Avrupa Birliğinden (AB) ayrılma (Brexit) atılımı sırasındaki rüya, Britanyanın özgürleşmesi ve dünyaya açılmasıydı. Bu rüya gibi atılımın başında eski Başbakan Boris Johnson ve Muhafazakâr Partiden 20 milletvekilinin yer aldığı Avrupa Araştırma Grubu bulunuyordu. Onlara ek olarak Brexit’ten sonra İşçi Partisini yöneten aşırı solcu Jeremy Corbynin başını çektiği solcular vardı. Farklı derecelerde ve farklı şekillerde de olsa tüm taraflarda küresellik konusunda bir fikir birliği mevcuttu. Bu küresellik hayali, lavlarını göğe püskürtmek için bir an patlamayı bekleyen bir yanardağ gibi, imparatorlukların torunlarının zihinlerine hep yerleşmiştir. Şimdi Rusya – Ukrayna savaşında, Müslümanların hilafet hayalinde ve Çinin geçmişi geri alma çabasında tanık olduğumuz şey budur. Ancak Britanya rüyasını diğerlerinden ayıran şey, tüm seçeneklerin halka sunulduğu, gerçekle hayali birbirinden mükemmel şekilde ayıran deneyimli milletvekilleri ve politikacıların bulunduğu köklü bir demokraside ortaya çıkmasıdır. Buna rağmen Britanya bu tuzağa düşmüş ve artık gerçek ile hayal arasındaki farkın çok büyük olduğu bir aşamaya gelmiştir. Britanya şu anda bir kriz değil, ekonomi, partizanlık, sosyal ve dış politika krizleri yaşıyor. Adeta rüzgârın güçlü bir şekilde kayalık bir kıyıya ittiği gemi gibidir ve denizciler her seferinde rotasını değiştirebileceklerini düşündükleri bir kaptan seçtiklerinde sadece kıyıya yaklaştıklarını görürler. Görünüşe göre eski kaptanlar, gerçekliğin pusulasına ve onun tedavisine değil, ideolojinin pusulasına bağlılar. Eski Başbakan Johnson, Britanyanın küreselleşeceği konusunda ısrar ediyor ve teklifini kabul etme şartı dışında AB ile müzakere etmeyi reddediyordu. İngilterenin onlardan ayrılıp bir süper güç olarak yaşayabileceği ve onların Avrupa kıtasındaki güç dengelerini değiştiren bir Avrupalı gücü kaybedecekleri düşüncesindeydi. Bu nedenle, imzalamış olduğu Kuzey İrlanda Protokolü’ne uymayı reddetti ve hükümlerinin çıkarları doğrultusunda değiştirilmesini talep etti. Küresel Britanya temelinde birkaç hafta iktidarda kalan Başbakan Liz Truss ‘benliği’ o kadar şişirilmişti ki, o İngiltereye coğrafi olarak en yakın ülke olan ve İngiltere’nin Avrupa kıtasına açılan ticari kapısı Fransa’nın başbakanını İngilterenin dostu olmayarak görüyordu. Bu iki isimden önce Başbakan Theresa May küreselleşme ile gerçeği uzlaştırmaya çalıştı. Ancak aşırı sağ ve aşırı sol onun girişimini boşa çıkardı ve Boris Johnsonın iktidara gelmesine izin verdi. Johnson’la birlikte Avrupa ile ilişkiler bozuldu. ABD eski Başkanı Donald Trump ile arasındaki büyük yakınlaşma ve uyuma rağmen bunu ABD ile güçlü bir ticari ilişkiyle telafi edemedi. Bu, emperyal rüyada somutlaşan ‘ideoloji’nin, insanları liderin sihirli bir çözüme sahip olduğuna ve onun seçilmesinin her şeyi mümkün kılacağına ikna eden ‘popülizmin’ başka bir yüzü olduğu gerçeğini doğruluyor. Bugün Britanya çok zor bir durumda bulunuyor. Para birimi benzeri görülmemiş bir düşüşte ve borcu