Kral Selman bin Abdülazizin Şûra Meclisi’nde yaptığı konuşmada, Krallığın vazgeçilmez meselelerinin altını çizerek, Suudi Arabistan karşıtlığı dışında bir araya gelmesi pek de mümkün olmayan çok sayıdaki tarafın Krallığı hedef almasının nedenlerini ortaya koymuş oldu. Bu meselelerin en öncelikli olanı, Arap ve İslami meseleler arasında Kral tarafından öncelik verilen Filistin meselesidir. Kral’ın, Arap, İslami ve uluslararası dış politikalarında temel aldığı ve en fazla önemsediği mesele budur. Suudi Arabistan Krallığının, 2002 yılında Beyrut zirvesinde Filistin sorununa Arap temelli bir çözüm bulmak amacıyla Arap Barış Girişimini başlattığı bilinmektedir. İlgili uluslararası kararlara dayalı olarak hatırı sayılır bir yardımın toplanacağı umulmuştu. Ancak bu zirve, musibetlerin peş peşe gelmeye başladığı 2001den sonra gerçekleşmişti ve Irak işgalinin arifesine girilmişti, Ortadoğudaki her türlü savaş da patlak vermek üzereydi. İkinci Körfez Savaşında olduğu gibi, son yirmi yıllık o zor sürece girilmişti. Bundan en fazla etkilenen taraf da Filistinliler oldu. Bunun çeşitli nedenleri vardı, Filistin’in bölünmesi ve 2007 yılında Gazzenin Hamas tarafından ele geçirilmesi, İranlıların Filistin davasına müdahil olmaya başlamaları –ki Yaser Arafatın ölümünden sonra ivme kazandı- Yahudi devletinde iktidarın, sağ ve aşırı İsrail gruplarının egemenliğine girmesi bunlardan bazılarıdır. Bu kötü zamanda Arap kimliğini korumaya çalışanlar sadece bu zorluklarla mücadele etme durumunda kalmadılar, bilakis Filistin meselesini istismar etmek için sahaya inen Erdoğan ve Katar tehdidi ile baş etmek durumunda kaldılar. Kiminle beraber istismar ediyorlar? Elbette ki İran ve İsrail’le beraber… İsrail ile işbirliği yapılarak Filistin hakları nasıl korunabilir?! Hamas’a yardımlar, Ben Gurion Havalimanı üzerinden ulaşıyor ve Hamasa ne zaman ve ne kadar yardım geldiğini İran ve İsrail dışında hiç kimse bilmiyor! Bazıları şunu söyleyecektir: ‘Fakat Filistinliler çok fazla desteğe ihtiyaç duyuyor ve bu yardımlar onların savaşma kararlılığını etkilemiyor! Desteğin gelişinden üç gün sonra İsraille roketlerle savaşmaları bunun bir kanıtıdır. Dahası, bunlar İsrail ile ilişkilerde yalnız değiller, bazı Arap devletleri de İsrail’le barış anlaşmaları imzaladılar.’ Ben de şunu söylüyorum: Tamam dediğiniz gibi olsun, ancak mademki bu yardımlar şaibesiz, neden Mısır üzerinden gitmiyor? Elbette, ilişkiler kötü olduğu için ve bunun nedeni de Katarın, Mısırdaki rejimin düşmanlarına kucak açması ve rejimin El Cezire televizyonu aracılığıyla düşürüleceğine inanıyor olmasıdır! Nasıl ki İran, Arap Şiilerine liderlik yapıyor, Erdoğan da Sünni Arap ve başkalarını liderlik yapmak istiyor. 2013 yılında Başbakan Fuad Sinyora’nın Türkiyeye yaptığı ziyarette onunla birlikteydim ve Erdoğan, İran’la dost olduklarını ileri sürerek, Lübnan hükümeti ile Hizbullah arasında arabuluculuk yapmayı teklif etti. Başbakan Sinyora buna karşılık şöyle dedi: "Biz ne Sünni ne de Şii’yiz, sadece Arabız ve referanslarımız Suudi Arabistan ve Mısırdır. Sayın Başkan! (zannedersem o gün Başbakandı) Araplarla yakınlaşmak için Beşşar Esed’i tercih ettin, ama görünen o ki ayrı düştün. İran