Avrupa’daki yangınlar neyin habercisi?

  • 12/1/2018
  • 00:00
  • 3
  • 0
  • 0
news-picture

18. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar üç asır boyunca Avrupa’nın sosyopolitik kültürü, bize Karanlık Çağ’dan sonra gündeme gelen, ‘Toplumlar nasıl geliştirilip modernize edilebilir ve etkili yönetime nasıl ulaşılabilir?’ sorusuna farklı cevaplar veren üç alan bıraktı. Birincisi, kara gömleklilerden Svastika’ya (gamalı haç) kadar uzanan faşizmdir. İkincisi, simgesi orak ve çekiç olan komünizmdir. Üçüncüsü ise liberal demokrasidir. Faşizm, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yok oldu. Çelişkilerin ve savaşların içine girerek ortadan kayboldu. Faşizmin izleri, ırkçı partiler şeklinde üçüncü dünya ülkelerinde var olmaya devam etti.   Komünizm, yaklaşık olarak 20. yüzyılın sonuna kadar varlığını muhafaza etti. Komünizm, Sovyetler Birliği’nde ortaya çıktı ve hızlı bir şekilde ideolojik eğilimini kaybetti. Çin’de sosyalizm ve kapitalizm kılığına büründü. Mao Zedong’un gri ceketi, yeni liderlerin modern takım elbisesine dönüştü. Çin ekonomisi, New York borsasında kayıtlı dev ‘Alibaba’ şirketi gibi kıtalararası şirketlere dönüştü. Liberal demokrasi ise bazen parlak bazen de sönük ışığıyla yaşamaya devam etti. Siyaset bilimci Fukuyama’nın öne sürdüğü fikirler, birçoklarını ‘tarihin sonu’ düşüncesini kabul etmeye sevk etti. İnsan aklının ürettiği en iyi yönetim şeklinin liberal demokrasi olduğu kanaati yaygınlık kazandı. Bu düşünce, uzun süre devam etmedi. Liberal demokraside pek çok kusur ortaya çıkmaya başladı. Dünya, geçtiğimiz hafta Paris sokaklarındaki yangınlardan ve en büyük lüks mağazanın yağmalanmasından dolayı şaşırmış olabilir. Ünlü Şanzelize Caddesi (Champs Elysees), sarı yeleklilerden dolayı şiddetli bir savaş alanına döndü. 1,5 yıl önce Emmanuel Macron’u oyların çoğunluğunu (yüzde 65’i geçti) elde ederek iktidara taşıyan seçim sandıkları, güç ve otorite kaynağı olmaktan çıktı. Fransa’da birçok şehre yayılan gösteriler, güç ve otorite kaynağına dönüşerek birçoklarını liberal demokrasi hakkında yeniden düşünmeye sevk etti. Öyle ki göstericiler, parlamento kapısının önüne duvar inşa etti. Diğer yandan liberal demokrasi, İngiltere gibi bir ülkede büyük bir krizle yüzleşiyor. Önceki İngiltere Başbakanı David Cameron, 2015 seçimleri arifesinde İngiliz seçmenini kışkırtmaya karar verdi. Cameron, Liberal Parti’yle koalisyon yaparak İngiliz seçmenine seçimleri kazanması halinde halka İngiltere’nin Avrupa Birliği’nde (AB) kalması ya da AB’den ayrılması için referandum yapma sözü verdi. Cameron, 2015 seçimlerinde bu vaat sayesinde beklenmedik bir çoğunluk elde etti ve ardından AB ile müzakerelere başladı. Cameron, AB’de kalmaya yönelik referandumda başarılı olmak için bir dizi tavizler verdi. Daha önce de İskoçya’nın Birleşik Krallık’ta kalmaya devam etmesi için bir referandum yapılmış ve Cameron, bu referandumda başarılı olmuştu. İngiliz seçmen, 2016 yazında referanduma giderek zayıf bir çoğunlukla AB’den ayrılmaya karar verdi. Cameron’un hesabı, çarşıya uymadı. Cameron, bu başarısızlıktan dolayı siyaset sahnesinden çekilerek alanı yeni Başbakan Theresa May’e bıraktı. May, Temmuz 2016’dan (yönetime geçtiği tarih) bu yana krizlerle yüzleşiyor. Kriz, henüz bitmedi. May, bir dizi girişimlerin ardından Avrupalılarla anlaşmaya vardı. Muhafazakâr Parti’nin büyük bir kesiminin yanı sıra İngiliz Parlamentosu’ndaki birçok milletvekili bu anlaşmaya karşı çıkıyor. Bugün, İngiltere hükümetinin önünde istifa etmek, yeni seçim yapmak ya da AB’den anlaşma yapmadan çıkmak gibi seçenekler bulunuyor. Tüm bu