Kuveyt ve Irak arasında Baba-Oğul Bush’lar

  • 12/5/2018
  • 00:00
  • 6
  • 0
  • 0
news-picture

Eski ABD Başkanı “Baba” George Bush bu dünyada geçirdiği uzun ve yoğun bir yolculuktan sonra birkaç gün önce hayatını kaybetti. İkinci Dünya Savaşı’nda savaş pilotu olarak görev yapan Bush, Pearl Harbor’da birçok kez ölümle karşı karşıya kalmış ve şans eseri hayatta kalmayı başarmış biriydi. Bu deneyim; ruhunda, bedeninde ve zihninde kalıcı bir etki bırakmıştı. Avrupa’da başlayan savaşa Winston Churchill’in kurnazlığı ve dehası ile ABD’de sürüklendi. Churchill; Adolf Hitler’in deliliğini ve paranoyaklığını demokrasiyi hayatın bir ikizi olarak gören Amerikalıların korkularını uyandıran bir tehlike çanı gibi kullanmıştı. ABD Başkanı Roosevelt; liderlik ruhuna ve karar alma cesaretine sahip, politik hesapları iyi bilen bir liderdi. Winston Churchill’de ABD ile görüşmelerinde doğru iletişim formülünü kullanmayı başarmış ve İngiltere ile ABD arasındaki köklü ilişkileri Roosevelt’i müttefiklerin safında savaşa girmeye ikna etmek için kullanmıştı. Avrupa kıtasına uzak ama Amerika kıtasına nispeten yakın olan Japonya ise savaşa Almanya’nın liderliğindeki Mihver devletler safında savaşa girmişti. Bu nedenle ABD’nin Japonya’ya karşı savaşında Bush ABD hava kuvvetlerinde savaş pilot olarak görev yapmaya başladı. Savaş uçakları ile yanan göklerde yeni bir tarihin kapıları aralanıyordu. ABD’nin zaferiyle sonuçlanan savaştan birkaç yıl sonra Bush bu kez bir başka savaşa katıldı. Sovyetler Birliği ve onun uydusu olan ülkeler ile ABD ve Batı Avrupa bloğunun oluşturduğu yeni iki kutuplu dünyada yaşanan bu yeni savaşın adı her ne kadar Soğuk Savaş olsa da aslında Soğuk Siyasetti. Bush bu dönemde, planlama ve analiz mağarası, stratejik ve taktiksel kararlar laboratuvarı olan ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı “CIA”in başına getirildi. Böylece bir başka alanda daha deneyim sahibi oldu. Çünkü CIA kapsamlı bir operasyon odası ve Soğuk Savaş döneminde yurt içinde ve dışında birçok gözü olan bir kurumdu. Soğuk Savaş psikolojik bir savaştı. Komplo teorileri yanlıları bu dönemde yaşanan birçok gelişmeyi her zaman bu çerçevede değerlendimeyi tercih ederler. Ama siyasette; ülkenin çıkarları için uyanık olmak, onu korumak ve karşı karşıya olduğu tehlikeleri savuşturmak için planlar yapmak ile komplo teorileri nerdeyse aynıdır. Çünkü basitçe söylemek gerekirse diyalektik; hayatın içinde yüzdüğü deniz ve politik, güvenlik, maddi olarak insanların üzerinde yürüdüğü zemindir. Bir zamanlar pilot ve savaşçı olan ve ABD güvenlik mağarasının başkanlığını yapan Bush daha sonra ABD’nin politik karar alıcıları arasına katılarak başkan yardımcılığına getirildi. Kısacası; filmlere konu olan bir kurumun başkanıyken dünya üzerindeki en güçlü devletinin politik liderlerinden biri oldu. O dönem ABD Başkanı olan Ronald Reagan; dünyadaki politik ve askeri çekişmenin dengelerini değiştirmiş, Batı’nın düşmanı Sovyetler Birliği’ni silahlanma yarışı ve ekonomik savaşta yenilgiye uğratmış ve değişen dünyada ülkesinin küresel liderliğini yeniden tanıtmıştı. Reagan’ın bu politikaları; omuzlarında ideoloji, ekonomik çöküntü ve siyasi tıkanıklar yükünü taşıyan Sovyetler Birliği’nin yalpalamasına neden olmuştu. İşte George Bush, İkinci Dünya Savaşı ve mayınlı sırlar mağarası CIA günlerinden kazandığı deneyimlerle tam da bu dönemde sahneye çıktı. Başkan yardımcısı olarak Beyaz Saray’ın açık ve gizli tüm bilgilerine vakıf olan Bush, dosyalarında yakın ve uzak tüm dünyanın yer aldığı bu mekanın yeni sahibi oldu. Uzun yıllara ve farklı coğrafyalardan edindiği deneyimlere dayanarak başkan yardımcılığı ofisinden Oval Ofis’e taşınmıştı. Beyaz Saray’da iken Bush bir başka savaşa daha katılmak zorunda kaldı. Ama bu kez  savaş, uzak Asya’nın bir yerinde bulunan Kuveyt’teydi. Bu savaştaki düşmanı ne Almanya’nın Führer’i ne de Japonya’nın İmparatoru değil Irak’ın lideri Saddam Hüseyin’di. Bir Arap ülkesinin başkanı, kendine komşu olan bağımsız, egemen, BM üyesi ve kendisine saldırmayan