Libya... Kimlik sorunu ve sosyal yapı

  • 11/24/2018
  • 00:00
  • 5
  • 0
  • 0
news-picture

Tartışılmayan konular, yere gömülmüş mayınlar gibidir, ne zaman patlayacağı bilinmez. Tarih ve coğrafya, insanlar tarafından bazen göz ardı edilmiş olsa da, birikiminde durmaksızın reaksiyon/etkileşim olan yaşayan jeolojilerdir. Libya doğu ile batı arasında bir ülkedir. Yıllar boyu deveran eden halk hareketiyle, Fenikelilerden Vandallara, oradan Romalılara ve Yunanlılara en nihayetinde Araplara gelen uzun bir tarihi yürüyüşü bulunmaktadır. Berberiler bu varlığın ilk tohumları idiler. İnsanlık dalgalarının yanı sıra dini akımlar, yeryüzündeki insanların hareketinde tarih boyunca en etkili olanıydı. Siyasi olarak varlıklar, sonradan devlet olarak isimlendirilecek şeyin potasında erimemişlerdi. Toprak ve insanoğlu, yeryüzü ve halkı da aşan bir güç tarafından dağıtılmaktaydı ve Libya, asırlar boyunca doğusuyla batısıyla fetih ordularının, değişik güçlerin ve etnik grupların geçiş noktasıydı. Tabiat olayları, anavatanların ve insanların jeolojisini bir şekilde tasarlar. Nehirleri olmayan geniş bir ülkedir Libya ve yağmur sadece sınırlı ihtiyaçları karşılamaktadır. Etrafındaki tüm bölgelerin nüfus yoğunluğu buradan daha fazladır. Göç veren bir ülkedir ve göçmenler burayı sadece geçiş noktası olarak kullanır. Yerleşmeyi tercih edenler, birbirinden bağımsız, sosyal iletişimin zayıf olduğu yerlere kümelenirler, yağmurlu mevsimleri takip ederler. Sınırlı ticaret ve hayvancılık dışında günlük yaşam aktiviteleri oldukça zayıftır.  Kabile, coğrafyanın rahminden, tarihin de sancılarından doğan sosyal çerçeve idi. ‘Ortak Değerler’ iletişim, işbirliği ve çatışma arasında genişler ve daralır.’Vatan’ ise, insanlara belirli bir adres vermemiş olan nehir topluluklarının yeryüzünde oluşturduğu ve insan vicdanında sürekli hareket halinde olan bir oluşumdur.  İmparatorluklar Dünyayı yüzyıllardır yöneten bir rejimdir, sınır çizgileri yoktur. İmparatorluklarda güç, iktidarı güçlendiren ve yönetilene liderlik eden bir kanundur. Vatan, sınırlar, halklar, isimler ve kimlikler sadece detay kabilinden şeylerdir. Vatan üzerindeki her bir oluşum hareket halindedir ve gücün temerküz ettiği uzak başkentlere boyun eğerler. Geniş bir coğrafyaya sahip olan Libya’da da aynı şeyler yaşanmıştır. Yakın zamanın sayfasına yaklaşmadan önce bilinmesi gerekli olan kavramlardır bunlar. Yaşadığımız zamanın sayfalarını okumamıza yardımcı olur. Bağımsızlıktan sonra, ülkenin yürüyüşüne liderlik edenlerin üzerindeki en büyük baskı, insanların yaşam tarzlarının ne şekilde yönlendirileceği oldu, zira Libya, dünyanın en fakir ülkelerinden biriydi. Acımasız faşist sömürgeciliğe karşı yıllar süren savaşlar verildi, ıstıraplar çekildi. Nüfusunun büyük kısmı doğu ve batıya göç etti. Her kademedeki devlet idaresi, sadece düzeni idame ettirmeye çalışıyor, temel eğitimi veriyor, salgın hastalıkları tedavi etmeye çalışıyordu. Yeni toplumun modern bir temelde kurulmasını sağlayan ve vatan evlatları arasında birliktelik oluşturan ‘kimlik’ hakkındaki temel soruların birçoğunu gözden kaçırdık. 