Yeni ‘İdeolojisiz Soğuk Savaş’

  • 1/27/2019
  • 00:00
  • 1
  • 0
  • 0
news-picture

Suriye’den Venezuela’ya kadar, güç gösterileri, parmak göstermeler, şantaj ve karşı şantajlar artıyor. Bunun bir tarafında Batı ülkeleri yer alırken diğer tarafında Rusya ve Çin yer alıyor. Bu, 20. Yüzyılda 60’lı ve 70’li yıllar boyunca dünyaya hâkim olan siyasi atmosferi ve Doğu ve Batı arasındaki "soğuk savaşı",  hatırlatan bir sahnedir. Bu savaşın harareti sadece, Vietnam Savaşının sonunda Richard Nixon ve Henry Kissinger’in Pekin’le başlattığı Amerikan-Çin “Masa Tenisi” diplomasisi esnasında azalmıştı. Daha sonra, 1980lerde, Mihail Gorbaçov ve Boris Yeltsin dönemlerinde Sovyetler Birliğinin kademeli çöküşüyle soğuk savaş sona ermiş oldu. İdeolojik olarak bölünmüş komünist bloğa Pekin üzerinden Amerikan nüfuzu, geçen yüzyılın son üçte birinde denklemlerin çoğunu değiştiren bir "dönüm noktası" idi. Bu nüfuzun etkileri Washington’un Siyasal İslam kartını kullanmasıyla daha arttı. İran’daki Humeyni Devrimi konusunda sessiz kalması (muhtemelen memnun kalması) ve Afganistan’ı Moskova için bir bataklığa dönüştürmesi Sovyetler Birliği’ni kuşatma politikasının bir parçasıydı. Dolayısıyla, Washington’un Çin Hindi bölgesindeki savaşlarda (Vietnam, Laos ve Kamboçya) aldığı yenilgilerin intikamı bu şekilde alınmış oldu. Bu küresel çatışmada yani Soğuk Savaş veya Doğu-Batı çatışmasında, -o dönemi görmüş ve yaşanan hadiselere benim gibi tanıklık etmiş kişiler çok iyi hatırlarlar-  bazı idealler ve ahlaki gerekçeler ortaya kondu ve daha sonra bunlar yıllar boyunca elverişli bir yakıta dönüştürüldü. Belki de o günlerde bu idealler ve ahlaki gerekçelerin haklı bir tarafı vardı. Zira Washington’ın özgürlük ve insan hakları şeklinde dillendirilen idealleri o dönemde, Başkan Woodrow Wilson’un Birinci Dünya Savaşı’nın sonundaki “ilkelerini” yansıtıyordu. Belki de Eski Sovyetler Birliğinin idealleri de o dönem doğruydu. Adalet çağrısının, adaletsizlik ve sınıf sömürüsüne karşı mücadelesinin haklı gerekçeleri vardı. Çatışmaya taraf olanların, savundukları ve uğruna savaştıkları idealler konusunda –en azından belirli bir dönemde- samimi olduklarına inanıyorum. Ancak daha sonra küresel çatışmalar, “iki imparatorluk” arasındaki çıkar çatışmalarına dönüştü. İnsanların acıları istismar edilmeye başlandı. Savundukları idealler her iki tarafı da ilgilendirmez hale geldi. Birkaç gün önce Venezuela’daki Nicholas Maduro rejimine karşı, demokrasiyi rafa kaldırdığı, halklarının haklarını ihlal ettiği bahanesiyle savaş açan ABD’nin, Soğuk Savaş dönemindeki darbeleri ve bazı askeri diktatörlükleri desteklediği çok iyi biliniyor. Hollywood bu sahneyi cesaret ve samimiyetle belgeleyenlerden biriydi. 1982 yılında en çok dikkat çeken filmlerden biri de Misssing/Kayıp’tır. Jack Lemmon ve Sissy Spacek’ın başrol oydadığı Film, cuntacı General Pinochetnin yönetimi altındaki Şilide genç bir Amerikalının kayboluşunu anlatır. Şimdilerde Maduro’nun sol yönetimini çeşitli yollarla savunmak için veto kartını kullanan Rus liderliğinin sol ya da sosyalizmle hiçbir ilgisi kalmamıştır. Ayrıca bugün Venezuela halkının Amerikan kuşatmasına maruz kaldığını söyleyerek ağlayan Rusya,  Suriye halkının intifadasını sona erdirmek, Suriyenin egemenliğini ihlal etmek, Arap devletlerinin rejim ile normalleşmesi sağlamak için askeri müdahale başta olmak üzere her türlü aracı