“Silahsız bir işgalci, halkımız için silahlı işgalciden daha risklidir. Onlarla nasıl baş edeceğimiz konusunda hiçbir fikrimiz yok. Onlara hiçbir şekilde saldıramaz veya sınır dışı edemeyiz.” Bu cümleler, Yeni Zelanda’nın Christchurch kentindeki iki camiye terör saldırısı düzenleyen ve 50 kişiyi öldürüp onlarcasını yaralayan 28 yaşındaki Avustralyalı Brenton Tarrant’ın yayınladığı manifestodan alıntılandı. Olay, Samuel P. Huntington tarafından ortaya atılan “medeniyetler çatışması” teorisini akla getiriyor. Huntington’ın görüşüne göre dünyaya hangi medeniyetin hâkim olacağı konusu ve medeniyetler arasındaki farklar, gelecekteki savaşların başlıca sebebi olacaktı. Bu saldırı, saldırganın bakış açısına göre başkalarının “şeytanlaştırılması” ve kendi varlıklarına karşı tehdit oluşturduklarını düşündüğü insanlardan kurtulma arzusu sonucu meydana gelmişti.Beyaz üstünlüğü Huntington’ın medeniyetler çatışması teorisi, Yeni Zelanda’yı, bu ırkçı terör saldırısına ev sahibi yapan “küreselleşme” ile daha da güçlendi. Avustralyalı aşırı sağcı Tarrant, 22 Temmuz 2011de Norveç’te gerçekleştirdiği saldırıda 77 kişiyi öldüren radikal Anders Behring Breivik’ten ilham almıştı. 77 kişinin katili Breivik, duruşmalarında saldırısının amacının Norveçi “İslami bir istiladan” korumak olduğunu ve Tarrant gibilerini terör saldırısı planlamaya teşvik eden göçmenlik ve çok kültürlülük karşıtlığı fikrini empoze etmek için yaptığını söyledi. Terörist Tarrant manifestosunda, kendini çalışkan ve düşük gelirli bir aileye mensup, Avustralyada doğan beyaz bir adam olarak nitelendiriyor. Göçmenlerin Batı ülkelerine akışının buradaki toplumları tehdit edecek düzeyde olduğuna dikkat çekilen manifestoda Tarrant, “beyaz kan enjekte etmek” olarak adlandırdığı ve göçleri durdurup Batı ülkelerindeki “işgalcileri” sınırlandırma fenomeninin, “bu ülkelerin halkları için bir refah meselesi değil, hayatta kalma meselesi” olduğunu söylüyor. Başka bir deyişle, Tarranta göre saldırının amaçları, “istilacıları” korkutup sınırlandırarak, göçü azaltmak. İnternette yayınlanan manifestonun, medyanın ilgisini çekmek ve Batı dışı kültürleri ortadan kaldırmak isteyen faşizme yakın aşırı sağcı bir ideoloji ortaya koymayı hedeflediği görülüyor. Son zamanlarda, “beyaz ırkın soykırımı” diye garip bir ifade üretildi. Bu ifadede, beyaz erkeklerin yoğun olduğu toplumlarda, diğer milletlerden erkeklerin beyaz erkeklerin varlığını tehdit ettiği ve “yok olmalarına” neden olacağına dair artan bir endişe bulunuyor. Öte yandan Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern, düzenlenen basın toplantısında saldırının iyi planlanmış olduğunu vurgulayarak “Bunu net bir şekilde terör saldırısı olarak tanımlayabiliriz” ifadelerini kullandı. Avustralya Başbakanı Scott Morrison da saldırganı, “aşırı sağcı terörist” olarak nitelendirdi. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres ise İslam karşıtı nefret söylemlerine, her türlü hoşgörüsüzlük ve teröre karşı durulması gerektiğini vurguladı.Radikallerin propagandaları Tarrantın yayınladığı ırkçı manifesto, namaz kılan Müslümanlara rastgele ateş ettiği video görüntülerinden önce Twitter’da ortaya çıktı. Ardından katliamın görüntüleri yayınlandı. Teröristin Nur Camisine girişi ve buradaki Müslümanları katlettiği görüntüler Facebook üzerinden canlı olarak verildi. Twitter, terörist Tarrant’ın hesabını askıya aldı. Yeni Zelandalı yetkililer olayın görüntülerinin yayınlanmamasını istedi. Saldırının canlı olarak verildiği Facebook, bu tür olayları takip etme ve engelleme konusunda başarısız olmuştu. Bu nedenle Yeni Zelandalı yetkililer sosyal paylaşım sitesine ihtarda bulundu. Terör saldırısının canlı olarak yayınlanması, radikallerin mesajlarını yaymak için sosyal medyayı kullanmalarına ilişkin yeni bir tartışma başlattı. Cinayetlerin bu şekilde doğrudan yayınlanması, Batıdaki aşırı sağcılar için de olağandışıydı. Başta DEAŞ olmak üzere çok sayıda radikal örgüt, son çıkan teknolojileri kullanarak işledikleri korkunç suçları ve propaganda mesajlarını, insanlar üzerinde korku ve paniğe yol açmak ve benzer eylemleri teşvik etmek amacıyla sosyal medyayı aktif şekilde kullanıyor. 