artıyor (GSYİHnın 85,4ü). AB ile ilişkileri gergin ve ABD ile ilişkisi, AB ile anlaşmazlığın çözülmesine bağlı. Ekonomisi, G7 ülkeleri arasında en az gelişmiş olanı. Bununla birlikte ekonomik durgunluğun eşiğinde ve ticari altyapısı için milyarlarca pound harcaması gerekiyor. Artan işçi grevleri yaşıyor, sağlık sistemi çöküyor ve askeri yetenekleri acilen milyarlarca yatırıma ihtiyaç duyuyor. Bu gerçeklik artık ideologların saklayabileceği bir şey değil. Çünkü vatandaş bunu hissetmeye başladı ve iktidar iki çözümle karşı karşıya: Ya ideolojik siyasete devam edip yaklaşan seçimleri kaybetmek, ya da rotayı değiştirip gerçeği kabul edip orta yolu bulmak. Görünüşe göre mevcut Başbakan Rishi Sunak ikinci seçeneği tercih etti ve AB ile ilişkileri reforme etme yolculuğuna başladı. Çünkü ABD ile güçlü ilişkileri yeniden tesis etmenin tek kapısı orası. Ayrıca bu, ekonomiyi canlandırmak ve boğulan İngiliz ekonomisini kurtaracak anlaşmalara varmak için gerekli bir araç. Kıtanın Rusya ile ölümcül bir savaşın içinde olduğu bir zamanda Britanya, savunma açısından Avrupa ile iç içe geçmiş durumda. Ancak ABden ayrılmayı en çok destekleyen ve vizyonunu değiştirmeye zorlanan Başbakan Sunak, partisinde ideolojik sağla karşı karşıyadır ve partisinin bölünmesi ya da bir iç darbe ile iktidardan düşebilir. Tüm bunlar ideolojik inançların sınırları aşmaları durumunda çok tehlikeli olduklarına dair güçlü bir gerçeğe işaret ediyor. En basit tanımıyla ‘ideoloji’, insanları birbirine bağlayan ve üzerinde belirli adımlar atmayı kabul ettikleri bir değerler ve ilkeler bütünüdür. Başka bir deyişle, siyasi eylemin meşrulaştırılmasıdır. Ancak ‘ideoloji’nin, basit tanımın ötesine geçen ve onu dünyayı yeniden inşa etmeye veya sahibini küresel bir liderlik konumuna yükseltmeye iten etik standartları ve tarihsel ve psikolojik kavramları taşıyan idealist bir vizyonu içeren başka bir yönü daha vardır. Belki de faşizm ve totaliter Nazizm bunun en güzel örnekleridir. Bu iki tanıma göre, İngiltere Başbakanının ilk tanıma ait olduğunu ve attığı adımlar üzerinde mümkün olduğu kadar çok insanı bir araya getirmeye çalıştığını görüyoruz. Birincisi, Kuzey İrlanda Protokolü sorununu çözmek ve ardından AB ile ilişkilerdeki diğer düğümleri tasfiye etmeye devam etmektir. Bunu başarmak için, ideal ideolojik tanımı benimseyen partisinin aşırı sağcı vekilleriyle sert bir şekilde yüzleşmek zorunda. Başbakan ayrıca bu çatışmada İşçi Partisi lideri Keir Starmerın, AB ile İngilterenin çıkarlarını garanti altına alan bir anlaşmaya varması halinde kendisini parlamentoda destekleyeceği teklifinden yararlanması gerektiğinin de farkında. Bununla başbakanın iki beklenmedik seçeneği olacak: Partisinin birliğini korumak ya da İngilterenin çıkarlarını korumak. Tüm göstergeler, ‘idealist’ ideolojik sağın, parti ikiye bölünse bile geri adım atmayacağına işaret ediyor. İşçi Partisi iktidara liyakatle değil fiilen gelecek ve o zaman karar vermesi gerekiyor: ya Avrupa ile ya da hayali küresellikle.
مشاركة :