1950lerin ortalarında, yani bağımsızlıktan sonra, ulusal kimlik konusunun gündeme gelmediği Libyaya iki dalga etkili olmaya başladı. İlk dalga doğudan yani Mısır’dan geldi. Cemal Abdunnasır Arap milliyetçiliğini yüceltmiş, sınır ötesi bir kimlik haline getirmişti. Batıdan gelen dalganın mimarı ise medya kampanyaları yürüten Tunus Cumhurbaşkanı Habib Burgiba idi ve Tunus ulusal kimliğini ana eksen haline getirmişti. Tunusta kabile zihniyetini kökten kaldıran bir modernite projesiydi. Batı yaşam tarzı öne çıkarılmış, Arap dilinin yanı sıra Fransızca öğretilmeye başlanmıştı. Cemal Abdunnasır ve Habib Burgiba arasındaki belirgin farklara rağmen, bağımsızlık safhasında, yaşayan yeni nesil Arap hükümdarlarına önderlik etmeleri her iki liderin ortak noktasıydı. Kraliyet Libyasında, liderlik söylemleri, popüler kamuoyunun başlangıcını oluşturan ve ‘dikkat kesilme’ zihniyetini yaratan radyonun ülkeye girmesiyle etkisini yitirmeye başladı. Kral Muhammed İdris es-Senusi, yönetim ve söylemde çekingen bir liderdi. Halkla doğrudan iletişim kuramadı. Bilakis, kısmen de olsa siyasal hayattan uzak durmayı tercih etti ve milletin bilge babası olmayı daha fazla benimsedi.Hükümet başkanlarının ekserisi, bağımsızlık devletini kurmaya yardım eden kuşaktan insanlardı. Doğrudan insanlarla konuşma becerisine sahip değillerdi ve bunların birçoğunda buna imkân tanıyacak bir kapasite de yoktu. Libya, Nasır’ın sınır ötesi ‘milliyetçi’ çekici ile Burgiba’nın Tunus sınırları içerisinde gerçekleştirdiği ‘ulusal modernleşme projesi’ örsü arasında kalmıştı. İdarenin kabinesinde yer alan Libyalı seçkinlerin bazıları bu iki dalganın gücünü hissetmeye başlamıştı. Ancak Cemal Abdunnasır’ın söylemleri kamuoyunda daha fazla yankı buldu. Hatta Libya seçkinleri bu dalgaya daha fazla kapıldılar. Libya radyo istasyonu 1950lerin ortalarında yayınlarına başladığında, buradaki yönetmenler, yeni ulusal araçların birliği bağlamında aynı programları Bingazi radyo istasyonuna göndermeye başladılar. Libya Üniversitesi kurulduğunda, bilimsel fakültelerin Trablus’ta, teorik fakültelerin ise Bingazi’de olması kararlaştırıldı. Bu, ulusal bir siyasi akıl tarafından iyi etüt edilmiş bir karardı ve yeni nesil arasında entegrasyon sağlamayı amaçlıyordu. Gerçekten de fikirler sosyal etkileşim ile birleştirildi. Bölgeler, şehirler ve köyler arasında çapraz evlilikler yapılmaya başlandı. Bir yetkili, kızların kolay eğitim almasını sağlamak için Trablusta bir edebiyat fakültesinin kurulmasını, Bingazide ise bir Fen Fakültesinin kurulmasını önerdi. Bu şiddetle reddedildi. Veliaht Prens Hasan Rıza es-Senusi evlenmek istediğinde, Trablus kentinin en köklü ailelerinden biri ile evlenmeyi tercih etti. Böylece yetkililerin farklı bölgelerden evlilikleri ivme kazandı. Sıradan gençlerin evlilikleri dahi benzeri görülmemiş bir yaygınlık kazanmaya