi icraatlar ve kurumsal faaliyetler bulunmaktadır. Servet ve gelir dağılımında eşitsizliğin neden olacağı suçlardan, sosyal ve siyasi istikrar üzerindeki olumsuz etkilerinden kaçınmak, için ise hükümetlerin gelir dağılımını adil bir şekilde geliştirecek politikaları benimsemesi gerekir. Bu bağlamda; bu politikalar hibe ve yardımlara dayanmamalı bilakis bunun için 5 eksen üzerinden hareket etmelidir: Birincisi; erken çocukluk döneminden başlayarak kişilerin uygun beslenme, iyi bir eğitim ve mükemmel bir sağlık bakımı ile adil fırsatlara erişmesinin önündeki bütün engelleri kaldırmak için eşitsizliğin nedenleri ile yasalar ve politikalar aracılığıyla başa çıkmak. Bu şekilde babalarının yaşadıkları yoksulluk ve geçim sıkıntısının çocuklara miras kalmasının önüne geçmek mümkündür. İkincisi; bu politikaların kaynak mobilazasyonu için verimli, gelirlerin yeniden dağıtımına katkıda bulunan ve sosyal güvenlik sistemini destekleyen bir vergi sistemine dayalı bir finans sistemi ile asıl hedef kitleyi belirleyen başarılı ve etkin bir kamu harcamaları sistemine ihtiyacı vardır. Kalkınmanın yerelleştirilmesi metodu; yerel toplumun katılımı ile ihtiyaçların tanımlanmasında, önceliklerin belirlenmesinde ve insanların geneline somut bir fayda sağlayacak şekilde uygulanmasında hedef kitleye ulaşılması amacının daha etkin bir şekilde gerçekleşmesine yardımcı olabilir. Üçüncüsü; bu politikaların etkinliğini sağlamak, kaynakların israfını önleyip tahsisi sisteminin verimliliğini arttırma üzerinde çalışmak, birinci dereceden bakım ve yardıma ihtiyacı olanları belirlemek için veri tabanları ve analiz sistemlerini geliştirmek. Gelir politikaları ve adaletli bir şekilde dağılımının; yardımların periyodik olarak gerçekleşmesi, ekonomik topluluğun daha eksiksiz bir resmini elde etmek için idari ve vergiler gibi diğer bilgi kaynakları ile birlikte verileri bütüncül bir şekilde analiz etmek için yardıma gerek duyan ailelerin bütçeleri hakkında anketler ve araştırmalar hazırlamaya ihtiyacı vardır. Dördüncüsü; temeli dijital ekonomi, bilgi ağlarının gelişimi ve yapay zekâ biliminde uzmanlığa dayanan Dördüncü Sanayi Devrimi’nin gerekliliklerine hazırlanmak. Bu alana yatırım yapmaya önem vermemek devletler arasında ilerleme fırsatlarında bir boşluk, aynı ülke içerisinde insanlar arasında gelir ve rekabet unsurları arasında ise bir uçurum yaratabilir. Beşincisi; ekonomi sektörleri ve projelerinin gerçekleştirdiği üretim karşısında gelirleri arttıracak bir yöntem olan herkes için kapsamlı bir ekonomik kalkınma stratejisini uygulamak. Bilhassa nüfusun yoğun olduğu yerlerde iş fırsatları yaratan yatırımlar arasındaki rekabet, üretim ve verimlilik standartlarına göre gelir düzeylerinin birbirine yakınlaşmasını sağlayabilir. Çünkü düşük gelirlere sahip ülkelerin kendisinden daha yüksek gelire sahip ülkeleri yakalamasının tek yolu yolu; istikrarlı ve seyrini bozmayarak artan ekonomik büyüme oranlarıdır. Yukarıda saydığımız 5 eksen çerçevesinde arzu edilen çabaların başarıya ulaşması için sosyal ilişkiler bağlamında devlet ve özel sektörün rolünün yeniden gözden geçirilmesi gerekir. Özel sektörün oluşumu, çalışma yöntemi ve kar arayışı göz önüne alındığında; faaliyet göstermesine izin verilmesi gereken birçok sektörün yanlışlıkla kamulaştırıldığını, yine kamuya sağlayacağı yararlar göz önüne alındığında, kamu sektörünün faaliyet göstermesi gereken birçok sektörün de yanlışlıkla özelleştirildiğini görürüz. Bu, özel sektör ve imtiyazlı kişiler tarafından üstlenilen ve toplumun gelişmesini desteklemek, vakıf sistemi, bağış, sadaka ve zekât aracılığıyla eğitim, sağlık, yoksullukla mücadele, engelli bakımı gibi alanlarda ilerlemeye katkıda bulunmak için desteklenmesi ve teşvik edilmesi gereken hizmet ve hayır faaliyetlerinin önemini azaltmamaktadır. Geçmiş dönemde ve günümüzde okulların kuruluşuna katkıda bulunmuş, öğrencileri desteklemiş ve hayırlı amaçlar için vakıflar kurmuş birçok Arap zengin vardır. Bu metot, davranış ve faaliyetleri birçok Batılı zengin de benimsemiş, ülkeleri ve dünyanın birçok bölgesinde eğitimsizlik, sağlık bakım sistemlerini geliştirme, yoksullukla mücadele, sosyal adalet hedeflerini gerçekleştirmeye katkıda bulunan kurumlar inşa etmişlerdir.
مشاركة :