​Stockholm ve BM kararı arasında Yemen’in geleceği

  • 12/23/2018
  • 00:00
  • 3
  • 0
  • 0
news-picture

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) son toplantısında, İsveç’te Yemen hükümeti ile Husi milislerler arasındaki görüşmelerden doğan Stockholm Anlaşmasını onaylayan ve destekleyen kararı oybirliğiyle kabul etti. Cuma günü açıklanan 2451 numaralı karar, üç referans ile 2216 numaralı BM kararının önemini vurgularken Stockholm Anlaşmasının uygulanmasını sağlamayı amaçlıyor. Yeni BMGK kararında mayınların döşenmesi, çocukların savaştırılmasının önlenmesi ve vatandaşlara hareket özgürlüğü sağlanmasının gerekliliği açık bir şekilde dile getirildi. Ki bu üç suçu da Yemen’de sadece Husiler işliyor. BMGK kararındaki en önemli nokta ise ihlalleri takip etmeleri, haftalık raporlar hazırlamaları ve bu ayın sonunda BM Genel Sekreteri’ne öneriler içeren bir rapor sunmaları için Yemen’de gözlemcilerin konuşlandırılması önerisinde bulunmasıdır. Bu ayrıntılara yer vermesiyle karar Husilere karşı baskıyı artırıyor ve geçmişte sahip oldukları manevra alanını daraltıyor. Dünyanın farklı ülkelerinde yürütülen ve başarısız olan müzakarlerle Yemen, devlet ve halk olarak BM çatısı altında ve Arap Koalisyonu’nun desteğiyle bir barış anlaşmasına varabilmek için uzun bir yol kattetti. Bu uzun sürecin sonunda taraflar esir değişimi ve  Hudeyde’den geri çekilmek gibi iki temel meselede anlaşmaya varabildi. Bu anlaşmanın uygulamada başarılı olması hem taraflar arasında güveni tesis edecek hem de Husi milislerin bu yönde bir anlaşmaya ne dereceye kadar bağlı kalabileceklerini gösterecektir. Dikkat çeken noktalardan biri de anlaşmanın aşamalarının Husilerin manevra alanlarını daraltan belirli takvimlerle sınırlandırılmış olmasıdır. Aynı şekilde Yemen’i ideolojiler ve teğmenlerle dolduran ve İran ile Katar rejimlerinin oyun sahasına dönüştüren Husilerin sonunda boyun eğmeleri ve geri adım atmayı kabul etmeleri de oldukça dikkat çekici bir noktadır. Öyle ki Husiler bir vatan ile halktan bahsetmeye bile başladı. Bu dil; birkaç yıl önce gerçekleştirdikleri o uğursuz darbeden ve tüm bu süre boyunca Yemen halkına yaptıkları işkence ve zulüm sırasında Husilerin hiç kullanmadıkları ve tanımadıkları bir dildir. Stockholm Anlaşmasından önce ve bu anlaşmaya götüren süreç sırasında direnişiyle ve Yemen ordusu ve Arap Koalisyonu, tüm cephelerde, özellikle de batı sahillerinde, Hudeyde şehrinde ve limanında, Salif ve Ras İsa limanlarında  askeri zaferlere ve büyük başarılara imza attı. Öyle ki bu bölgelerde elde edilen askeri zaferlerin ardından yenilginin yakın olduğunu anlayan Husi liderleri, bu bölgelerde savaşmaktan yorgun düşen güçlerine sağladıkları finansmanı ve silah desteğini kesti. Her geçen gün daha çok güç ve destek kaybettiklerini gören Husi liderleri, BM’nin himayesi altında imzalanan bir anlaşma aracılığıyla teslim olma kararı aldı. Çünkü böylece destekçilerini kandırmayı sürdürerek halen güçlü olduklarına ve savaşı sürdürebileceklerine inandırabileceklerini zannediyorlar. Stockholm Anlaşmasından sonraki süreçte Husilerin, BM Genel Sekreteri’nin katılımı ile imzaladıkları anlaşmaya ne dereceye kadar bağlı kalacakları yönünde büyük soru işaretleri bulunuyor. BM Yemen Özel Temsilcisi Martin Griffiths’in raporunu Güvenlik Konseyi’ne sunması, 2541 numaralı BMGK kararının alınması, başta Yemen hükümeti ve Arap Koalisyonu ülkeleri Suudi Arabistan ve BAE olmak üzere uluslararası düzeyde BM kararı ile bu anlaşmanın geniş bir memnuniyet yaratmasının ardından İran’a bağlı olan milis güçleri bu kez yükümlülüklerini yerine getirecek mi? Yoksa her zamanki gibi verdiği sözlerden geri mi dönecekler? Arap Koalisyonu Sözcüsü, Husi milislerin Stockholm Anlaşmasının ardından gerçekleştirdikleri onlarca ihlali rakamlar ve belgelerle gözler önüne serdi. Kuşkusuz bu ihlaller, Husilerin alışkın olduğumuz her zamanki tutumlarının değişmediğini gösteriyor. Çünkü Husiler, o günkü koşulların yardımıyla bir devletin başkentini