Toplumsal bir fenomen olarak ideolojik dini söylem

  • 3/6/2019
  • 00:00
  • 1
  • 0
  • 0
news-picture

Bu makalenin amacı, din ile dini fenomen arasındaki, yani şahsi inanç ile toplumsal gelenek arasındaki farkı açıklamak. Bu yüzden bireysel dindarlık ile onun Kolektif karşılığı arasında ayrım yaparak başlıyoruz. Din, özünde birey ile onu yaratan rabbi arasındaki ilişkidir, hiçbir şey bu ilişkiye müdahale edemez. Dinin bireysel kabulü birçok dış etkenden etkilenir. Fakat nihayetinde bu kabullenme, bireyin bilinçli iradesine bağlıdır. Yeni yükümlülüklerini bu bilinçle yerine getirir ve devamlılığı sağlar. Bu anlamda inanç, özünde, başında ve devamında bireysel bir eylemdir. Kolektif dindarlık ise dinin genel görünümüdür, yani tüm inananlar arasındaki ortak alandır. Ortak alan, nitelikli bir insani ilişkiler modeli oluşturur. Bu model içeriği veya görünümü ile dini semboller şeklinde ortaya çıkar. Örneğin, gazetecilik faaliyeti, hutbeler ve okullar gibi kültürel alışveriş modelleri oluşur. Din artık bütün bu faaliyetlerin ana teması haline gelir ve bu dinin mensupları artık belli sorumluluklar yüklenmiş olurlar. Dini kitap basmak, seccade üretmek, hac ve Umre turları düzenlemek gibi dini hayata hizmet eden ticari ürünler kendiliğinden ortaya çıkmış olur. Ayrıca, din dilinin hâkim olduğu toplantılar, seminerler, kutlamalar ve folklorik faaliyetler düzenlenir. Dindarlığa işaret eden elbiseler ve takılar (takke, cübbe, başörtüsü vb.) kolektif dindarlıkta genel bir görünüm oluşturur. Kısacası, kolektif dindarlık, maddi bir çerçeve oluşturur, dışa dönük tezahürleri vardır. Bu tezahürleri gören kişi o toplumun genel yapısı hakkında bir kanaat edinir. Din kaynaklı değerler silsilesinin, toplumun genel yapısı ve fertlerin davranışları üzerinde etkili olup olmadığı bu tezahürler üzerinden ölçülür. Bu ritüellere katılanlar muttaki müminler olabileceği gibi ve tamamen inançsız kişiler de olabilir. Fakat hepsi davranışsal bir model ve genel bir yaşam tarzı paylaşır. Bu da bir tür kolektif tutum oluşturur. Bizler bazen bunu “toplumsal çıkar çerçevesi” olarak adlandırırız. Bu niteleme, çoğunluğu dinin öğretilerine bağlı olan bütün muhafazakâr toplumlar için geçerlidir. Müslüman topluluklar bu konuda Hıristiyan, Budist veya diğerlerinden farklı değildir. Bu, yalnızca insanların kendi dini inançlarını toplumsal tezahürlerinden soyutladıklarında değiştirilebilecek yerleşik bir gelenektir. Mesela bir Müslüman, Hristiyanların ağırlıklı yaşadığı bir şehirde yaşarsa veya tam tersi bir durum olursa söz konusu gelenek tezahür etmeyebilir. Dindarlığın sosyal tezahürü belli durumlarda azalırken, başka durumlarda artabilir. Bu tezahürler bazen öyle genişler ve artar ki -genellikle bu türden gelişmeler, dini ilişkiler çerçevesi dışında gerçekleşirdi- yaşam ve toplumsal alanların tamamına hâkim olmaya başlar. Bu durumda, kolektif dindarlık ideolojik dini söyleme dönüşür. Arap toplumu geçen yüzyılın sonlarında bu tür bir dönüşüme tanık oldu ve İslami uyanış olarak tanımlandı. Bu dönüşüm toplumsal bir fenomendir. Toplumun kendi iç dinamiklerinden kaynaklanabildiği gibi dış etkenler de etkili olabilir. Bu etkilerin dinle doğrudan bir ilişkisi yoktur. Başka bir deyişle, ideolojik dini söylem, din kisvesi giymiş ve din dilini kullanan, tarihi arka planı olan toplumsal harekettir. Bir yandan dine hizmet ederken, diğer yandan da dini kullanmıştır. Bu, -tam olarak tanımlamak gerekirse- belirli bir zamanda toplumsal bir ihtiyaçtan dolayı ortaya çıkmış bir fenomendir. Diğer toplumsal fenomenler gibi, ideolojik dini söylemden de yeni eylem mekanizmaları ve araçlar üretildi. Değerlerin ve önceliklerin yeniden düzenlenmesine ve buna bağlı olarak toplum üyeleri arasındaki ilişkilere katkıda bulundu. Örneğin, dindarlık rahatlıkla tercih edilebilen bir olguya dönüştü. Etkileri servet, ilim ve akrabalık ilişkilerine kadar uzandı. Bu fenomen bağlamında din, en başta dini tebliği eden ile muhatapları arasında olmak üzere toplumsal taraflar arasında arabuluculuk rolünü oynuyordu. Din tahakküm aracı değildi. Dinden bahsetmek bu yüzden en tatlı bir uğraş olmuştu. Yeryüzünde dinden daha etkili ve tesirli bir fenomen de yoktu. Çünkü din ayrıştırıcı değil arabulucuydu. Sembolik tarafı ise, yani imge, şekil ve dil, anahtar değerlendirme noktası ve taraflar arasındaki ilişkinin ekseniydi.

مشاركة :