kullandı ve kullanmaya da devam ediyor. Daha da acı gerçek şu ki, halkın çektiği acılar, hesaplaşmanın ve güç dengesini yeniden düzenlemenin bahanesi haline geldi. Bu fakir halkın ne çektiğini görmezden geliyorlar. Evet, ABD’nin kendi arka bahçesi olarak gördüğü Venezuelada, Washington, ABD’nin ticari çıkarlarını gözeten zengin ve burjuva sınıflarına karşı Hugo Chavez’in “solcu” devriminin başarısından memnun değildi. Tabii ki Washington, Chavezi ve ardından Maduroyu devirmek için birçok hamle yaptı. Hiç şüphe yok ki, -hatta Donald Trump gibi sağcı bir Başkan yönetimi devralmadan önce- tüm Latin Amerika ülkelerinin sol kanat yerine Arjantin, Kolombiya ve Brezilya gibi aşırı sağ kanadı takip etmeleri tercih edildi. Hatta Meksika’daki gibi ılımlı bir sol kanat dahi istenmedi.  Ancak, Venezuela halkı baskıcı otoriter politikalardan şikâyet etme hakkına sahipti. Zira mevcut rejim, Liberal sloganlar yükselterek, doğrudan ve dolaylı yabancı müdahalelere karşı kamuoyunu harekete geçirerek günlük acıları, ekonominin çöküşünü ve sınıfsal uçurumun daha da artmasını, siyasi ve politik bölünmeleri unutturabileceği zehabına kapıldı. Maduronun baskıcı ve saplantılara dayalı yönetimi, Venezuela muhalefetini şeytanlaştırdı. Onları düşmanlaştırmasına veya şeytanlaştırmasına gerek yoktu. Zira Mevcut rejimin bütün muhalifleri sağ kanattan veya Amerikan ve İsrail yanlısı değil, merkez solu temsil eden partiler de var. Mevcut rejim ihtiyatlı ve basiretli olsaydı, bu siyasi yelpazeyi kendi tarafına çekebilirdi ve böylece darbe yapmak isteyen grupları daha kolay etkisiz hale getirebilirdi. Belki de Maduronun saplantılı olmasının en açık delili –popülaritesi güçlü olsa da- Ortadoğudaki Tahran-Şam eksenine olan coşkulu desteğidir. Suriyeliler baskıdan, öldürülmekten ve yerinden edilmekten acı çekerken, Tahran rejimi, muhaliflerini hapis ve idamla cezalandırırken ve bu rejim kendi kurduğu milisleri aracılığıyla komşu devletlerin kurumlarını tahrip ederken bu şekilde bir destekte bulunması ne kadar saplantılı bir yönetim tarzına sahip olduğunu açıkça göstermektedir. Bu arada Moskova, Washington’un yeniden kendi arka bahçesini Venezuela’yı inşa etme hamlesini fırsat görüp Ortadoğu’da kendi özel arka bahçesini inşa etmek istiyor. İranla ve şartlar uyarsa Türkiye’yle uzlaşarak bunu gerçekleştirmek istiyor. Moskova, Güney Amerikanın en büyük iki ülkesi olan Brezilya ve Arjantin’de, Venezuela’nın “komşusu” olan Kolombiya’da aşrı sağcı liderler yönetimde olmasaydı, Washington’ın Venezuela yönetimine karşı doğrudan müdahale etmesinin mümkün olamayacağını çok iyi biliyordu. Rus liderliği, “Saldırı en iyi savunma aracıdır” prensibinden yola çıkarak Ortadoğu’daki etkisini pekiştirmek için Amerikan’ın Batı’daki bu meşguliyetinden faydalanmak istiyor. Bu nedenle, Kremlin -şartlar elverdiği ölçüde- Ortadoğu ve Kuzey Afrikadaki eski Sovyet nüfuzunu yeniden kazanmak için çabalarını artırmış durumdadır. Esed rejiminin tanınması, bu çabalarının merkezinde yer alıyor. Aynı zamanda Arap olmayan "bölgesel üçlü" ile yani İsrail, İran ve Türkiye ile ilişkilerini düzene koymak istiyor. Bunu gerçekleştirmek için yeri geldiğinde güç de kullanıyor. Bugün, Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi Washington ve Moskovanın yarattığı iki kutuplu dünyaya geri dönüşü yaşıyoruz. Ama bu sefer ideolojiler, idealler ve kuruntular yok!

مشاركة :