olasılıklar, ekonomide beklenen kayıplar hariç İngiliz halkının başını ağrıtıyor. Seçim sandıklarının toplumun genel çıkarlarına hizmet etmemesi, büyük bir sorundur. Pek çok uzmana göre İngiltere, AB’den ayrılması halinde birçok avantajı kaybedecek ve İngiliz ekonomisi de önemli yapısal bozulmalara maruz kalacak. Bu ekonomik bozulma, İngiltere’nin üçüncü dünya ülkelerinin seviyesine gerilemesine yol açabilir. Yani sosyal, insani ve küresel boyutuyla liberal demokrasi,  halkı razı eden ‘halkçılığa’ dönüşerek ve yüksek çıkarları göz ardı ederek gücünü kaybedecek. Burada ‘halkı razı etmek’ söylemi, halkın geleceğini feda etmek, ötekini kabul etmede liberal demokrasinin ilkelerini terk etmek, insan haklarına, seyahat ve çalışma hakkına saygı göstermek karşılığında politikacıların koltuklarında kalmaya devam etmesini ifade etmektedir. İtalya Başbakanı Giuseppe Conte, İngiliz modelinin takip edilebileceğini düşünüyor. Conte, Avrupa Birliği’nin başkenti Brüksel’de alınan bazı merkezi kararlara direniyor. Çünkü bu kararlar, İtalya bütçesinin deşifre edilmesine yönelik bir meydan okumadır. Conte, müttefikleriyle birlikte İtalya’da uzun vadeli ekonomik iyileşme noktasında halkı ikna etmek istiyor. Liberal demokrasi mekanizmasının, bu mekanizmayı tasarlayanların kabul ettiği ideal fikirlere karşı yeniden faaliyete geçtiğini görüyoruz. Bu sorun, Macaristan’da büyük bir şekilde patlak veriyor. Geçmişte Macaristan, Mohaç Savaşı’nın ardından Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetine girdi.  16. yüzyılın ilk çeyreğinde Macar Krallığı yıkılana kadar bu savaş, kötü bir talih karşısında, “Mohaç yenilgisinden daha kötü!” şeklinde söylenen bir darb-ı mesele dönüştü. Macaristan Başbakanı Viktor Orban, ülkesinden geçen göçle ilgili, “Macaristan, İslam işgaline maruz kalıyor” dedi. Orban, sadece göç geçişini ifade etmek için ‘işgal’ sözcüğünü kullandı. Orban, Nisan 2018’de partisini üçüncü kez yeniden tercih eden seçmenlerin oylarını almak için bu söylemi dile getirdi. Macaristan’da ötekini reddeden bir duygu gelişti. Hatta Semitizm’e karşı sloganlar ortaya çıktı. CNN Muhabiri Christiane Amanpour, son zamanlarda yayınlanan bir röportajda, Macaristan Dışişleri Bakanı’nı protesto etti. 20. yüzyılın son çeyreğinde birçok düşünür, yeni liberalizmin son durağa ulaştığını müjdeledi. Bu müjde, sosyal adaleti, insan haklarını, eşitliği, seyahat özgürlüğünü ve kapitalizmi savunmaktadır. Batı’daki siyasi güçler, ötekinden korkmaya, globalleşmenin kötü yönlerini göstermeye ve ‘liberal olmayan demokrasi’ söyleminin arkasına gizlenmeye başladı. Zira liberal olmayan demokrasi, sosyal ve insani içerikten soyutlanmış seçim sandıklarını ifade etmektedir. Liberal olmayan demokrasi; dinamizmi, yetkinliği, kalkınmayı ve özgürlüğü pekiştirmek için değil, ırkçı devlet yönetimini sağlamlaştırmak için piyasa ekonomisine önem veriyor. Dünya; piyasa ve devlet arasında sağlam bir ilişki olduğunu düşünüyor. Siyasi yönetim ile yargı bağımsızlığı arasındaki mesafe daralıyor. Güçlü devletler, ulusal tüketicinin yararına olacak şekilde fiyatları düşürmesi için doğal kaynaklara sahip ülkelere baskı uyguluyor. Bu artan eğilim, uluslararası ilişkileri gergin hale getiriyor. Ayrıca bu eğilim, İspanya ve Fransa’da olduğu gibi devlet içerisinde sosyal yapının bozulmasına yol açıyor. Dünyanın büyük bir ekonomik krizle karşı karşıya kalması uzak bir ihtimal değil. Savaşların çıkması, bu krizin başlangıcı olabilir. Sonuç olarak liberalizm, sandık demokrasisi olmadan hayata çeki-düzen verebilir. Fakat insani liberalizm olmadan sandık demokrasisi, beşeriyeti bilinmeze götürür.

مشاركة :