Allah’a hamdolsun, 50’li yılların ikinci yarısındaki Cezayir’deki mücadelenin dönüm noktalarını hatırlayabiliyorum. İlkokul aşamasında küçük bir çocuktum. Babam, dedem ve erkek kardeşimle beraber evdeki radyodan Cezayirdeki en son gelişmeleri takip ederdik ve ertesi sabah devrimi desteklemek için gösterilerde yürürdük. Ezgiler söyler, bağışta bulunur ve hayaller kurardık. 1956 sonbaharında, Fransız savaş uçaklarının, bağımsızlık hareketi önderlerinden Ahmed bin Belle, Muhammed Budiaf, Hüseyin Ayet Ahmed ve Muhammed Haydar’ı taşıyan Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi (FLN) delegasyonunun uçağını kaçırıp hepsini tutukladıklarını hatırlıyorum. Ve biz büyüdük... Yaşayan veya ölmüş, serbest kalan veya mahkûm olan bağımsızlık hareketi kahramanlarından ve "milyon devrim"in kurbanlarından çok etkilendik. Sözlerini Müfdi Zekeriyanın yazdığı Cezayir milli marşını dahi ezberlemiştik, ne diyordu marş; “Yıkıp geçen yıldırıma kasem ederiz Cömertçe feda edilen kanların akışına kasem ederiz…" Mısırlı müzisyen merhum Muhammed Fevzi tarafından tekrar düzenlenen ve bestelen marş, Cezayir’in bağımsızlık mücadelesini anlatmaktadır. Devrim, diğer tüm devrimler gibi başarılı oldu. Hatalar yapıldığı gibi isabetli işler de yapıldı. Ancak bu zafer Arap hülyasına olağanüstü bir ivme kazandırdı. Bütün kusurlarına rağmen, son yıllarında eski klasik sömürge dönemini yaşayan Arap bölgesi ve Afrika kıtasındaki tüm mücadeleler için emsal teşkil etti, umut aşıladı ve direniş hareketleri için benzeri görülmemiş bir "meşruiyet" kaynağı oldu. Yıllar geçti, direnişçiler anlaşmazlığa düştüler ve bölündüler. Büyük ve küçük bazı çelişkiler belirdi, ortak düşman kavramı öne çıkmaya başladı. Uzun bir süre şehitlerin kanı ile ayakta kalmış bu ülkede derin çatlaklar ortaya çıkmaya başladı. 1965te askeri cepheden Albay Huari Bumedyen siyaset adamı Ben Bellayı kansız bir darbe ile devirerek iktidarı ele geçirdi. Bu, Cezayir’in devrim devletinden politika gerçekliğine geçişinin ilk göstergesi oldu. Huari Bumedyen’in ekibinden kısa boylu, zeki ve genç bir adam vardı, Abdulaziz Buteflika… Adını ilk kez Ben Bella döneminin başında yani 1962de Gençlik ve Spor Bakanı olarak atandığı zaman duymuştum. Kısa bir sürede ‘Buteflikacılık’ olarak isimlendirebileceğimiz bir yaklaşım oluşturdu. Cezayir-Fas sınır bölgesinin evladı olmayı başardı. Arap ve uluslararası düzeylerde Cezayir diplomasisinin yüzü haline geldi. 1965ten beri Dışişleri Bakanlığının yerinde duramayan bir “dinamosu” oldu. Cezayiri arabulucu bir konuma getirdi. Özellikle Bolivyanın 1967 yılında Washington’ın isteklerine cevap olarak başta Ernesto "Che" Guevara olmak üzere Bolivya gerillalarının tasfiyesinden sonra eski parlak dönemlerini yitirmiş olsalar da devrimlerin ve devrimcilerin yaşayan bir vicdanı olmayı başardı. Huari Bumedyen 13 yıldan fazla bir süre "Cezayirin güçlü hükümdarı" olabilmeyi başardıktan sonra, 1978de ölümü ile beraber devlet, “militar” bir döneme girmiş oldu. Bumedyen her ne kadar asker kökenli olsa da sivil yüzü ve bürokratik yetenekleri öne çıkmış bir devlet adamıydı. Bumedyen’in ölümünün ardından Şazeli bin Cedid iktidara geldiğinde, tarihi meşruiyet yavaş yavaş yok olmaya, zorluklar birikmeye, dini, etnik ve bölgesel radikal eğilimler ortaya çıkmaya başladı. Ekonomik gelişmelere yolsuzluk ve politik engellemeler eşlik etmeye başladı. Devrimin meşruiyetine sığınma döneminden kaçışlar