Şam ve Tahran rejimlerinin yakınlaşması

  • 2/22/2019
  • 00:00
  • 4
  • 0
  • 0
news-picture

80’li ve 90’lı yıllarda Suriye rejiminin politikasından mustarip olan veya memnun kalmayan önemli ülkeler arasında yaygın olan bir bahis vardı. İçerik, bölgeye yönelik ama özellikle Lübnan ve Filistin’deki vesayetçi müdahaleleri ile içeride uyguladığı baskıcı politikalara karşı keskin eleştiriler yöneltilmemesi. Amaç ise Sovyet yönetimi ile olan ilişkisini koparmak yâda onu, onun politikalarına daha fazla itmemekti. Bu bahis, o zaman başarısız olmuştu zira Şam rejimi, Kremlin ile olan beraberliğinden bir adım bile geri atmamakla kalmayıp hem alay etmek hem de esnek durumlardan daha fazla faydalanabilmek için Sovyetler Birliği ile stratejik dostluk anlaşması olarak bilinen şeyi imzalamaya daha da meyletti. Daha sonra 2000’li yılların başında Hafız Esed’in ölümünden sonra yeni yönetim ekibini İran rejiminden uzak tutmak amacıyla Fransa liderliğinde başlatılan Avrupalı girişimlere şahit olduk. Bu girişimler kapsamında ona bir esneklik sağlayıp Şam baharının sembol isimlerine karşı yapılan tutuklamalara göz yumarak Avrupa Birliği (AB) ile bir ortaklık gerçekleştirmeye onu teşvik etmek için kayda değer tavizlerde bulundular. Ancak bu teşebbüsler çok geçmeden çıkmaz sokağa girdi ve bu duruma Tahran ile işbirliği içerisinde olan Şam yönetimine yönelik bölgesel bir gerilim eşlik etti ki bu gerilimin en belirgin yadigârı Lübnan’daki Refik Hariri suikastı oldu. Ve bugün, rejim Suriyelileri perişan ederek hayatları ile hayallerini yıktıktan sonra iktidarda kalmaya devam etti ve ülkeyi müttefik güçlere peşkeş çekti. Böylece müttefiki İran rejiminden uzaklaşarak kendileri ile iyi ilişki kurmaya çağırıldığı aynı nağme, farklı tonda da olsa yeniden çalınmaya başladı. Müttefiki ile aralarındaki sıkı tarihsel bağların sökülmesi ümit edildi ancak özellikle zorluk ve sıkıntı zamanlarında güçlenerek devam etti. Evet, İran, Sovyetler Birliği değil; Baasçı Suriye rejiminin sosyalist kökleri, Sovyetler ile ilişkiyi güçlendiren yardımcı bir unsurdu. Tahran rejiminin gücünü aldığı yaşam tarzı ile Şam hükümetinin iktidarını güvence altına almak için Suriye azınlıkları ve çoğulcu toplumu ile cilveleşmek zorunda olması arasında bir mesafenin olduğu da doğru. Ancak kanlı savaşın üzerinden seneler geçtikten sonra Suriye’deki mezhep boyutu rahatsız edici bir seviyeye ulaştı ve bu farkları artık önemsiz hale getirdi. Şam ile Tahran’ın İslamcı yaklaşımı arasındaki ideolojik ahenk, çeşitli şekillerde varlık gösterir oldu. Gerek tıpkı Yemen’de Husiler için yapıldığı gibi Aleviler ile Şiiler arasında tarihî bir uzlaşmanın var olduğunu ve bu ikisinin aslında aynı kökten geldiğini söyleyerek ve gerekse Şia mezhebinin ilkelerini ülkede alışıldık ve yaygın bir olgu haline getirmek adına Şiiliğin seferber olması için düzenli olarak genişleyen bir boşluk yaratarak. Buna Şii medreselerinin ve hayır kurumlarının büyümesi ile İran rejimi ile imzalanan aşağılık iktidar anlaşmalarının artmasını da ekleyelim ki bu ikincisi, Suriye’nin eğitim sektörü de dâhil olmak üzere sosyal ve ekonomik bileşenlerine sirayet etti. Aynı şekilde Lübnan Hizbullahı’nın Suriye halkının Filistin meselesine karşı bilinen milli duyarlılığını kullanarak İsrail karşıtı propaganda ve sloganları ile oynadığı rolü de hesaba katalım. Suriye ve İran rejimlerinin güçlendirmeye ve parçalanmasının önünü almaya çalıştığı ideolojik bağlantılara da değinebiliriz. Şununla birlikte tablo, daha da netleşebilir, Sovyetler