ya da saldırı hazırlığında olmayan bir ülkeye savaş açmıştı. İkinci Dünya Savaşı gazisi Başkan Bush, bu savaşta iki eski düşman Almanya ve Japonya’nın tek bir adamda yani Saddam Hüseyin’de tekrar vücut bulduklarını gördü. İkinci Dünya Savaşı’nda Hitler Çekoslavakya’ya saldırmasına rağmen İngiltere Başbakanı Arthur Chamberlain  onunla saldırmazlık antlaşması imzalamıştı. İngiltere ve Fransa Führer’in küçük bir devlet olan Çekoslavakya’yı işgal etmesi karşısında sessiz kalmışlardır . Ama Führer bu kadarla yetinmedi. Tüm Avrupa ülkeleriyle dalga geçercesine önce Avusturya’yı ilhak etti ardından Polonya’ya yöneldi. İşte o zaman hem Fransa hem de İngiltere, Nazi Almanyasına savaş ilan ettiler. Hitler’in Polonya’yı işgali gibi Saddam’ın Kuveyt’i işgal etmesi de bardağı taşıran son damla mı olmuştur? Komplo teorileri yanlıları, Saddam’ın ABD tarafından planlı bir şekilde Kuveyt’e saldırmaya teşvik edildiğine inanmaktadırlar. Doğrusu bu bana tek bir kızı olan yaşlı bir kadının hikayesini hatırlatıyor. Komşu kızlarının hepsi evlenirken bu yaşlı kadının kızı bir türlü evlenemiyormuş. Komşulardan biri kendisine: “Kızına talip olan biri var mı? diye her sorduğunda yaşlı kadın: "Yok vallahi. Zavallı kızım, galiba kendisine büyü yapılmış” diye karşlık verirmiş. Görünen o ki Hitler ve Saddam’a da “büyü” yaplımış! Hitler’e İngilizler ve Fransızlar, Saddam’a ise Amerikalılar. Hitler’in Çekoslavakya’yı işgal etmesinin ve Avusturya’yı ilhak etmesinin ardından Polonya’ya girmesi tüm Avrupa’yı işgal etmeye hazırlandığı ve İngiltere ile Fransa’ya savaş ilan ettiği anlamına geliyordu. Saddam’ın Kuveyt’i işgal etmesi de aynı anlama yani tüm Körfez’i yutmaya hazırlandığını göstermekteydi. İşte böyle bir işgal karşısında Beyaz Saray’ıneski savaşçı ve güvenlikçi, Soğuk Savaş’ın siyasi generali Reagan’ın yardımcısı olan Başkan’ı, tüm tarihi deneyimleri ve farklı savaş alanlarındaki tecrübeleriyle Saddam’a karşı savaşma ve tüm Körfez ülkelerine uzanmadan önce onu Kuveyt’ten çıkarma kararı aldı. Ama Saddam Kuveyt’ten çıkmak zorunda kalsa da yine de Irak’ın başında kaldı. Niçin fırsat varken Saddam’ı Bağdat’a kadar kovalayıp yönetimine son verilmedi? Çünkü İran’ın korkulu rüyası olarak kalması isteniyordu. “Baba” George Bush ise Bill Clinton karşısında seçimleri kaybetmesinin ardından Beyaz Saray’ı terke etmek zorunda kalsa da “Oğul” Bush’un şahsında bir kez daha Oval Ofis’e dönmeyi başardı. 11 Eylül saldırıları yarım bırakılan bir dosyanın tekrar açılmasını sağladı. Kaçırılan sivil yolcu uçakları ile Newyork’taki İkiz kulelere düzenlenen saldırı daha önce benzeri görülmemiş bir terör saldırısıydı. Bu saldırı tüm dünyayı sarstı ve Amerikalıların güvenlik haritaları ve askeri hesaplarla ilgili düşüncelerini ve okumalarını büyük oranda değiştirdi. Bu saldırının ardından “Oğul” Bush, bu saldırıyı olanlayan aklın yani El-Kaide örgütü liderliğinin bulunduğu Afganistan’a karşı kapsamlı bir savaşa girişti. Bu yeni ve korkunç terörist saldırıları olgusu, tüm dünya ülkelerinin haritalarının ve sınırlarının yeni bir bakış açısıyla ele alınmasına neden oldu. New York şoku ABD’nin küçük bir kıyameteydi. Washington’daki politik düşünme dairelerinde ve karar yapıcı kurumlarında şu soru soruluyordu: Kendisini Kuveyt’te yenilgiye uğratan ve çekilmeye zorlayan ABD’den intikam almak için Saddam, Bin Ladin’in gerçekleştirdiği saldırıdan çok daha büyük bir terör saldırısı düzenleme yoluna gidebilir mi? Dünya geçmişte uçak kaçırmalar, bombalı saldırılar ve suikastler gibi birçok terör eylemine tanıklık etmişti. Ama New York’taki ikiz kulelere düzenlenen saldırı hiçbir insanın aklına gelmeyecek türdendi. Irak’ın ABD’yi intikam almakla tehdit eden siyasi söylemi ise kendisini ABD’nin önce davranıp tehlikeyi ortadan kaldırma stratejisinin hedefi haline getirdi. Aynı olaylar ve politikalar gibi zihniyet de sonraki nesillere bırakılan bir mirastır. Bu nedenle birinci Bush Kuveyt’te savaşırken ikincisi Irak’ta savaştı. Ama ikisi de aynı hedefe yani Saddam Hüseyin’e karşı savaştı.

مشاركة :