sizin dostunuz olabilir, ama bizim dostumuz değil. Şayet bizim dostumuz olsaydı ülkemize ve özellikle de Sünni kesime saldırmazdı. Silahlı milisleri aracılığıyla Lübnan’da birçok insanı öldürdüler ve hala da öldürmeye devam ediyorlar ve şimdi de aynı katliamları yapmak için Suriye’ye girdiklerini ilan ettiler!” Erdoğan, Filistin meselesi üzerinden İran’ın ne kadar başarı elde ettiğini görünce, onun gibi ve onunla beraber hareket etmeye başladı, zira İran Rejiminin Araplarla her konuda ayrıştığını biliyordu. Stratejik boşluktan istifa edip Sünnilere liderlik etme sevdasına kapıldı ve Mısır ve Suudi Arabistanı hedef alan Müslüman Kardeşler’e (İhvan) kucak açtı. İhvanın tüm bu faaliyetleri zaten finanse ediliyor. Yani bedavadan hamilik yapma fırsatı da bulmuş oldu. Erdoğan yapmış olduğu tüm bu hamlelerle, binlerce Türk ve Kürt vatandaşına karşı işlemiş olduğu suçları unutturmak istiyor. Filistin’e yardım etme bahanesiyle her türlü düşmanlık ve rekabeti ortaya koyan İslamcılar ve ulusalcılara bir de İsrail konusunda oldukça duyarlı olan Amerikalılar eklenmiştir. Bütün bu kesimler İsrail için adeta birbirleriyle yarış halindeler. Bilindiği üzere en parlak desteği son dönemde Trump vermiş oldu. Ancak ilginçtir, basın, medya kuruluşları ve Demokratların hepsi -şayet mümkünse- “Yüzyılın Anlaşmasına” katkıda bulunmak istiyorlar. Elimizdeki bilgiler, bu anlaşmanın herhangi bir partiye bağlı olmayan Demokratlar, Cumhuriyetçiler ve tarafsız uzmanlar tarafından hazırlandığını söylüyor. Bunların tamamı ya fanatik Siyonistler ya da liberal kesimden meydana gelmektedir! Filistin davasına yönelik tüm bu parçalanmışlık halleri yaşanırken Suudi Krallığı kendi sabitelerine yapıştı: Arap barış planının yapılması, Kudüs’ün İsrail’e verilmesinin reddedilmesi, Zahrandaki Arap Zirvesinin Kudüs Zirvesi adı altında icra edilmesi, Filistin Yönetimi ile beraber hareket edilmesi, ABD’nin tutumu nedeniyle sahipsiz kalan BM Yakındoğu Filistin Mültecilerine Yardım Ajansına (UNRWA) sahip çıkılması bunlardan bazılarıdır. Krallık atmış olduğu bu adımlarla, Filistin ve onun kalbi Kudüsün bir Arap ve İslam meselesi olduğunu, İranlılar veya Türkler tarafından istismar edilmesine izin verilmeyeceğini üstü kapalı bir şekilde ifade etmiş oldu. Bu atılan adımlara yönelik elbette engellemeler olacaktır ve bu meselenin sorumluluğu oldukça ağırdır. Ve Krallık tüm bunların farkındadır. Bu düşmanlar ve Filistin istismarcıları karşısında geri adım atmayacaktır. Kral Selmanın değindiği ikinci gündem maddesi radikalizm ve terörizmdir. Radikalizm ve küresel terör giderek karmaşıklaşan bir dosya olmasının yanı sıra bütün taraflarca çokça istismar edilen bir meseledir. Meselenin dini temellerinin olduğu doğrudur. Neredeyse tüm taraflar, bu meseleye bir şekilde karışmışlardır. Bunların en başında da Irak, Suriye ve Lübnan’da konuşlanan İran milisleri gelmektedir. Son yıllarda bu fenomen kötü bir hal alınca Suudi Arabistan silahlı müdahaleyi tercih etti. Riyad bu süreçte istihbarat teşkilatları ve uluslararası örgütlerle işbirliği yapmayı da ihmal etmedi. Bütün bunlar yaşanırken, diğer taraflar, teröristlere her türlü kolaylığı sağlamak için adeta birbirleriyle yarışıyorlardı. 