Birliği zamanında Suriye rejimi, silahlarla dolu askerî bir alet ile şiddet ve teröre batmış bir emniyet teşkilatına dayalı göreceli bir güç iken bugün en zayıf halini yaşıyor, kendisini destekleyen veya devamlılığını sağlayan taraflara fazlasıyla bağımlı hale gelmiş. Bu durum onun bağımsız konumuna güvenmeyi zorlaştırıyor. Ne zaman artık kendi kararını kendi veremeyen zayıf bir iktidara, insanlığa karşı açıktan açığa suç işleyen bir caniye ve sorguya çekilmesinin mümkün olduğu bir andan itibaren kendini işin içinden sıyırmak için inkârcı davranan İranlı müttefikinden daha vefalısını arayan bir unsura dönüştü? Buna karşılık bazıları, Şam’ın Tahran’dan uzaklaştırılması yönündeki bahislerine, birtakım çıkarların varlığından ötürü Rusya’nın ağırlığını ya da yakın zamanda gerçekleşen Varşova Konferansı’nda görüldüğü üzere İran ile uluslararası toplum arasında daha belirgin hale gelen düşmanlık halini dayanak gösteriyor. Ancak bu, iki etkeni dayanak gösterme konusunda büyük bir abartı. Bu dayanağı abartılı kılan yalnızca Rusya’nın bölgenin birçok yerinde etkinlik kurmak adına çekişme kartlarını güçlendirmek ve dünyadaki gerilim yataklarını ısındırmak için İranlı müttefiki görevlendirmekle çıkar sağlayacak olması değil, asıl sebep, İran milislerinin Suriye’de meydanları ele geçirmiş ve bu toprakları yönetme konusunda güçlü becerilere sahip olmasıdır. Hâlihazırda ülkenin dört bir yanına yayılmış onlarca askerî üs bulunuyor. Daha da önemlisi Tahran, Batılı güçlerin kendisi ile herhangi bir askeri karşılaşmadan kaçındığının ve ABD’nin silahlı güçlerini özellikle Ortadoğu’daki gerginlik kuyularından çekmeye meyilli olduğunun farkında. Aynı şekilde her ne kadar onun Suriye’deki rolünü ve varlığını zayıflatmak için yükselse de İsrail’in İran’ın bölgede takip ettiği mezhep pazarlığından en çok faydalanan taraf olduğunu da biliyor. Böylece Suriye toplumları tahrip edilerek gelişme ve bağımsızlık dirençleri kırılmış oluyor. İşleri daha da karmaşık hale getiren şey, İran rejiminin Suriye halkasına güçlü bir şekilde tutunduğu ve bırakmamak için çeşitli ölümcül aletlerini kullanmaya hazır olduğu gerçeğinin herkes için aşikâr oluşudur. İran yalnızca bu uğurda çok fazla can ve mal kaybı verdiği için bu halkaya tutunmuyor, aynı zamanda kayıplarına Lübnan ve Irak’tan başlayıp Yemen’e kadar bölgedeki etkinliğinin daralması sonucunun eklenmesinden de korkuyor. Kendi ayrıcalıklarını ve iktidarlarını korumak için şiddet ve bozgunculuk gibi aletleri kullanmadaki ortak yaklaşımları, İran ve Suriye rejimleri arasındaki beraberliği bozma girişimlerini boşa çıkaran şeylerden biri olabilir. Hangi düzeyde olursa olsun yıkıcı faaliyetleri ile cani rollerinin ortaya çıkmasına katkı sağlayacak olduğunu bildikleri için Suriye’de herhangi bir siyasi çözüme karşı çıkarken de aynı tavra tutunuyorlar. Üstelik krizlerini aşmak için ileriye kaçma politikası takip etmede de derin bir uyum içerisindeler. Suriye rejimi büyüyen sorunlarını çözme konusunda nasıl halkına yönelik baskıcı ve aşağılayıcı politikalarını artırıyorsa Tahran rejimi de ekonomik ve sosyal durumun gerilediği ve ABD yaptırımlarının şiddetlendiği bir zamanda güç ve üstünlük yaklaşımına sığınmak ve Suriye’deki müttefiklerini korumak için en çirkin baskı araçlarını kullanmakta tereddüt etmiyor. Şam’ın da hedefi, İran’ın muhtaç ve aç halkının yolsuzluk, Suriye savaşına müdahale edilmesi ve Lübnan, Irak, Filistin ve Yemen’de askeri müdahalelerin finanse edilmesi gibi sebeplerle artan protestolarını bastırmak.

مشاركة :