Nebil Fehmi (Mısır eski Dışişleri Bakanı) Uluslararası arenada son dönemde Avrupanın rolüne dair birçok soru gündemde. Bu sorular bazen Avrupa projesinin tamamen boşa bir çaba olduğuna dair söylemlere kadar ulaşıyor. Avrupa’yı takip eden herkes, yaşlı Kıta’nın (Avrupa Kıtası) gerçekten yaşlı ve kimliğini yeniden şekillendirme sürecinde olduğunu artık açıkça görebilirler. Avrupa ülkeleri arasında ürünlerin ve hizmetlerin dolaşımını ve takasını sağlamak ve birbirleri için homojen ve çekici pazarlar oluşturmak için üzerinde anlaşmaya varılan çok sayıda ilkenin kabul edildi. Buna rağmen halen Avrupa pazarında yer alanlar ile Kıta’nın batısında resmi kurumların dışında kalanlar arasında kurumsal bir uzlaşıya varılmaya çalışılıyor. Bazı Doğu Avrupa ülkelerinin, onları çok taraflı sistemlere karşı daha isteksiz hale getiren farklı yönetim ve Varşova Paktı’nı çöküşünden sonraki ilk yıllarda hakim olan tatlı atmosferin ardından gün yüzüne çıkmaya başlayan toplumsal ilişkiler kavramları ve deneyimleriyle Avrupa Birliğine (AB) katılmasından sonra “Avrupa projesi fikri” felsefi bir meydan okumayla karşı karşıya geldi. Avrupa’daki siyasi dönüşümlerle birlikte önde gelen siyasi pozisyonlarda da bir takım değişiklikler olduğunu gördük. Bu değişiklikler, sola eğilimden çevresel ve diğer faktörlerin daha da belirgin hale gelmesine kadar geniş bir yelpazede yer alıyordu. Doğu Avrupa ülkeleri ise özellikle yeni ve sık görülen mülteci akınlarının yaratığı zorlukla tecritçi bir milliyetçi tonu benimseyen ve besleyen sağcı bir eğilime sahip. Tüm bunlara şahit olurken Avrupa’daki en bariz ve birleştirici özellik, büyük liderlerin ortadan kaybolması ve Avrupalı siyasi liderlerin daha geniş, daha kapsamlı, daha stratejik ve çok yönlü bakış açısı pahasına vatandaşların günlük acil sorunlarıyla ilgilenmeye odaklanmaları oldu. Kıta, bir takım özlemleri ve görüşleri olan düşünürler ve politikacılar çağının ardından yönetim ve kısa vadeli sözleşmeler çağına girdi. Bu, aynı zamanda dünya genelinde gördüğümüz bir dönüşüm. Dünya, uzun yıllar boyunca Avrupa ülkelerinin politikalarına nasıl yön vereceğini, hırslarını ve sınırlarını öğrenmek istediğinde gözünü Almanya ve Fransaya çevirirdi. Almanya’nın şansölyeleri Bismarck, Adenauer, Brandt ve Cole ile Fransa’nın cumhurbaşkanları Bonaparte, de Gaulle, Mitterrand ve Chirac, Avrupa’nın vizyonlarının oluşmasında önemli roller oynarken Avrupa’nın batısı ile doğusu arasında patlak veren Soğuk Savaş gibi çatışmalardan kaçınmak ve ortamı yumuşatmak için rekabet ile gerilim arasında bir ton belirlediler. Uluslararası camianın ilgisi zaman zaman coğrafi olarak Avrupa Kıtası’nda olsa da ABD’ye daha yakın yönelimleri olan İngiltere’nin pozisyonlarına kayıyordu. Burada, Fransa ve Almanya’nın Yaşlı Kıta’nın geleceğine yön verip vermediği, eğer veriyorsa bunun ne yöne doğru olduğu sorusu ortaya çıkıyor. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile başkent Paris’teki Siyasal Bilimler Üniversitesinde, cumhurbaşkanlığı adaylığını açıklamasından yaklaşık bir hafta önce düzenlediği bir basın toplantısı sırasında tanışma fırsatım oldu. Aslında o zamanlar popülist seçim müdahalelerinden rahatsız olsam da seçimlerden sonra Avrupanın siyasi ve güvenlik rolüyle ilgili bazı önemli konuları gündeme getirdiği için kendisiyle ilgili fikrim hızla değişti ve daha olumlu oldu. Macron’un gündeme getirdiği konular arasında küreselleşme çağında uluslararası uygulamaların gözden geçirilmesi ve değerlendirilmesi de yer alıyordu. Buna karşı son zamanlarda Suriye’deki ve ardından Lübnan’daki durumla ilgili bazı girişimlerinin gerçekçi olmamasına şaşırdım. Bu tür girişimler, Fransa yönetiminin başı olarak ülkesinin kararlılığını sağlar ki bu olumlu bir gelişmedir. Fakat bunlar aynı zamanda daha fazla deneyim ve bilgelik gerektiren adımlardır. Dünya, eski Almanya Şansölyesi Angela Merkelin 16 yıllık liderliğinin ardından Berlin sahnesinde neler olacağını merakla izledi. Seçimlerin sonucunda Olaf Schulzun Almanyanın yeni şansölyesi olarak seçilmesi ve ilk kez bir araya gelen Sosyal Demokrat Parti (SPD), Yeşiller ve Hür Demokrat Parti’den (FDP) oluşan bir koalisyon hükümetinin kurulması iletişim, istikrar ve inovasyon karışımı bir geleceğin kapısını araladı. İktidar ve fikir birliği açısından büyük bir deneyime sahip olan SPD’nin muhafazakarlarından biri Schultz, demokratik toplumsal uzlaşının bir destekçisi olarak görülüyor ve Avrupanın önemine inanıyor. Aynı durum, ABD ile ilişkiler için de geçerli. Küreselleşme çağında Almanya’nın rolünün önemine ve ekonomisinin modernize edilmesi gerektiğine inanan Schultz, 2017 yılında çıkardığı bir kitapta, piyasa şartları ve rekabet ortamıyla başa çıkmakta zorlanan sınıfların karşı karşıya oldukları zorlukları hesaba katarak Almanya’nın politikalarını yönlendiren yedi ilkeyi ayrıntılarıyla sunuyor. İlk değerlendirmeler, Schultzun Merkelin temkinli ve pragmatik yaklaşımını sürdüreceği yönünde. Öyle olabilir ancak koalisyon partileri arasında imzalanan ‘İlerici Siyasi Merkez’ adlı anlaşma, eskisinden daha aktif ve kararlı bir eğilimi yansıtıyor. Bu aynı zamanda yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınının yarattığı mevcut zorluklara ve yansımalarına rağmen güven ortamını ve bir takım özlemleri yansıtan bir anlaşmadır. Pek çok kişi 1969 yılında göreve gelen Şansölye Willy Brandt’ın Almanyaya daha demokratik bir ülke olması için adeta yalvardığını hatırlayacaktır. Anlaşma, bu bağlamda bir yandan borçlanma ve sosyal güvenlik sistemini modernize etme ve yeterli imkanlara sahip olmayanlara daha fazla destek sağlama konusunda muhafazakar Alman politikalarına ilişkin daha fazla esnekliğin kapısını aralarken diğer yandan çevreyle ilgili cesur adımlar, ekonomik sistemin modernizasyonu, göçmen ve mültecilere yönelik bir takım tutumları da içeriyor. Yurt dışıyla ilgili önemli göstergeler arasında, Avrupa projesine ve AB kurumlarına bağlılığın teyidi yer alırken aynı bağlılık Çin’in dış politikaları konusunda daha sert tutumlara sahip ve “Kuzey Akım 2” adlı enerji projesi dahil olmak üzere Rusyaya karşı daha temkinli olan NATO için de geçerli. Anlaşmanın uygulanması, özellikle 2022 Nisanında yapılması planlanan cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra Fransa’nın hırslı ve akıllı rolüyle örtüşürse Avrupa projesine yansıyacak olan daha aktif bir yaklaşımla ilginç bir Almanya başlangıcı olacaktır. Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrildi.
مشاركة :