2013den beri Türklerin teröre sağladığı kolaylıklar çok iyi bilinmektedir. 2012de terörizme aynı kolaylığı Esed rejimi sağlamıştır. Her iki tarafın da finansmanı Katar’dır. Suudi Arabistanın sahip olduğu siyasi ahlak, iç çatışmaların kışkırtılmasına izin vermediği gibi “düşmanımın düşmanı dostumdur” bahanesiyle şiddete dayalı radikalizme yardım etmeye de izin vermez. Şiddete dayalı aşırılıklar din, barış, güvenlik, devletlerin birlik ve istikrarını tehdit etmektedir. Kral Selman’ın Suriyedeki duruma ilişkin açıklamalarını bu bağlamda değerlendirmeliyiz. Diğer tüm taraflar ise günler önce İran, Türkiye, Irak, Suriye ve Katar ile ittifak kurma çağrısında bulundular. Peki, bu ittifak niçin ve kime karşı kurulacak? Birbiriyle alakasız bu kadar kesimi bir araya getiren şey ne olabilir ki? Bu çağrıyı yapanların tamamı Suudi Arabistan düşmanlığı yapmak istiyorlar. Suudi Arabistan’ın derdi İslam’a ve Arap devletlerine sahip çıkmaktır. Diğer taraflar ise sınırsızca paralar harcayarak farklı roller kapma peşindeler. Aşırıcılıkla mücadele etmek isteyen bazıları da Arap ülkelerinde, hatta kendi dini yaşamlarında istikrar sağlayamamış kesimlerden medet umuyorlar. Riyadın radikalizm ve terörizm konusundaki tutumu ise bunlarla etkili bir mücadeledir. Gerek devlet terörü gerekse milis terör unsurlarıyla mücadele etme Krallığın öncelikleri arasındadır. Bu mücadele nezih insanlar ve şeffaf yöntemlerle yürütülmelidir. Suriye dosyası kadar karmaşık olmayan Yemen dosyasını gelecek olursak şunları söyleyebiliriz. Yemenliler, karşılıklı diyalog ve Körfez girişiminin ardından sorunlarına çözüm bulma aşamasına geldiklerinde, Gazze ve Beyrutta olduğu gibi İranın talebi üzerine Yemen ve devlet toprakları Husiler tarafından ele geçirilmeye çalışıldı. Husiler, bu işgal girişiminin ilk gününden beri, Suudi Arabistan sınırına ateş ediyor. Meşru hükümetin talebi ve BMnin 2216 sayılı kararı uyarınca, koalisyon ülkeleri bu yarımadanın istikrarını korumak ve Yemende meşruluğu yeniden sağlamak için müdahale ettiler. Peki, neler yaşandı? İranın maşası Husilerin işgalini sona erdirmek için, Koalisyonun desteğiyle ordu ilerlemeye başlayınca, uluslararası örgütler insani dramlara dair dosyaları ortaya dökmeye başladılar. Yemen halkının durumu zaten iyi değildi, darbeler ise daha da kötü bir hale getirdi. Dolayısıyla Yemenin trajedisini sonlandırmak, Husilerin işgalini sona erdirmekle ancak mümkün olacaktır. Üzücü olan, pek çok tarafın bunu istememesidir. Yemen ve Suudi Arabistanı yıpratmak istiyorlar. Eğer Suudi Arabistan “Yüzyılın Anlaşmasını” kabullenseydi, İhvan’ın Mısır’ı, Husilerin Yemen’i işgal etmesine sessiz kalsaydı, “Washington Post” ve “New York Times”, Suudi Arabistan’a karşı bu düşmanlığı sergilemeyecekti. Ancak Abdülaziz, Faysal ve Selmanların ülkesi, bütün bu yaşananlar karşısında sessiz kalsaydı kendi varlık nedenini inkâr etmiş olurdu. Bütün Araplar şunu iyi bilmelidir ki, Suudi Arabistan’ın yürüttüğü bu mücadele, Arap varlığını, iradelerini, topraklarını ve dinlerini koruma mücadelesidir. “Allah, emrini yerine getirmeye kadirdir. Fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler.” (Yusuf,12/21)
مشاركة :