13 Haziran 2016’da Paris yakınlarında polis memuru Jean-Baptiste Salvaing ve eşini bıçaklayarak öldüren 25 yaşındaki DEAŞ’lı Larossi Abballa, saldırıyı Facebook üzerinden canlı olarak 12 dakika boyunca yayınlarken yaptığı eylemin nedenlerinden bahsetti. DEAŞ üyesi olduğunu söyleyen Abballa, Fransa’da benzer başka saldırılar için çağrıda bulunmayı da ihmal etmedi. Eskiden El Kaide gibi terör örgütlerinin gerçekleştirdiği 11 Eylül saldırıları gibi büyük çaplı terör eylemleri, geleneksel medyanın uyguladığı sansür kapsamında kalırken, Usame bin Ladin, Eymen ez-Zevahiri gibi örgüt liderlerinin konuşmalarından sadece belli alıntılar aktarılırdı ve dünyanın kısıtlı bir bölümüne ulaşırdı. Bugün bu örgütler sosyal medya aracılığıyla dikkatleri çekebiliyor, üye kazanabiliyor ve muhataplarıyla doğrudan etkileşime geçebiliyorlar. Örneğin DEAŞ, ikna etmeyi hedefledikleri kesime göre, tüm milletlere yönelik dikkat çeken medya kampanyaları yürütmede başarılı oldu.İbadethanelerin hedef alınması İbadethanelerin hedef alınması ve artan nefret söylemi, diğerini hegemonya altına alma ve “şeytanlaştırma”, toplumdan dışlama ve varlığını tehdit unsuru olarak görmenin bir işaretidir. Özellikle Arap ve Asya ülkeleri başta olmak üzere Müslümanların Batı ülkelerine göç etmesiyle “İslamofobi” terimi ortaya çıktı. Bununla birlikte, nefret suçları ve ırkçılık yalnızca Müslümanlarla sınırlı değil. Genel olarak azınlıklara karşı bu tür suçlar işleniyor. Yalnızca ABDde, siyah Afrikalılar ve Yahudiler gibi azınlıkları hedef alan bir dizi terör saldırısı veya nefret suçu işlendi. Tıpkı ABD’nin Pensilvanya eyaletindeki Pittsburgh kentinde bulunan bir sinagogda radikal sağ görüşlü Robert Bowersin “bütün Yahudilere ölüm” diyerek, 11 kişiyi katlettiği veya Amerikalı Dylan Rove’un Afrika kökenli Amerikalıların yoğun olarak bulunduğu Güney Carolina’daki Charleston Kilisesine düzenlediği saldırıda 9 kişiyi öldürdüğü saldırılar gibi. Aynı durum, birçok ülkede azınlıkları hedef alan DEAŞ terör örgütü gibi radikal gruplar için de geçerli. Kuveyt, Suudi Arabistan, Afganistan ve Pakistan gibi bölgelerde mezhepçiliği kışkırtmak amacıyla Şii camilerini hedef alarak eylemlerini dar bir alanda başlattı. DEAŞ, Mısır’da ise özellikle kiliseleri hedef aldı. Ocak 2019da, Noel kutlamaları sırasında Kahirenin doğusundaki Kıptilere ait bir kilisenin yakınına yerleştirilen bombayı imha etmeye çalışan Mısırlı bir polis memuru bombanın infilak etmesi sonucu hayatını kaybetti. Örgüt adına yayınlanan kısa açıklamada, Mısırlı Kıptilerin terör saldırılarının hedefinde olmasına rağmen İslama girmemeleri kınandı. DEAŞ’ın Mısır sözcüsü Ebu Gulam el-Muzbiri yaptığı açıklamada, Kıptileri İslam’a yönlendirmek için çeşitli yollar kullandıklarını, ancak “şefkatli” davetlerinin Kıptilerin kalplerini yumuşatmadığını söyledi. Muzbiri, örgütün Kıptilere karşı sorumluluklarını yerine getirmekten vazgeçmeyeceğini de sözlerine ekledi. Ne var ki çatışma bölgelerinde Irak’taki Şiiler, Yezidiler ve Hıristiyanlar gibi azınlıklara yönelik şiddet ve katliamların veya Suriye ve Iraktaki dini sembollerin, türbelerin ve Şii camilerinin imhasının Mısır’daki gibi bir hedefi bulunmuyor. Sünni ve Şii milislerin azınlıklara yönelik şiddeti, ibadethaneler veya kutsal yerlere yapılan saldırıları mezhep çatışmalarının körüklenmesini hedefliyor. Ayrıca belirli bir din veya gruba yönelik doğrudan tehditler de bu şekilde bir mesaj taşıyor. Christchurch kentindeki iki camiye yapılan terör saldırısında da tıpkı failinin ifade ettiği gibi belirli bir dine veya mezhebe mensup en fazla sayıda insanın hedef alındığı açık. Camileri, Müslümanların gözünü korkutmak için büyük bir şiddet sahnesine dönüştüren terörist, zaten Müslümanlardan kurtulmak istediğini ifade ederken, kendisi gibi düşünenleri etkileyip, geriye kalanların iç dünyalarındaki ırkçı duyguları tetikleyebiliyor.
مشاركة :