ABD Başkanı Joe Biden ile mevkidaşı Çin Devlet Başkanı Şi Cinping arasında binlerce diyalog gerçekleşse de iki taraf arasında askeri çatışma kaçınılmazdır ve öyle de olacaktır. Bu iki devlet arasındaki gerilim hiç şüphesiz askeri bir çatışmaya yol açacaktır. Bu kaçınılmaz bir durumdur. Bu alev alan gezegenimizdeki çatışma bir çıkarlar ve güç merkezleri çatışmasıdır; hiçbir şekilde söndürülemez. İki büyük lider telefonla veya görüntülü olarak günde sadece beş kez değil, elli kez konuşsa da durum budur. İki süper güç arasındaki anlaşmazlığı kontrol altına almak imkan dahilinde değildir. Durumu sakinleştirmeye yönelik yapılacak tüm girişimler başarısız olmaya mahkumdur. Bu stratejik bir çatışmadır ve benzerleri tarih boyunca sürekli var olmuştur. Otlak ve su için savaşan ilkel kabileler döneminde her kabilenin bir diğerine üstünlük kurma çabaları şu anda büyük ve küçük ülkeler arasında gerçekleşmektedir. Çin artık tüm dünyanın ana gücü haline geldiğini düşünüyor ve ABD ister memnun olsun isterse de öfkelensin yumruğunu kaldırıp yüksek sesle “Biz burdayız” diyor. Gerçek şu ki sosyal uyum, siyasi ve askeri güç hususunda artık Çin’in bir rakibi yok. Benzer bir durum uluslararası prestij için de geçerlidir. Bu, ABD’nin inkar edemeyeceği bir gerçektir. Ne Başkan Biden ne de diğer bir başkan Çin’in ekonomik, siyasi veya askeri olarak süper güç haline geldiğini inkar edemez. Gerçekler bu ülkenin, önceki elem dolu aşamalardan sonra dünyanın ana ülkesi haline geldiğini söylüyor. Artık yumruğunu kaldırıp dünyaya “Biz buradayız!” diyemeyen ABD’nin de büyük bir süper güç olduğu inkar edilemez, ancak Çin herkesi geride bıraktı. Bazıları, Mao Zedong’un (modern Çin’in kurucusu) Çin Halk Cumhuriyeti’ni kurarak popüler liderleri geride bıraktığını ve bunca uzun yıldan sonra bile bilinen en önemli liderlerden olduğunu söylüyor. Mezarı, halkı ve dünyanın bazı büyük liderleri için “hac” edilen bir mekan haline geldi. Sorun şu ki, tüm bu büyüklük ve azamet, Parkinson hastalığı karşısında çökmüştür. Bazıları, bunca yıldan sonra şüphesiz şunu merak ediyor: Mao, mevcut Çin rönesansının gerçek lideri mi yoksa bunun tam tersi, bu büyük ülkenin felaketlerinden ve milyonlarca insanının yok edilmesinden mi sorumlu? Babası basit bir çiftçiydi, fakat kendisi bu büyük Çin rönesansının lideri oldu. Gerçeği söylemek gerekirse Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurucusu odur ve bu büyük liderin tarihi bilinmeden, bu büyük ülkenin tarihi tam olarak bilinemez. Ancak Mao Zedong’un gidişinden bu yana geçen süreçte nesiller artık ona takdirle bakmıyor ve bunca yıldan sonra onun sadece bir “çizgi film kahramanı” olduğunu ve aşırı derecede “şişirildiğini” düşünüyorlar. Komünist hareketin birçok sembol ismi ya da üçüncü dünyanın birçok lideri gibi, tabileri basını onları hava yastığı gibi şişirmek için kullanır, devrilir devrilmez kara dosyaları açılmaya başlar, mezar hırsızlığı yapılır, takipçileri ve yakınları avlanır. Bu durumun üçüncü dünya ülkelerinin birçok sembolü ve Arap dünyasını alt üst eden askeri darbelerin sahipleri içinde geçerli olduğu söylenebilir. Bu konuda detay isteyen, devrim sloganlarını yükselten Arap askeri darbelerinin generallerinin dosyalarına baksın. Bu insanların kaderi ya başkaları için kurdukları darağacıyla ya da hücrelerle sonlanmıştır. İsim vermek istemiyoruz, ancak “Araplığın atan kalbi” olan büyük Suriye üzerinde durmalıyız. Askeri darbeler ülkeyi alt üst etti, mazhep ve kabile liderleri halkın lokmasını elinden aldı, el-Mezze ve diğer şehirlerdeki hapishaneler Suriye halkının oğullarıyla dolup taştı. Her darbeyle birlikte el-Mezze ve diğer hapishanelerin hücre sayısı onlarca kat arttı. Bu devrimlerin her biri halkının vatanseverlerini çiğneyip tüketti. Irak’ta ve sahiplerince devrim olarak nitelenen çeşitli darbelerin acısını tadan diğer bazı ülkelerde, her “devrim” kardeşini yiyip bitirdi. Daha fazlasını isteyenler Suriye ve Irak dosyalarına, ayrıca başına gelen bu “bela” olmasaydı mutlu olabilecek Yemen dosyalarına baksınlar. Sorun şu ki, “devrim” adı verilen bu “askeri” darbelerin sahipleri daha ilk günden darağaçları kurdular ve cezaevlerinin kapılarını açtılar. Burada yükrek burkan şey, bu kanlı darbelerine “devrim” demiş olmalarıdır. Kuduz köpeklerin yavrularını acımasızca yemeleri gibi bu darbelerde sahiplerini yedi. Yeni nesillerin şu soruyu tartışması gerekiyor: Bu devrimlerin, hastalık dönemleri yaşayan tüm Arap ülkelerindeki sonuçları ne oldu? Suriye’nin kaderinin böyle olması ne anlama geliyor? Bu Irak ve diğer Arap ülkeleri için de geçerli. İradeleri dışında bu yıkıcı devrimlere maruz bırakılan ve gençlerinin beyinleri yıkanan birçok Arap ülkesi için durum bundan ibarettir. Korkulması gereken, her devrimin başka devrimlere yol açmış olmasıdır. Arap dünyası bu yüklerin altına girdi ve tüm bunlar Siyonist düşmanı -Allah’tan Arap ülkelerinden uzak tutmasını istediğimiz bu devrimlere dayanarak- Filistin halkını karalamaya sevk etti.
مشاركة :