başlayınca, devleti inşa etme ve olgunlaştırma zamanı geldi. Batı yanlısı olanlar, ayrılıkçılar, laikler ve "sivil devlet"in savunucuları seslerini, bütün toplumlarda olduğu gibi daha gür çıkarmaya başladılar. "İslamcılar" da bunlarla mücadele etmek için bir bahane bulmuş oldular. Bu türden hadiseler her toplumda yaşanabilir. Ancak çeyrek asır süren bir mücadeleden sonra bağımsızlık kazanan Cezayir toplumu, bu süreçleri biraz sıra dışı yaşadı. Her şey radikal bir eğilim kazanmaya başlamıştı. Batı yanlısı olanlar, ayrılıkçılar, laikler ve pek tabii ki İslamcılar radikal bir tutum benimsemeye başlamışlardı. Radikalizmin neden olduğu keskin kutuplaşma karşısında rejim, ordusu ve politikacılarıyla toplumu bu durumdan kurtaracak bir güvenlik ağı inşa edemedi. Kanlı ayaklanmalar ve azan terörizm arasında bile, her zaman kibir ve inkârcı politikalar hâkim oldu. "Devrimci meşruiyet"e de dönüş sağlanamadı, çünkü ne kendisini ne de söylemini yenileyebildi. Sebepsiz yere suçlamaktan kaçınmak ve haksızlık yapmamak için burada hemen şunu söylemek isterim; Arap dünyasında "Cezayir’in durumu" kesinlikle istisnai bir durum değildir. Aslen, burada yaşananların bir benzeri Suriye’de ve başka yerlerde de yaşanıyor. En zengin Arap ülkelerinden biri olan ve hatta Asya ve Afrikanın en zengin ülkesi olan Cezayir’i siyasi çıkmaza sürükleyen sıkıntıların bileşenlerinin birçoğunu Suriye de taşıyor. İnatçı iç çekişmeler, reformun reddedilmesi, hatalardan ders çıkarmama, siyasilerin kendilerine abartılı roller biçmesi, devlet kurumlarının sistematik olarak tahrip edilmesi ve kendilerini koruyamayan zayıf bir toplumu koruma bahanesiyle ülkeyi güvenlik cehennemine dönüştürme… Bütün bunlar, Suriye ve Cezayir arasındaki müşterek afetlerdir. Suriye’de, bölgesel ve objektif şartların baskısı nedeniyle, barışçıl halk protestoları iç savaşa dönüştü... Rejim en başta bilerek geri durmak istedi, çünkü mezhepsel mücadelenin ve dış korumanın son çare olduğunu biliyordu. Ancak bu koşullar Cezayirde şu anda mevcut değil, bu yüzden son derece kaygan Suriye senaryosuna girmemek için hala bir şans var. Suriyede rejim ve destekçileri, hegemonik ve jeo-politik hedefleri olan ve bölgesel bir güç haline gelen İran’ın ve Soğuk Savaş’taki yenilgisinin intikamını almak, Sovyetler Birliği’nin nüfuz alanlarını yeniden toparlamak ve küresel bir güç haline gelmek isteyen Rusya’nın doğrudan desteği sayesinde ilk turu kazandı. 1973 sonbaharında Suriye topraklarının bir kısmını kendisine ilhak eden ve diğer bir bölgesel güç olan İsrail’in dolaylı desteğini de unutmamak gerekir. Ayrıca, bedeli ne olursa olsun İran’la anlaşma yapma takıntısı olan eski ABD yönetimi de benzer bir destekte bulunmuş oldu. Bu koşullar, iç tehdidin bölgesel hesaplardan daha büyük olduğu Cezayir için geçerli değildir. Gerçi geçtiğimiz yıllarda Irak ve Suriyede demografik değişikliklerin yaşanmasına neden olan DEAŞ, sahil bölgesine ve Sahra’ya ulaşmış durumda. Sonra "DEAŞ"ın bir kısmı, yaşanan bu elim durumdan önce de aktif olduğu Libyaya taşındı. Cezayirin doğuda Libya ile uzun sınırları var. Güney sınırları Nijer, Mali ve Moritanya ile olan sınırlarından daha uzun. Önümüzdeki saatler ve günler Cezayirin geleceği için çok kritiktir. Kısacası mantık, kibri ve inkârcı politikaları sona erdirecek pratik adımlar atmanın zamanının geldiğini söylüyor. Şayet bu adımlar atılmazsa, ülke meçhul bir geleceğe sürüklenecektir.
مشاركة :