başladı. Ülkenin liderleri, eğitimin Libyanın gelişmesi, modernleşmesi ve ilerlemesinde köprü vazifesi göreceği konusunda hemfikirdiler. Bütün Arap ülkelerinden, çeşitli bilim dallarında tanınmış üst düzey profesörleri Libya fakültelerine getirmek için seferber oldular. Dr. Taha Hüseyin’e en iyi Arap üniversiteleri hangileridir? diye sorulduğunda, kendisi, Bingazi Üniversitesi şeklinde cevap vermiştir. Yetkililer, tıpkı günümüzde dünyanın en büyük kulüplerinin en kaliteli oyuncuları transfer etmek için birbirleriyle yarıştıkları gibi en iyi bilim insanlarını kendi ülkelerine transfer etmek için yarışmaya başlamışlardı. Libyalı bir yetkili, Kral İdrisin Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır’a yazdığı bir mektubu ulaştırmak için Kahire’ye gitmişti. Mektupta Libya’daki üniversitelere geçici görevlendirmelerle götürülmek istenen Mısırlı profesörlerin isim listesi vardı. Nasır, söz konusu talebin uygulamaya konması için meseleyi Mısır Eğitim Bakanlığına havale ettiğinde, bakan, bu durumun kendi üniversitelerindeki kaliteyi düşüreceğini belirterek reddetti. Eğitim, bağımsızlık kuşağının en öncelikli kaygısıydı. Binbaşı Abdüsselam Calud, Mahmud el-Muntasır’a -o günlerde tutukluydu- şunu söylemişti: " Başbakanken İngiltere ve Amerika ile askeri üsler anlaşmasını imzalayan sizsiniz." Muntasır ise: ”Evet, bu üsleri kurmak için harcayacağımız parayı eğitime harcamayı tercih ettik” demiştir. Burada geçmiş politik tutumları savunmak istemiyorum, fakat dürülmüş eski yaprakları tekrar okumak istiyorum. Zira etkileri hala sosyal, kültürel ve hatta Libya politik varlığının jeolojisinin boşlukları ve katmanlarında saklıdır.  ‘Ulusal kimlik’ meselesi toprak altındaki mayın muamelesi gördü ve üzerinde fazlaca durulmadı. ‘Arap ulusunun sesi’ önceden daha gür çıkardı. ‘Arap birliği’ kelimesi şimdilerde duyulmaz oldu. Kahireden bu kelimelere eşlik eden ‘Arapların Sesi’ artık daha cılız hale geldi. Eylül 1969dan sonra, Libyadan ‘Arap Birliği’ sesleri daha gür çıkmaya başlamıştı. Şubat 2011den sonra, herkes Libyalıların faraziyelerle dolu ince bir kabuk üzerinde hareket ettiğini keşfetti; bunların altında ise yarı-bölgesel oluşumların kabile temelli ideolojik yapılarla etkileşim halinde olduğu görüldü. Yer altına gizlenmiş o mayının üstü açıldı; ‘Kimlik’… Patlamalar oldu ve kan, kurşun, bencillik sesleri alabildiğine yükselmeye başladı. Kahire Üniversitesinden mezun ilk Libya kuşağından olan avukat, yazar ve şair Abdulhamid Bakkuş, genç denilebilecek bir yaşta başbakanlığa getirildiğinde, ‘Libya kişiliği’ başlığı altında kimlik konusunu oldukça çekingen bir tavırla gündeme getirmeye çalıştı. Ona karşı şiddetli bir muhalefet fırtınası koptu ve onu, bölgecilik yapmakla hatta ihanetle suçladılar. Sesi böylece kısılmış oldu, ‘kimlik’ mayını yeniden toprağa gömüldü ve konuşulmaz oldu. Ben ise o dönem, Abdulhamid Bakkuş’un gündeme taşımaya çalıştığı fikirlere karşı kampanya yürüten gençlerden biriydim.

مشاركة :