ele geçirmeyi başaran, kontrol ettikleri bölgelere yıkım, ölüm, kaos ve terör getirmekten başka bir işe yaramayan düzenli bir darbeci yapılanmadan ibarettir. Arap Koalisyonu, Stockholm Anlaşmasını ve yeni BMGK kararını temkinli bir memnuniyetle karşıladı. Milisleri, düşünce şeklini, politikalarını, taktiklerini, düşmanca ittifaklarını çok iyi ve derin bir şekilde tanıyan Arap Koalisyonu’nun bu tutumu benimsemesi çok doğaldır. Çünkü bir mümin aynı yerden iki kez ısırılmaz. Ve  akıllı kimse, hiçbir zaman düşmanına  tam anlamıyla güvenmemelidir. Ayrıca Yemen’de savaşın diğer cephelerinde çatışmalar halen devam ediyor. Bu nedenle Arap Koalisyonu, Yemen’de Husilere uyguladığı kuşatmayı devam ettiriyor. Barış için atılan her adımı desteklemeye ve her ihlali şiddetli bir şekilde cezalandırmaya dayanan bir politika benimsiyor. Küçük sorunları aşmak için büyük çözümler üreten stratejik bakış açısıyla yeni Suudi Arabistan, Hadimül Haremeyn El-Şerifeyn’in girişimi ile Kızıldeniz ve Aden Körfezi Oluşumu kurulacağını açıkladı. Kızıldenizin doğu kıyısında yer alan Suudi Arabistan, Yemen ve Ürdün ile batı kıyısında yer alan Mısır, Sudan, Etiyopya, Cibuti ve Somali’yi içeren bu oluşumun temel amacı bölgede güvenliği, istikrarı ve kalkınmayı güçlendirmek. Kuzeyinden güneyine Kızıldeniz’in tamamında Suudi Arabistan’ın liderlik ettiği projelerle bu bölgede kalkınma için büyük fırsatlar bulunuyor. Bu nedenle Veliaht Prensi’n Ortadoğu’yu geleceğin “yeni Avrupa”sına dönüştürme vizyonu çerçevesinde Suudi Arabistan’ın kalkınma ve gelecek beklentilerini hayata geçirmek için ortaklara ihtiyacı var. Bu İranlı milis güçlerin sadece güç ve ideolojilere diz çöktürecek silah dilinden ve “teğmenlerini” yenebilecek, tüm cephelerde milislerin morallerini bozacak silahlı güçlerin dilinden anladığı kesinlikle doğrudur. Bu güç olmasaydı Husiler ne boyun eğer ne de bir anlaşmanın altına imza atarlardı. Bu, konu ile ilgili yapılan tüm analizlerde ve değerlendirmelerde göz önüne alınması gereken önemli bir gerçektir. Yine bu büyük tabloda dikkat edilemesi gereken iki temel başlık bulunuyor. Bunlardan ilki Suudi Arabistan Veliaht Prensi’nin açıkladığı ve Ortadoğu’da kalkınma, yapım ve geleceğin inşa edilmesi projesi olan “yeni Avrupa” projesidir. Bu proje ancak barışın sağlanması ve bölgede istikrarın yaygınlaştırılması ile gerçekleştirilebilir. İkincisi, tüm bölge ülkelerinde yıkım ve “kaos istikrarı”na dayanan İran projesidir. Bu projelerin birincisi geleceğe yönelik ve küresel normlara uygun iken ikincisi geçmişe yönelik, küresel normlara aykırı ve terörü destekleyen bir projedir. Ki Husi milisleri de tümüyle bu ikinci projeye dahildir. Yemen’de dikkat etmemiz gereken bir başka büyük tehlike daha var. O da hem yerli hem de küresel boyutu ile Müslüman Kardeşler Örgütü’dür. Çünkü bu örgüt, başta Yemen’in doğusundaki petrol zengini bölgeler olmak üzere Yemen’de gücünü ve nüfuzunu artırmaya çalışıyor. BMGK kararının ardından Fransanın Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi François Delattre de yaptığı açıklama ile bu konuya değindi. Delattre açıklamasında şunları söyledi: “Fransa, Müslüman Kardeşler’e bağlı Yemenli terör örgütlerinin Yemen’in batısındaki Hudeyde şehriyle ilgili ulaşılan barış anlaşmasını Yemen’in doğusundaki Hadramut ve Şebve’de bulunan petrol kaynaklarını ele geçirmek için kullanmasından endişe duyuyor.” Dünyanın tamamı Yemen’in batısı, Hudeyde ve Yemen’in Kızıldeniz’e kıyısı olan limanlarına odaklanmışken Yemen’in doğusunda kesinlikle endişe verici gelişmeler yaşanıyor. Genel olarak da bu gelişmeler; Yemen devleti ve Arap Koalisyonu karşıtıdır. Ayrıca Yemen’in geleceğinde uzun süre devam etmesi istenen gerilim hatları oluşturmayı da amaçlamaktadır. Yemen’in geleceğine karar verecek olanlar sadece ve sadece Yemen devleti ve halkıdır. Dolayısıyla Yemen’in tekrar kendi devletine ve halkına dönmesi ve istikrarın sağlanması için bu yönde baskı yapan bazı geçici çözümlere göz yumulabilir.

مشاركة :